Onlar, Kendilerine Verileni Kabul Etmeye Mecburdurlar.”
John Mynard Keynes, harp içinde ve sonrası için;
Alınan bütün mali ve iktisadi tedbirlerle yeni
Kurulan Miletler arası Para Fonu ”IMF”- Dünya Bankası,
Gibi teşekküllerin mimarlığını yaptı. 1946’da İngiltere’nin
Amerika’dan aldığı 3 milyar dolarlık borç için yorucu müzakereler
Sonunda The Ekonomist dergisinde yayınladığı baş makalede:
“Dilencilerin tercih hakları oktur. Onlar, kendilerine verileni
Kabul etmeye mecburdurlar.” Burhan Ulutan/İktisadi Doktrinler Tarihi
Çalışmayı ibadet bilen, üreten toplumlar zengin oldular. Klasik Liberalizm Okulu’nun öğretileri değişen zamanın ruhunda kendini hep geliştirdi. 300 yıllık bir süreçte insanlık tarihi köle kim efendi kim? Sorusunu çözmeye formül arayanlara net cevabı verdi. Üretenler efendi buna karşılık üretmeyenler her devirde köledir. Dilencidir. Efendiler dönem dönem yenidünya düzenini dizayn ederler. Gündem yaratırlar uyulmasını isterler. Klasik Liberalizmin kurucu babalarının “kapitalizmin yükselişi” ne; kaynaklık eden öğretilerini; Neo Liberalizm ekonomik model ile kapitalizme sağlam temel oluşturdular. 1929 dünya ekonomik buhranına çare olarak, Neo kapitalizm öğretilerini değişim ve dönüşüm Paradigması ile taçlandırıp dünyanın efendileri oluklarını ilan ettiler. İkinci dünya savaşına kadar, Avrupa dünyanın
Kültür ve sanat merkezi olduğu kadar da politika merkeziydi. Ulus devlet sisteminin, demokrasi ve özgürlükçü fikirlerinin odak noktası durumundaydı. Birinci dünya harbi dehşet veren kitleleri yok eden savaştır. Böylesine tahrip eden bir savaşın bir daha olmaması için kurulan Miletler cemiyeti işe yaramadı. Ardılı olan ikinci dünya savaşından sonra Artık Avrupa liderliği ABD’ ye “Sam Amca” nın, Liberal Kapitalist ruhuyla yönetilecek bir yenidünya sistemi gündemindeydi. Bu sistem: (IMF) ve BM Örgütü benzeri kuruluşlar ile küresel bir yenidünya düzeninden başka bir şey değildi. Karşısında doğu yarım küresinde Sovyetler Birliği liderliğindeki komünist blok da çıkınca; iki kutuplu yeni düzeninde soğuk savaş yılları boyunca dünya politikası bu iki süper gücün gündeminde oldu. Silahlarla savaş yoktu ama artık en çok üretenlerle üretemeyenlerin diğer bir adıyla kapitalizm ile sosyalizmin savaşı vardı. Sonunda çok üretenler kazandı. Yarım asırlık iki kutuplu bir dünya düzeninden tek kutuplu bir dünyaya çevirdiler. Ve yeni bir nizamı alemde söz sahibi oldular.
Japon asıllı, Amerikalı tarihçi ve toplumbilimci Francis FUKUYAMA 1989 yılında yazdığı “ Tarihin Sonu mu?” makalesi ve sonradan “Tarihin Sonu ve Son İnsan” adı ile yayınladığı kitabı çok ses getirdi. Çok tartışıldı. Makalesinin yayınlandığı yıl Berlin duvarının yıkıldığı, 20.yüzyılın iki kutuplu dünyanın da sona erdiği yıldı. Bir yanda ABD’nin başını çektiği liberal serbest piyasacı ekonomik modelin zaferi tartışılırken öte yandan SSCB’nin sosyalist ekonomik modeli ile siyasal komünizm ideolojisinin ağır baskısı altında yürütülen dünyadan kopuk sosyoekonomik/politik bir düzenin hezimetle sonuçlanması liberalizmin, ideolojik zaferi olarak kabul gördü. Tarihin sonunun geldiğini Liberal- kapitalist görüşün dünyada tek geçerli sistem olduğunu ve bu arada ulus devlet ideolojilerinin sona erdiğini, tek kutuplu bir dünya sisteminin hakim olduğu bir küresel Pazar ile büyük kapital sahibi şirketlerin yönetiminde yeni bir dünya düzenin kurulacağı savı Türk aydınları arasında da heyecanlı bir tartışma konusu oldu. ABD başkanlarının da konuşmalarında Amerikan egemenliğinin vurgusu çok net olarak yapılırken bir yandan da çok uluslu şirketlerin küresel pazarlara karşı küçük toplulukların veya ulus devletin bir direnişi terör olarak kabul edilecektir. Tüm iletişim araçlarıyla zihinsel algı operasyonu yapıyordu. Amerika “ulus imparatorluklar” dönemi başladı demeye getiriyordu işi.
