Niyazi BERKES/Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabında; “Türk toplumunu çağdaş uygarlık yörüngesine oturtma gibi büyük bir işin iki yanı vardır. Birinci yan, gelenekçilik tutumunu yok etme işidir. İkinci yan, onların yerine bu yörüngeye uygun kurulları, örgütleri yerleştirmek toplumun yeni kuşaklarını bu yörüngenin gereklerine göre yetiştirerek gelenek ile çağ arasındaki geçiş köprüsünü kurmaktır. Bu açıdan Cumhuriyet dönemi devrimlerinin toplamı bir yöneliş devrimidir.”
Osmanlı Türk modernleşme tarihinde III. Selim ve onun ardılları özellikle II. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinde yapılmak istenen ama her seferinde neden başarısızlıkla sonuçlandığının da anlamına gelen bir analiz, Cumhuriyetin Türk toplumunun çağdaşlaşma, değişim ve dönüşüm projesini gerçekleştirecek büyük önder Atatürk geleneğin dayanılmaz gücünü çelikten azmi ve üstün zekası ile kırabilmiştir. Cumhuriyet devrimi resmin bütününde önemli bir yeri olan Türk musikisi devrimin bir asır içinde geçirdiği değişimi gördükçe değerli hocamızın tespitinde ne kadar haklı olduğunu görüyoruz.
” İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine/ Hem de bütün benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına” diyen Ataol BEHRAMOĞLU’NUN dizeleriyle, zümrüt yeşili musiki deryasına daldık. Klasik, Halk, Mehter, Tasavvufi ve Neo Klasik şarkı formlarıyla altı yüz yıldır Türk musikisi bu toplumunun kültüründe diğer sanat dallarıyla birlikte bir yaşam felsefesini geliştirmiştir. “Kopuz”un sapında perdelenerek Anadolu topraklarına gelinceye kadar Türk musikisi bozkırda icra edilen veya yerleşik şehir hayatında makamsal sistemle ifade edilen besteler, deyişler “Türk musikisi” adı ile tanınmıştır. Orta Asya’da filizlenen ve “SAFİYYÜDDİN URMEVİ’NİN makam içeren yazmalarını musiki bilgilerini, Osmanlı derleyerek sahip çıkmıştır. SAFİYÜDDİN’ den sonra gelen en önemli müzik bilgini Abdulkadir MERAGALI; geleneksel Türk musikisinin en nadide eserleriyle Klasik Türk müziğine sağlam bir temel olmuştur. Ali Ufki Bey 16. ve 17 yüzyıllara ait yüzlerce saz ve söz eserlerini notaya alarak unutulmaktan kurtardı. İbn-i Sina, Farabi, Safiyuddin ve Meragi hocadan silsile uzun bir tarihi süreçten süzülerek gelen ve klasik musikimizin Kutbi Nayi Osman Dede, Hamamizade Dede efendi, Zekai Dede efendi ile müzikte, mimaride ve yaşamda yaratılan “İstanbulin kültürü” içinde en büyük pay musikinindir. Dünyada olagelen değişimler ve dönüşümler doğal olarak bu sanat dalında da kendi hükmünü icra etti. Zamanın gereklerine göre bireyin ve toplumun değer yargıları da değişime uğradı. 20.Yüzyılda yetişen müzikologlar, Tanburi Cemil Bey’in müzik nazariyat çalışmaları ve Türk musikisine ait bilgileri toplayarak herkesin anlayabileceği bir şekilde başarılı çalışmaları oldu. Rauf Yekta Bey bu bilgileri dış dünyaya tanıtmak için büyük gayretini unutmamak gerekir.
Cem BEHAR/ Zaman, Mekan, Müzik adlı araştırma inceleme kitabında;” Birinci dünya savaşı sırasında Rauf Yekta bey gibi büyük bir müzikoloğun döneminde diğer önde gelen bir çok hocasının katkılarıyla iki ayrı bölümde hem Türk hem de Batı musikisi eğitimi vermek amacıyla DARÜLELHAN kuruldu. Osmanlı İmparatorluğunun ve Türkiye’nin çağdaş anlamda bir KONSERVATUAR niteliği taşıyan ilk müzik kuruluşudur. Modern bir eğitim vermeyi amaçlayan bu kuruluşta Türk musikisi ve Batı musikisi bölümleri vardı”.
