Ekonomisiyle, Siyasetiyle, Yaşam felsefesiyle,
Dijital bir dünya çağına girdik. Amerika’nın kurucu Babaları;
1620’de Anglikan ve püriten sakinlerinden oluşan,
“Muti ve edilgen yurttaşlardan bir devlet kurmak” projesinde:
Anglo-Amerikan insanın Evreni fethetme seferberliği önündeki
Engelleri kaldıracaktır.” 1620-2020, dört yüzyıllık tasavvura mim koyun.”
Alev Alatlı-NASİHATNAME- II
Bizim nesil 20. Yüzyılın ilk yarısında bir büyük ekonomik bunalımı, iki dünya harbinin yaşandığı zamanın bahtsız kuşağıdır. Dünya iki kutuplu bir dünya düzenin girdabına hızlı bir şekilde girmişti. Ya Amerika’nın tarafını ya da Sovyetler Birliğinin tarafını tutacaksın başka bir seçenek yoktu. Amerika ve yandaşları olan Avrupa özgürlüğü, eşitliği, Laikliği, demokrasiyi, gelişmiş refah bir geleceği vadediyordu. Siyaseti, ekonomiyi, yaşamı liberalizm kavramları üzerinden izah ediyordu. Sovyetler birliğinin söylemi sosyalizm üzerineydi. Daha basit gibi görünüyordu. Zengin yoksul farkı yoktu. “Yarın yanağından gayri” her şey ortak. Her iki taraf da kendine yandaş aramak peşindeydi ve en büyük propaganda silahları da sinema sanatı üzerinden toplumları yönlendirmekti. Sovyetler birliği dünyaya kapılarını kapattığı için yaşam standardı hakkında bir şey bilinmiyordu. Büyük edebi eserler vermiş yazarları dışında bir kara kutuydu. Sol fikirli ideologların da anlattıkları büyülü bir ütopya gibi cezbediciydi. Amerika ise kola, blucin ve renkli “Amerikan Rüyası” ile insanlarla yakın temas halindeydi. Harplerin ekonomik bunalımların insan psikolojisi üzerinde yarattığı kasvetli havayı dağıtma başarısını yakalamıştı. Renkli Hollywood sinemasının Starlarının oynadıkları filmlerin sundukları renkli hayatlar en aklı başında olanların aklını çelmeye yetmişti. Benim akranım olan nesil “dayı, hala, amca” gibi akrabalarının adlarını unuttular da bu albenili aktörlerin, aktrislerin adını unutmadılar desem abartmış olmam. Toplumları ikna etme, bilinçaltı manipüle operasyonlarıyla dünyanın her hangi bir bölgesinde, kendi çıkarları açısından gündem yaratmak ve gündemden Kaos yaratmak, zihinleri bulandırmak egemen devletler için en büyük propaganda silahı sinema sanatıdır. Dünyada egemen güç olmak için Amerika açık bir şekilde sinema film ve diziler üzerinde propagandasını bugün de sürdürmektedir. Bayrağını, kilisesini, Haç ve süper kahramanlarını yücelten senaryolar yazar. Her zaman dünyayı tehlikelerden kurtaran süper kahramanlarını insanın beynine gönlüne adeta görünmez bir lazer ışınıyla işlemekte pek mahirdir. Hitler; Nazi Almanya Sineması, Lenin Sovyetler Birliği Sineması, Mussolini’nin İtalya sineması yaptıkları propagandaları, Hollywood Sinemasının yanında çok güdük kalıyordu. Dünyanın en güzel kadın ve erkek oyuncularına rol vererek büyük paralarla yapılan filmler dünyanın her tarafında Amerika Rüyasını aşılıyordu. Bireyin özel tarihinde 70 yıl evvel böyleydi. Bugün de araştırmacı yazarların yazdıkları üzerinden baktığımızda dünya lideri olmayı, figür olarak Roma İmparatorluk yönetim sistemini temel alan Amerika’nın kuruluşundan bu yana dünyayı tek bayrak tek din altında yönetme stratejisi tıpkı bir Matruşka oyuncağı misali hangi zaman diliminde açılırsa açılsın konunun başlıkları aynıdır.