Francis FUKUYAMA/Tarihin Sonu Ve Son İnsan; kitabındaki savını; Hegel’den ve A. Kojeve’den yola çıkarak, “Sovyetler Birliğinde ve doğu Avrupa’da siyasal ve ekonomik sistemlerin çöküşüyle insanlık Tarihi ideolojik evriminin sonuna ulaşmıştır demeye getiriyordu. 20.yüzyıl büyük Hegel yorumcusu Aleksandr KOJEVE kendisinin ”evrensel ve homojen devlet olarak adlandırdığı” liberal demokratik devletin ortaya çıkmasıyla, kabul görme sorunu nihai olarak çözüldüğü ve efendi uşak ilişkisi yerine evrensel eşit ve kabul görme geçtiği için tarihin sona erdiğini savunmaktadır.
Tarihin gelişme sürecinde insan hep kabul görme peşinde koşmuştur. Bu da tarihin evrelerinde itici güç olmuştur. Şimdi modern dünyada insan kabul görmeyi nihai olarak bulmuş ve tam bir tatmine ulaşmıştır. “A. Kojeve liberal demokrasiyi böyle kutsarken Hegel de; Dünya Çapındaki Liberal Devrimi 18 Eylül 1806 da bir konferansında şu sözlerle anlatıyordu. “Önemli bir çağın eşiğinde bulunuyoruz, aklın ileri bir adım atıp önceki şeklinin dışına çıktığı ve yeni bir şekil kazanmakta olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Şimdiye kadar ki görüş ve kavramlar yığını ve dünyayı birleştiren bağlar çözülüyor ve bir düş resmi gibi dağılıyor. Akıl yeni bir çıkışa hazırlanıyor. Başkaları buna bilinçsizce direnip geçmişe yapışırken, felsefe bu olguyu selamlamalı ve kabul etmelidir.”
19. Yüzyılın başlarında tarihin sona erdiğini söylemeye çalışan filozof Fransız veya Amerikan devrimlerinin ideolojileriyle bunu esas alıyordu. Ve bunun da artık dünyada homojen bir devletin haberini veriyordu. Liberalizm tarihinde 17. Yüzyıl sonlarına doğru liberalizmin bir siyasi teori olarak anlaşılmasında ve kabul görmesinde en büyük pay John LOCKE’ ın hakkıdır. İskoç aydınlanması ile klasik liberalizmin sağlam temeli de Davit HUME ve Adam SMİTH atmıştır. Hegel’ın felsefi anlayışın sanayi devrimi ile ilintili olan konusunda klasik liberalizm okulunun kurucu babası Adam SMITH’IN, Glascov Üniversitesinde okuttuğu “Ahlak Hisleri Kuramı” ına, göre bu dünyanın bütün uğraşı ve çabalarının hedefi nedir?. Bireyin ve toplumun refaha, varlığa bolluğa kavuşturmak, fakirlik ve yokluktan kurtarmak, o memleketin servet ve kudretini artırmaktır. Birey kişisel çıkarı için rekabet eder. Elde edeceği karla topluma ne kadar pahalıya mal olacağını asla düşünmeden hareket eden insan, diğer bir insanın kendi çıkarı için yapacağı rekabet hamlesiyle karşılaşacaktır. Bu demektir ki, rekabetin ayarlayıcı ve düzenleyici eli toplumun bütün mensuplarının birbirleriyle çarpışan özel çıkarları toplumun genel çıkarlarıyla tam bir şekilde uyum içinde olur. İnsanların devamlı surette çıkarları peşinde koşmaları ve rekabet hiç bir merkezi otoritenin emirlerine düzenlemesine gerek duymadan otomatik olarak ekonomik faaliyetlerini sürdürürler. Arkadaşı büyük düşünür John Locke ile mektuplarında Fizyokratların Bırak yapsın, bırak geçsin” ve Bentham’ın “Sakin ol ve karışma” fikirlerinin savunucuları olduklarını anlatırlar.”
