21.Yüzyılda Türkiye İçin Anlamı Nedir?
Mehmet Ali KILIÇBAY; Doğu’nun Devleti Batı’nın Cumhuriyeti kitabında; “İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğu bir şeyin adına sahip olmanın onun aslına da sahip olmak için yeterli olduğunu düşünmekte, içerikleri ıskalamaktadırlar’. Oysa her içerik tarih demektir ve içerikler ıskalandığında, tarih de kaçınılmaz olarak ıskalanmış olmaktadır. Belki garip bir şaka ama dünyanın tarihe herhalde en meraklı toplumu, tarihi hemen hiç bilmemekte” … Demekle aslında nominalizmin toplumdaki egemenliğinin altını kalın çizgilerle çiziyor.
Tek vatan iki devlet, kardeş devlet, Soydaşlarımız, “Büyük Türk Birliği” gibi altın çerçeveli her bir kavram ruhumuzda heyecan yaratan söylemlerdir. Kavramların içeriğini, tarih, kültür, siyaset diplomasisini, ticaret ve inanç ile zenginleştirmek gerek. Aksi halde yeni Dünya düzeninde nominalizmin egemenliğinde Türkiye’de ve dünya da olup bitenleri anlamakta kaybımız büyük olur.
Tarih ezelden ebede hükmünü icra ederken insanoğlunun genelde algıladığı dümdüz cetvel misali bir yol izlemiyor. Bazı astrofizikçilerin işaret ettiği gibi bükülmeler de eğrilmeler de oluyor. Nitekim iki kutuplu bir dünya sisteminin hep öyle dümdüz akacağını zannederken bir den bire sinüs kosinüs eğrisi gibi bir dalgalanmayla kendimizi 1990 yılı zaman diliminde “tek kutuplu” Amerika Birleşik Devletleri’nin yüz yıl önce planladığı “Yeni Dünya Düzeni” in tam ortasında bulduk. 1989 yılında Berlin duvarı yıkıldı.1990 yılında SSCB dağıldı. Gelecek yüzyıl; Amerika’nın dünya lideri olacağı bir “AMERİKAN ÇAĞI” propagandası bombası ile sarsıldı her yer. Yerel ve evrensel anlamda bazı düşünürler, yazılı ve görsel medyanın köşe yazarları, yorumcular, siyaset bilimciler, komplo teorisyenleri;” 21.yüzyıla girerken Orta Doğu coğrafyasında siyasi harita yeniden çiziliyor. Gelecek yüzyıl Orta Doğu, Karadeniz/Kafkasya, Türkiye ve Asya Türk cumhuriyetleri için iç karartıcı senaryolar yazıldı çizildi. Soğuk savaş dönemindeki müttefik olan devletlerin artık dostluklarının da sonu geldiğini siyaset bilimciler, sosyologlar açık seçik tüm kehanet hünerlerini sergilediler.
Tam da bu kargaşada; araştırmacı yazar Erol MÜTERCİMLER’IN, “ 21.Yüzyılın Eşiğinde Uluslararası sistem ve TÜRKİYE-TÜRK CUMHURİYETLERİ İLİŞKİLER MODELİ” kitabı yayınlandı. Kitabı okuyanlar hatırlayacaklardır. İçeriyi itibariyle devleti yönetenlere sunulan üst düzeyde stratejik planlama raporu niteliğinde son derece profesyonelce titizlikle hazırlanmış bir çalışmasında;” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan Türki cumhuriyetler olgusu, gerek dünyada gerekse Türkiye açısından çok önemli bir ilgi odağı oldu. Bugün Türk asıllı cumhuriyetlerin coğrafi sınırlarının çizildiği Kafkasya ve orta Asya, tarihsel süreçte Rus, İngiliz ve Çin rekabeti sahası olagelmiştir. Günümüz Orta Asya’sı, Sovyetler Birliği ve Çin arasında paylaşılmıştı. Kafkasya ise İngiliz-Rus çekişmesinin sonunda Sovyetler Birliği’nin egemenliği altında kalmıştır”.
Yazar bu yeni devletleşme sürecindeki Türk cumhuriyetlerin karşılaşacakları siyasi, ekonomik ve jeopolitik sorunların çözümünde Türkiye model olabilir. Bu tarihi fırsat ıskalanırsa, en başta İran bu fırsatı çok iyi bir şekilde kullanacaktır. 1100 km. bir sınırla arada engel olan gerek nüfus yoğunluğu gerekse dinsel ve kültürel olarak da iç içe olan İran’ı izlemek gerek. Yazarın saptamasına göre bölge devletlerinin İran’la olan ilişkilerinde oldukça politik davranmaya dikkat ettiklerini okuyoruz. “Özbekistan gibi, dinci akımların en güçlü olduğu bir orta Asya Türk cumhuriyetinde bile, Yönetim, dünyevi devleti korumaya kararlı”. Bu açıdan İran’ın ve Suudi Arabistan’ın burada etkili olabilmek için politik oyunlarını yöneticilerin demokratik devlet modelinden taviz vermediklerinin altını çiziyordu. Kısacası bu kitap Türkiye’yi yönetenlere üst düzey bir strateji raporu olduğu gibi toplumu da gelecek yüz yılda
başta ABD olmak üzere Çin- Rusya-İran-Japonya-Almanya- gibi büyük güçlerin rekabet edeceği bir satranç oyununa bizim de en azında doğal bir hak olarak gördüğümüz ata yurdumuzda Tam 70 yıldır “Asya totem denizindeki ada seni aşkla sevdim. Öfke ve ümit bir muska gibi sallanıyor nicedir boynumda unutamıyorum”. H.FERHAD’IN dizelerindeki tutkuyla bağlı olduğumuz bu coğrafyanın tarihini, kültürünü, inanç sistemini bilmek dağınık halde yaşayan Türk halklarının arasında iş birliği temelinde ilişkileri geliştirmeyi kolaylaştıracaktır. Elbette ki bu dünden bu güne başarılacak bir iş değildir. Gerek tarihsel gerekse kültürel olarak hak sahibi olduğumuz bu kardeş devletleri incelemek ve araştırmak da kolay değildir. Step imparatorluklar döneminde sürekli göçler yaşamış devletler kurmuş başka kültürlerle iç içe yaşamış zaman zaman cihanşümul devlet bazen de asimile olmuş ve gittikleri her coğrafyadaki izleri takip etmek kolay değildir.
Bilmediğin görmediğin tanımadığın yer senin değildir. Bilincinde Prof. Dr. Ramazan DEMİR Hoca’nın Turan’ın Kalbi Horasan-/ Teker İzinde ÖTÜKEN-/ Kuzey Kafkasya’da Türk İzleri adlı üç eseri de, kadim tarihimizi, ortak kültürümüzü anlamak ve bu amaca hizmet için yazılmış içeriği son derece temel bilgilere, belgelere ve bilimsel kaynaklara dayalı araştırmalardır.
Türk toplumu 1980 sonrası ideolojik bağnazlıkların ve taraftarlığın azaldığı bir değişime uğradı. Bu yıllarda iletişim bilişim teknoloji sarmalında dünyaya geniş açılı bir pencereden bakma değişim ve dönüşümü yaşadı. Çok şükür 21.yüzyılda Türk toplumu olağan üstü pragmatik zekasıyla dünyadaki oluşumlara çok çabuk adapte oldu. İki kutuplu dünya düzenin tarafgir ideologlarının klişe laflarıyla nominalizmin egemenliğinde bir toplum, artık yok.…