Akademisyen,/Dr. Ramazan KURTOĞLU/HOLLYWOOD SİNEMASI VE BİLİNÇALTI OPERASYONLARI kitabında:
Dr. Levent Seçkin “ Çok önemli bir kavram: Ekran Gerçekliği”, Bilim ve Ütopya dergisi, sayı 210,Aralık 2011; Tarihli yazından aktardığı: Çok önemli bir kavram: “Ekran gerçekliği.” Bu kavram Baudrillard’ın “ Simulakra’sındaki gibi nesnel gerçeklikten ayırt edilemeyen ve onun yerine geçebilen bir sanal gerçeklik olarak da düşünülebilir. Beş duyumuzla nesnel dış alemden aldığımız duygularımız yerlerini her geçen gün ekranlardan aldığımız sanal gerçekliğe terk etmektedir… Bilgisayar, televizyon, cep telefonu, monitörler başında geçirdiğimiz süreyi bir düşünün! Beş yıl öncesine ya da on yıl öncesine göre ekran başında geçirdiğimiz süre ne kadar arttı?” Tamamıyla dijital bir teknolojiyle yaratılan “Sanal gerçekçilik “ süper güçlerin kitlesel “Algısal Alan” üzerinden gerçeklikten uzak çeşitli çarpıtmalar veya yanılsamalar devreye soktuğu artık bilinen bir şey. “Hollywood uzun bir süredir ordunun film arşivlerine girmekten, gerçek savaş gemileri ve ekipmanların kullanımına dek uzanan bir menzilde ordunun işbirliğine bel bağlamış durumda. Ordunun bu iş birliğinden çıkarıysa, popüler kültürün en önemli araçlarından birini, filmleri kullanarak kendi imajını konumlandırma fırsatı… Büyük filmler, olumlu askeri imajlar sunmaları için taşıdıkları olumsuz unsurlar tarihi açıdan doğru olsa bile yeniden yazılır. Bu iş, Hollywood’da konuşlanmış askeri bir ekip tarafından yürütülür. .. Şaşırtıcı olan bu filmlerin yalnız tarihsel ve sanatsal değil, hileli yönlendirme ve pazarlık sürecine maruz kalmış ürünler olduğudur. Bu pazarlıkların nihai hedefiyse filmler değil, biziz. Sorulması gereken soru, neyi, ne kadar görmemize izin verildiği ve belli görüntülerin ordu hakkındaki görüşlerimizi nasıl etkilediği.” Yazar bu alıntıyı,( Jonathan TURL EY; Kamu Hukuku Profesörü George Washington Üniversitesi. David L. ROBB, Hollywood Operasyonları kitabından….) Okurların bilgisine sunuyor. Büyük bir zevk ve hayranlıkla seyrettiğimiz Hollywood filmlerinin etkisini inkar etmek mümkün mü.? 21. Yüzyılda bu görsel sanat dalı artık teknolojinin de sihirli gücünden istifade ederek ilave olarak dizi sektörü de, ayrıca edebiyat ve plastik sanatlar da dahil olmak üzere, 1990 yılından itibaren yani tek kutuplu Amerika çağının olacağını kitlelere empoze eden bir propaganda çalışması yapılmaktadır. Önce uluslararası sınırların kalktığını, ulus devletlerin görevlerini uluslararası şirketlerin üstlenebileceğini, “dünya bir köy kadar küçük” söylemleriyle toplumların zihinsel dünyasında algı oluşturma çalışmaları hiç hız kesmeden devam etmektedir. 30 yıl gibi kısa bir sürede yeni bir asır için yeni kavramlar türetildi. 2020 yılı eksen bir tarih mi olacak? Ekonomisiyle, siyasetiyle, yaşam felsefesiyle “Dijital bir dünya” çağına mı girdik? Sorusuna cevap arayanlar bilimsel çalışmalarını hızlandırdılar.
Yurt ve dünya genelinde birçok insan gibi Antalya’da yaşayan bazılarımız, ”DİJİTAL” sözcüğünü 1990’lı yılların başlarında ilk defa ANSİAD’IN kurucu üyesi ve ilk başkanı Sadık BADAK’ın organize ettiği bir etkinlikte yapmış olduğu konuşmasından öğrendik.” İşverenlerin ofislerinde bilgisayardan ödemelerini, yurt içi ve yurt dışı mal alım satım işlemlerini masa başında kahvelerini içerken yapabileceklerini, zaman içinde evlerimizden işlerimizi takip edebileceğimizi v.s..” gibi bilgileri o günlerde “ GÜNLÜK” tuttuğum notlarımdan aldım. Bazı insanlar beyin gözüyle geleceği görebilir. Sanırım, Sadık BADAK’IN böyle bir özelliği var. Çünkü bu “bir bilgi toplumu devrimidir” diye heyecanımı not düşmüşümdür. 1990’lı yılların başında dijital bir dünya ancak kurgubilim bir öykü olabilirdi. Aradan geçen 30 senelik zaman diliminde hızlı bir şekilde hiç zorlanmadan dijital bir dünya vatandaşı oluverdik. Bugün artık kanıksanmış dijital bir dünyada yaşamanın konforunu yaşamaktayız. Güç kaynağı “DATA VERİ” ile yeni bir dünya dün olduğu gibi bugün de gücün kaynağını elinde tutan bir azınlık vardır. Ve ulus devlet üstü bir güç ile karşı karşıyayız. Özellikle distopik film, dizi senaryoları ile bireyin bilinç dünyasında istedikleri ideolojik fikirlerini yerleştirebiliyorlar. Birey biraz merak çoğu korku içgüdüsüyle dünyaya ne oluyor.? İnsanlık nasıl bir serüvenin eşiğinde? Bu soruların asıl cevabı tarihin solmaya yüz tutmuş sayfalarda aramak lazımdır diyenler de var.