Bundan böyle bitmeyecek bir senfoni tek seslilik çok seslilik kavgası başladı. Tanzimat hareketinden bu yana batıdan yana olanlarla batıya karşı olan geleneksel yaşamda ısrarcıların mücadelesinde zaman zaman sapla samanın karıştığı durumlarda sağduyu sahibi kalemlerin de fikirleri toplumu aydınlatmada rehber oldu.
Hasan Bülent KAHRAMAN/Cam Odada Oturmak kitabında; ”Türk müziği, Tanpınar’ın içerden bakışıyla söylemek gerekirse üç büyük eser tarafından kurulmuştur. Abdülkadir Meragi’nin Segalıkar’ı, Itri’nin Nevakar’ı ve Dede Efendi’nin Ferahfeza ayinidir. Tarihlere bakılacak olursa Meragi 1353-1435, Itri 1638-1712, Dede Efendi 1778-1846 yılları arasında yaşamıştır. Böylelikle 1923’e kadar yaklaşık altı yüz yıllık tarihi, birikimi ve gücü olan, içinde Orta Asya, İran, Arap, Yahudi, Bizans, Ermeni kültürlerinin seslerini barındıran bir müzikten söz ediyoruz ve her müziği kendi mantığıyla dinlemek, ötesi müziğin değil bizim sorunumuzdur”.
Rahmetli Prof. Dr. Ayhan SONGAR, bir makalesinde,” Türk Musikisi- Batı Musikisi tek sesli çok sesli kavgasına her zaman karşı olmuşumdur. Müzik kültürleri aşabilen insanlığın malıdır. Bu bakımdan bir milletin başka bir milletin müziğini öğrenmesi, taklit etmesi, icra etmesi ve ondan bir takım şeyler yaratmasına mani hiçbir şey yoktur. Müzik türleri toplumdan topluma değiştiği halde, temel olarak müzik insanlığın ortak malı olarak varlığını koruyabilmiştir. Konuşma ve müzik beyinde özel merkezlerde temsil edilen birer biyolojik ve psikolojik melekelerdir. Çok sesli Batı musikisi bir heykele benzer, dar bir taban üzerine üst üste seslerin yüklenmesiyle meydana getirilmiş üç boyutlu bir heykele benzer. Buna karşılık Türk musikisi, tek satıh üzerine çeşitli renkli mozaiklerle yayılmış bir mozaiğe benzer. Heykel de mozaik de kendi içinde çok güzeldir” der.
Teknik olarak Türk musikisinde makam sisteminde sesler ya da bir müzik cümlesinde diziler çok sesli olmaya müsait değildir. Yapılsa bile çok kısıtlıdır. Osmanlı modernleşme projesinin içinde de çok sesli müzik yapma taraftarı padişahlar var. Abdülmecit han batı musikisi hayranıydı. Dede Efendi’den batı musikisi sistemine uygun beste yapmasını ve müzikte değişim için çalışmalar yapmasını çok istemiştir. Israrlarına dayanamayıp 3/4 lük vals ritmiyle “Yine bir Gülnihal..” bestesini yaptı yapmasına da yaptığı batı tarzı musiki sistemini de hiç sevmedi. Çünkü batı musikisinde bir tam sesin eşit ikiye (Diyez ve Bemol) işaretleri bölünme özelliği vardır. Seslerin üst üste aynı anda uyumlu kullanılması çok seslilik musikinin özelliğidir. Klasik Türk musikisinde bir sesin dokuz eşit parçaya bölünür ve her parçasına “KOMA” sesler değişik değerlerde kullanılır ve makam sisteminde dörtlü beşli dizilerin birbirine uyumlu bir şekilde makamdan makama geçiş ile köklü bir sistemdir. Batı sistemiyle yapılan Gülnihal bestesi çok kısır bir bestedir. Ve bir anlamda tek sesli bir bestedir.