XVIII. Yüzyıl yazarları da bu görüşün halka anlatılmasında büyük payı vardı. XVIII. Yüzyıl sonlarına doğru İngiltere’de artık her okumuşun elinden düşmeyen Adam Smith’in kitabında açıklandığı üzere kişisel çıkarları peşinde koşması, yatırımlar ve üretim artışları, insanlar arasındaki devamlı rekabetin piyasada sağladığı ucuzluk ve güvence toplumsal bir rahatlama getirmişti. Klasik liberalizm ikinci büyük ismi Davit RİCARDO; donuk ve katı servet dedikleri kıymetli madenlerin toplumun refahı için kullanılmasını önermiştir. 19.Yüzyıl endüstri kapitalizmin yeşermesinde büyümesinde payı büyütür.
Thomas Robert MALTHUS’IN / Nüfus Artışı ve Kaynakların darlığı Teorisi ile klasik okulun karamsar düşünürü olarak şöhret yaptı. XVIII. Yüzyılın sonunda yayınladığı kitabında özetle; dünyada nüfusun geometrik ( 1, 2, 4, 8, 16, 32, 64….) çoğalmasına karşılık gıdanın aritmetik ( 1, 2, 4, 6, 8, 10, 12, 14, 16…) olarak çoğaldığı savını ileri sürmüş ve bu durumun insanlık gelecek te büyük sıkıntılarla karşılaşmasını önlemek adına önerilerde bulunmuştur. Malthus; öneri olarak, “insanların evlenmelerini geciktirmek, Çocuk sayısını kısıtlayan tedbirleri almak, bilhassa, iççi ve fakirlerin yeteri kadar gelir sahibi olmadan çocuk yapmamalarını, dikkatli hareket etmelerini tavsiye etmiştir. Ayrıca harpler, salgın hastalıklar, felaketler, kıtlıklar, sefalet gibi, Yaşayan insanların sayılarını azaltan sebeplerin etkisi olacağı..”
Tavsiyeleri zamanında kilisenin hışmına uğramış ve çok kınanmış olmakla beraber zaman içinde vahşi kapitalist bir düzende istismar edildiği bir gerçektir.
1929 yılında dünya ekonomik buhranı ile büyük bir karamsarlığın içine düştü. Malthus’un varlık içinde yokluk dediğini dünya bu büyük buhranla anlamıştı. Liberalizm rüyasının sonu muydu? 1933 Martında Amerika’daki binlerce bankalar tüm ödemelerini iptal etti. Bankalar iflas etti. Akşam saray yavrusu evinde atlas/ipekten pijamayla Multi milyarder olarak yatağına girenler sabahleyin fakirliğin zillet yüzüyle uyandılar. Altın değerinde hisse senetlerini ellerinde bulunduranlar artık tuvalet kağıdı kadar bir değeri olmadığını görünce beyinlerine tabancanın namlusundan çıkacak bir kurşuna bile bel bağladılar. Dünyada üretim dibe vurdu. Fiatlar tepetaklak baş aşağı yuvarlandı. Açlık sefalet ahlaki çöküntüye sebep oldu. Bazı iktisatçılar kapitalizmin geleceğini, sonunu bir kahin gibi görmüş Marx’ı haklı buldu. Dünya bu kadar umutsuzken; 1920’li yıllar boyunca Neo-Klasik okulunun kurucu babalarından John Maynard KEYNES’IN büyük bir iyimserlikle savunduğu: “Ekonomi bir asansör gibidir. Yukarı çıkıp aşağı iner. Fakat katlardan her hangi birinde de devamlı olarak duraklayabilir. Durduğu yer en üst kat olabileceği gibi en alt kat da olabilir. Başka bir değişle ekonomi, düşük bir üretim ve gelir seviyesinde dengeye ulaşabilir ve bu denge etrafında ufak dalgalanmalarla devam edebilir.”
Keynes öncelikle mensubu olduğu klasik liberalizm okulunun hatalarını araştırdı. Sonra yeni bir teori geliştirmek için çalışmaya başladı. Bu arada dostu olan İrlanda asıllı olan George Bernard Show’un ısrarlı tavsiyesi üzerine Karl Marx ve Engels’i bir kere daha dikkatlice inceledi. Ve kararlı bir şekilde “Komünist doktrin/sistemini nasıl kabul esebilirim. İlim yönünden hatalarla dolu eski bir kitabı, Kutsal İncil’miş gibi her türlü tahlil ve tenkidin ütesinde ve üstünde tutan… Çamuru balığa tercih eden bir inanca nasıl bağlanabilirim.”