Turkuaz yayınları; Alev ALATLI/ HAFAZANALLAH!/NASİHATNAME II: Kitabın 336.Sayfasında “Erdemli bir otokratik oligarşi” olarak ABD Yazısında; Sir Francis Bacon (1561-1626) Amerika’nın kurucu babaları olan Benjamin Franklin, George Washington, John Adams, Thomas Jefferson ve James Madison gibi devlet adamlarının düşüncelerini şekillendiren kişi olarak yazıyor. “Washington- Madison ikilisi deist olmalarına rağmen, asıl düşüncelerini saklamayı, Hıristiyan gibi görünmeyi tercih ederler, nedeni Ülkenin Katolik, Anglikan ve püriten sakinlerini bir arada tutmak yeni bir ulus devlet oluşturmak istemeleri olarak açıklanır. “Muti ve edilgen yurttaşlardan oluşan bir devlet kurduklarından emin olmak” Sir Francis’in ölümünden bir yıl sonra 1627’de yayınlanan “New Atlantis’in” Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk özgün Yol haritası çizen proje… ….Ondan sonraki kitabı, püritenlerin (Visible Saints) Massachusets’e ayak bastıkları 1620’de ortaya çıkan “İnstauratio Magna” (Büyük restorasyon/Büyük Diriliş) adeta bir talimatnamedir. Bacon bu kitapta amaç Amerika’da “Siyasal erkin bütünün tek elde toplandığı erdemli bir Otokratik oligarşi” kurmak; Anglo- Amerikan insanın “Evreni fethetme seferberliği” önündeki engelleri kaldırılacaktır. 1620- 2020, dört yüz yıllık tasavvura mim koyun” diyerek Amerika’nın kuruluşundan itibaren amacı dünyayı tek bayrak ve tek din altında toplamak ve itirazsız tam teslimiyet içinde yönetmek emeli; 21.Yüzyılda da devam ediyor. Tarihin derinliğinden 21.Yüzyıla ışık hızıyla bugünün Amerika’sına gelelim ve deneyimli, birikimli, ABD’nin Siyasetini, ekonomisini, günlük hayatını bilen usta gazeteci; ..
Serdar Turgut’un 17.07.2020 tarihli AMERİKA’DAN SON NOTLAR: yazısında öğrendiklerimiz ise dünyanın süper gücünün yumuşak karnında olup bitenleri görmek Amerika’nın 21. Yüzyıl dünya lideri olma hayallerinin suya düşeceği inancı insana umut veriyor. Yazdıklarına göz atalım. ”Zorunlu olarak bulunduğum New York’ta bir süredir sanki 19. Yüzyılın sonu veya 20. Yüzyılın başı insanına özgü olması gereken bir ruh hali içinde yaşamaya çalışıyorum. İmparatorlukların çöküş günlerinde sıradan insanlar ne ruh halindeyse onu aynen yaşamakta olduğumu hissettim uzunca süredir evet elinde büyük imkanlar, korkunç silahlar ve aranırsa rahat bulunabilecek kaliteli beyinlere sahip olan Amerika’nın dünya liderliğinin sonuna gelindi. Amerika’nın bence
popüler kültürdeki global güçleriyle sürdürdükleri Soft Power’lar virüs salgınına verdikleri inanılmaz kötü ve korkunç olan tepkileriyle ortadan silindi. Şimdi muhakkak birileri çıkıp salgın üzerine güzel diziler veya filmler yapacaktır ama bunun global düzeyde Amerika’ya saygının tekrar oluşmasına tabii ki yetmeyeceğini göreceyiz.”
Açıkçası usta gazetecinin yazdıkları komplo teorisyenlerinin tezlerini güçlendiriyor gibi, Silikon vadisi, vadiye yerleşmiş 150 şirket, kadim tarihten bu yana egemen güç olarak dünyayı biz idare ederiz icraatıyla zengin aileler, Yapay zeka makina- insan yaratmak tanrısallığına soyunanlar bütün bunlar çok değil yarım asır önce ütopya kurgubilim film senaryoları idi ama bugün bunlar yaşadığımız bir gerçek oldu. Gezegenimiz bir cennetti ancak cennet cehenneme dönüştü. İnsan oğlunun hırsı bu cenneti yok etmeden çare olarak filozoflar döneminden bugünü uğruna verilen onca mihnetten sonra kazanılan “özgür insan” dan artık vaz geçme zamanı mı geldi? Toplu iğne başı kadar bir “mikroçip” takmış ve kendi isteğiyle “VERİ-DATAİZM” ile yönetilenlerden olmanın zamanı mı geldi?
Ya da 400 yıl önce tasarlanmış bir proje; “ Muti ve edilgen yurttaşlardan oluşan bir devlet yerine bir ”dünya” kurduklarından emin olmak” yine de silikon vadisinde olup bitenlerden haberdar olmak en doğrusu gibi diye düşünüyorum.
KAYNAK
- Ramazan Kurtoğlu/Hollywood Sineması Ve Bilinçaltı Operasyonları-
Destek Yayınları 5.
- ALEV ALATLI/HAFAZANALLAH-NASİHATNAME: II
Turkuaz Kitap: 1. Baskı Ağustos 2019
- SERDAR TURGUT/Haber Türk -17. 07. Amerika’dan Son Notlar