CUMHURİYETİN İLANIYLA TÜRKİYEDE BATI MÜZİĞİNE AÇILAN KAPININ ÖNÜNDEKİ TÜM BARİKATLAR KALDIRILDI. Tanzimat Fermanıyla başlayan Batıya yüzünü dönen bir toplumun yüzyıl içinde batının bilimi, teknolojisini, ekonomik refah düzeyini, askeri gücünü ve yakaladığı çağdaşlaşma düzeyini nasıl kaçırdığını ve dahası da ona bağımlı kaldığını büyük önder Atatürk daha genç bir kurmay subay iken iyi analiz etmiş ve kesin kararını vermiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yönetim biçimi, yaşam kalitesi, hukuk devleti, çağdaş eğitim, dilde sadeleşme ve kültür alanında Türk ulusunun değişim ve dönüşüm projesinin mimarı Atatürk’ün batıyı taklit etmek yerine, Batıyı yücelten ne varsa onun kaynağını keşfedip o kaynaktan beslenmeyi uygun gördü. Resmin bütünündeki hiçbir detayı es geçmeden sürekli, istikrarlı inançlı bir şekilde devrimlerini gerçekleştirdi. Hiç şüphesiz ki resmin en renkli detayı da sanatta devrimdi. 1926 yılında açılan ve batı musikisi bölümü de mevcut olan “Darülelhan” önce İstanbul belediyesine ve daha sonra şimdi İstanbul üniversitesi Devlet Konservatuarı olarak değiştirildi. Türkiye’nin ilk kuşak besteci, icracı ve yorumcuları yetiştiren Musiki Muallim Mekteplerini açtı. Bu okullarda yetişecek öğrencilerin yetişmesi için Avrupa’nın çeşitli konservatuarlarında eğitim görmek için gidenler iyi yetişmiş eğitimciler olarak yurda döndüler. Daha 1927 yılında çok sesli Türk Musikisi dalında besteler yapılmıştır. Bu musikinin yayılması için ülkenin her yerinde halk evleri açılmıştır. 1932 yılında riyaset-i cumhur musiki heyeti eğitim bakanlığına bağlanarak “ Riyaset-i Cumhur Filarmoni orkestrası” olarak değiştirildi. Ankara Devlet Konservatuarı 1936 da kuruldu. Gazi Terbiye Enstitüsünde açılan müzik bölümünün başında Eduard ZUCKMAYER getirilmiştir. Asistanlığı yapan Nurhan CANGAL/ ARMONİ kitabında “ İkinci vatanım dediği ülkemizde 1936 yılından hayata gözlerini yumduğu 1972 tarihine kadar geçen 36 yıl boyunca insanüstü bir özveriyle çalışan Zuckmayer ardında birçok eser bıraktı.”
Atatürk’ün kültür devrimlerini vefatından sonra İsmet İNÖNÜ- Hasan Ali YÜCEL aynı inançla taviz vermeden sürdürdüler. Büyük önderin sağlığında Avrupa’ya gönderilen kabiliyetli gençler Çok sesli batı müziği donanımlı ilk kuşak besteci, icracı ve yorumcu olarak güzel sanatlar, sahne sanatları olan mekteplere öğretmen olarak görev aldılar. Bu genç yeteneklerin en ünlüleri TÜRK BEŞLERİ adıyla tanınan Cemal Reşit REY, Hasan Ferit ALNAR, Ulvi Cemal ERKİN, Ahmet Adnan SAYGU Necil Kazım AKSES Türkiye’de çok sesli müziğin uygulamaya başlamasına öncülük eden bestecilerdir. Erken cumhuriyet döneminden 20.yüzyılın ilk yarısına kadar marşlar, Minyatürler, süit, şan ve orkestra eserleri, sonat, sonatin, kromatik konçerto, Piyano için prelüd, füg, opera, operet, oda müziği eserleri ve sayısız film, tiyatro müzikleriyle çok sesli Türk müziğinin Avrupa ve dünyada tanınmasını, kabul görmesini sağlamış olan bu sanatçıların yetiştirdikleri ikinci, üçüncü kuşak, besteciler, icracılar, müzikologlar çok sesli müziğin ötesinde çağdaş müziğin gerekleri neyse hakkıyla yerine getiren İlhan USMANBAŞ, Hasan UÇARSU, Gürer AYKAL, Rengim GÖKMEN, Fazıl SAY, İdil BİRET, Suna KAN, Güher ve Süher PEKİNEL, Leyla GENCER, Murat KARAHAN…..ve daha niceleri her biri kendi dalında uzman taklitten uzak gerçek anlamda büyük önder Atatürk’ün bir asır önce tasavvur ettiği çağdaş çok sesli Türk musiki projesini tamamlamış olarak gelecek kuşaklara büyük bir hazine olarak aktardıklarını görüyorum.