Dostuna yolladığı bu mektuba ayrıca “Ekonomik Teori” üzerine yeni bir kitap yazdığını ve on yıl içinde ekonomi teorileri içinde devrim yaratacak inancındayım. Gerçekten de 1936 yılında yayınlanan “Çalışma, Faiz ve Para Genel Teorisi” Keynes’i haklı çıkardı. Ama yine de Neo Liberalizm okulunun mensubu olan Paul Samuelson gibi bir iktisatçı; “Bu kadar parlak ve işlek bir zekanın, kullanma maliyeti hakkında ve özellikle terminolojide yeni ve çok kuvvetli bazı dikkate değer hususlara işaret etmesine rağmen Keynes’in “değer teorisine” hiçbir katkıda bulunmadığı ve çok hatalı olduğu… Genel Teorinin muğlak tartışmalı bir karakter taşıdığı…”
Eleştirilerine rağmen; Neo Klasik Liberalizm okulun iktisatçılarından John Maynard KEYNES devrim niteliğindeki doktriniyle buhrana çare bulan iktisatçı olarak tarihe geçti.
John Locke, Adam Smith gibi büyük düşünürlerin kurucuları oldukları klasik liberaliz okulunun da amacı insanlığın refahı, esenliği ve mutluluğu, gibi erdemli çalışmalarla insanlığın gelişimine ivme kazandırmaktı, liberalizm aydınlanma çağının büyük anlatılardan biri olarak insanlığın hem siyasal hem de iktisadi olarak en çok umut bağladığı ideolojilerin en başında geliyordu. Ancak liberalizm en başından itibaren politik ve ekonomik olarak iki ana kaynak düşünce olarak bireyin egemen güçler karşısında bireyin özgür ve eşit kabul görmesiydi. Anayasalardaki güçler ayrılığı ilkesi de liberalizm düşüncesinin ürünüdür.
Hal böyle’ iken, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde klasik liberalizm farklı bir ideolojik çehreye dönüştü. Bundan sonra Neo Liberalizm’ in; IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği gibi kurumlar Avrupa’nın ve ABD’NIN destekleriyle tamamıyla; Sosyoekonomik ve Sosyopolitik bir sömürü düzenine dönüştüğü bir dünya düzeni sistemi ile tartışma konusu oldu. 1946 yılında Dünya Bankası, IMF’IN kurucu mimarı, Keynes İngiltere için bu kuruluşlardan 3 milyar dolar için aylarca müzakerelerden ve kapılarda bekletildikten sonra bitkin bir şekilde İngiltere’ ye döndüğünde, Kendisini oldukça üzdüğü anlaşılan bu borç hakkında The Ekonomist dergisinde yayınladığı bir baş makalede “Dilencilerin tercih hakları yoktur. Onlar, kendilerine verileni kabul etmeğe mecburdurlar.” Birkaç ay sonra da hayata gözlerini yumdu.
Yeni bir çağ için üretilen kavramlar potasında, dijital değişim ve dönüşüm konusunun muhtevasında politika ve ekonomi konularının irdelenmesini okurken, 17. Yüzyıldan 20. Yüzyılın son çeyreğine kadar değişerek gelen kapitalizm yeni yüzyılda yerini yeni söylemlere terk etmiştir.
Dr. Şebnem ÖDEMİR VE Doç. Dr. Deniz KILINÇ/ GELECEĞİN MESLEKLERİ/DİJİTAL DÖNÜŞÜM, VERİ BİLİMİ, YAPAY ZEKA;
Kitabında: “ENDÜDRİ 4.O”: Alman hükümeti 2011 Kasım ayında, “2020’de Yüksek Teknoloji stratejileri” adlı bir makalede: İnsanoğlunun yeni bir sanayi devrimine girdiği duyurulmuştur. Endüstri 4.0 olarak adlandırılan bu yeni sanayi devrimi; bilgi, mekanik ve elektrikfikasyon üçlüsünün etkili ve verimli bir biçimde kullanımı olarak tanımlanmıştır. Alman hükümeti 2 yıl sonra Hannover’ da Endüstri 4.0’ı tekrar gündeme getirerek, kavramı yeni ulusal stratejileri olarak kabul ettiğini açıklamıştır. Bu stratejiye göre değişim 6 alanda öncelikli olarak gerçekleşecektir. Bu alanlar Dijital ekonomi ve toplum, sürdürülebilir ekonomi ve enerji, inovatif çalışma ortamları, sağlıklı yaşam, akıllı hareketlilik ve sivil güvenlik olarak belirtilmiştir. Endüstri 4.0’daki temel felsefe; hızlıca öğrenen, karşılık veren robotlar ve cobotlar (işbirlikçi robotlar) sayesinde etkileşimli bir üretim süreci oluşturulmaktadır. Böyle bir sürecin gerçekleştirilmesi nesnelerin interneti, büyük veri analitiği ve siber fiziksel sistemlerin aktif bir biçimde kullanımına dayanmaktadır. Japon hükümeti geri kalır mı?
2016 Nisan ayında “5. Bilim ve Teknoloji Temel Planını” duyurmuştur. Toplum 5.0 ve Değişim: “Bu plan ile Endüstri 4.0’daki mekanikleşme olgusuna karşılık “İnsan ve Toplum” öğelerini öne çıkaran toplum 5.0 kavramını tamamlanmıştır. Toplum 5.0, İnsan toplumunun toplumsal Değişimindeki/evrimindeki 5. Adımı olarak adlandırılmaktadır. Tarihsel yolculukta avcı bir toplum olan insanlık, yerleşik hayata geçerek tarım toplumuna dönüşmüş, üretim olgusu ile birlikte endüstri toplumuna evirilmiştir. Toplum 5.0 felsefesine göre bilgisayarın keşfi,
İnternetin yaygınlaşması ile bilgi toplumu olarak adlandırılan insan toplumu, makineler ve yapay zekanın desteği ile yeni bir dönüşüm daha geçirerek, toplum 5.0 adını alacaktır.” Endüstri 4.0, dijital dönüşüm, ‘büyük veri’ ve yapay zeka odağında geleceğin mesleklerine hazır hazır olmak için ne yapmalı? Soruya kitabı yazanların cevabı şöyle: Silikon vadisi geleceğin kritik becerilerini şöyle sıralamıştır. “İnovasyon yaratacak, veri odaklı kritik düşünme becerisi, standart iş senaryolarından gerçek zamanlı yaratıcılık sağlayacak şekilde düşünmek, çeşitli kültürlerden, kişiliklerden ve bölgelerden farklı takımlarla iletişim kurmak, hızlı değişimlere hızlı adapte olmak, Yıkıcı özellikteki durumları, aksaklıkları, ezber-bozan durumları fırsata çevirmek, iş dünyasındaki sorunlara doğru teknolojik çözümlerle bağdaştırmak, hızlı değişen işyeri kültüründe pozitif ve çözüm odaklı kalmak,” Yapay zeka dünyasının önemli isimlerinden BERNARD MARR: (veri okuryazarlığı, kritik düşünme, teknoloji becerisi, adaptasyon/esneklik, yaratıcılık, duygusal zeka ve çeşitlilik, liderlik, değerlendirme, analiz etme ve karar verme, işbirliği….Vb) diye kısaca özetliyor.
Sürekli ve istikrarlı bir şekilde, Bilgiyi, bilimi, teknik ve teknolojiyi kısacası geçmiş zaman kazanımlarını; geleceğe, yeni nesillere aktarmaya çalışırken durmaksızın çalışan üreten toplumlar ve bu toplumlardan yeniden yeşeren sosyal sınıflar ve mesleklerle refah toplumu olmayı hak edenlere kim ne diyebilir ki?
Ve tam da bu anlamda; “Silikon vadisi” nden yayılan seslere kulak vermek lazım. Gözlerdeki ışık yansımaları görecelidir diye düşünüyorum
KAYNAK:
FRANCIS FUKUYAMA/TARİHİN SONU VE SON İNSAN
Simavi yayınları- İnceleme serisi-10-1.baskı-
İngilizceden çeviren; Zülfü Diçleli-
Burhan ULUTAN/ İKTİSADİ DOKTRİNLER TARİHİ
Ötüken Neşriyatı 1. Baskı-1978
Prof. Dr. Sabri F. ÜLGENER/ Milli Gelir, İstihdam ve
İktisadi Büyüme; İst. Üni. İkti. Fak. Dördüncü baskı-1974
Dr. Şebnem ÖZDEMİR- Doç. Dr. Deniz KILINÇ/GELECEĞİN MELEKLERİ
-abaküs -142- 4. Baskı Aralık 2019