Yapı Kredi Yayınları; İLKE BORAN- KIVILCIM YILDIZ ŞENÜRKMEZ/ Kültürel Tarih Işığında Çoksesli Batı Müziği kitabının dokuzuncu bölümünde Türkiye’de çok sesli Müzik hakkında çok kapsamlı bilgiler vermekte ve Osmanlıda özellikle “Sultan II. Mahmut döneminde batılılaşma hareketleri kapsamında Mehterhanenin yerine 1826’da “Mızıkayı Hümayun” kurulmuştur. Mızıkayı Hümayunun amacı saray bandosunda görev alacak olan yeni müzisyenlerin yetiştirilmesidir. Mızıkayı Hümayunun başına İtalyan besteci Gaetano Donizetti’nin ağabeyi Giuseppe Donizetti getirilir. Bu yolla batı tarzı müzik eğitimi batılı bir uzman tarafından üstlenir. 1917’de Osmanlılardaki ilk müzik okulu olan Darülelhan (konservatuar) kurulur.” Kitapta Türk Beşleri ve ardılları olan ikinci kuşak besteciler icracılar hakkında geniş malumat vermekte, habersiz olduğumuz 1970’lerden bugüne belki de çoğumuzun hiç adını duymadığı genç besteciler arasında Meliha Doğuduyal- Özkan Manav- Hasan Uçarsu- Sıdıka Özdil- Mehmet Nemutlu çağdaş çok sesli Türk müziğinin 21. Yüz yıldaki etkin örneklerini ortaya koymaktadırlar. Sayfa 296”
Hiç şüphe yoktur ki Türk müziği arabesk müzikle mesafeli, tamamıyla çok sesli çağdaş müzikle haşır neşirdir.
Kaynaklar:
NİYAZİ BERKES/TÜRKİYE’DE MODERNLEŞME
Yapı Kredi Yayınları 1. Baskı- 2002
Yayına Hazırlayan: Ahmet Kuyaş
CAM ODADA OTURMAK/Hasan Bülent Kahraman
İnkılap Kitabevi 1.baskı-2002
PROF. DR. AYHAN SONGAR/ TÜRK MÜZİĞİ İLE BATI MÜZİĞİNİN
SES SİSTEMLERİ – www.turkmusikisi.net Makaleler/ 37
CEM BEHAR/ZAMAN, MEKAN, MÜZİK
AFA YAINCILIK- 1992
ARMONİ/ NURHAN CANGAL
Arkadaş Yayınevi-5.Baskı- 2010
İLKE BORAN- KIVILCIM ŞENÜRKMEZ/Kültürel tarih Işığında
Çoksesli Batı Müziği-Yapı Kredi Yayınları 2. Baskı 2010
DİĞDEM GEZEK-ELVAN GEZEK/ ÜNLÜ BESTECİLER VE ÜNLÜ PİYANO ESERLERİ
İNKILAP KİTABEVİ- 2009
M.EKREM KARADENİZ/TÜRK MUSİKİSİNİN NAZARİYE VE ESASLARI
TÜRKİYE İş bankası kültür yayınları- 1965-genel yayın No; 238