Ve Yükselen Bilimin Gücü
“21. yüzyıla damga vuracak ‘sakin güç’ bilim olacaktır, dersek,
abartma olmaz. Bunu bilim insanları kadar, teknolojiyi
mülküne almış olan kapitalizm de görüyor. İyi bilelim.
Türkiye, salgın sürecinde çarpıcı bir şeyi yaşadı.
Ülkenin bilim ve sağlık kadroları ve onlara her düzeyde
yardımcı olan emekçiler bir bütünlük halinde çalıştılar.
Yoksul Cumhuriyetin henüz 1928’de kurmaya başladığı
Sağlık anlayışı ve örgütlenmesinin küllerinden sağlığın
“marka değeri” ile satılmadığı bir toplum anlayışından.
Bilim ile emeğin insan yaşamı, insan varlığının korunması için
Kendiliğinden bütünleşmesi doğaldır.”..Prof. Dr. Bilsay KURUÇ
Banu AVAR/Hangi Dünya Düzeni? Kitabında; “küresel çete” olarak değerlendirdiği süper güçlerin komplo teorilerine benzer karmaşık siyasi ve iktisadi sosyopolitik-jeopolitik stratejik planları, oyunları, ilişkileri, gündem yaratma üzerine algı operasyonu yaratıklarını titizlikle mercek altına alıyor. Ve bu algı operasyonun yurtiçi işbirlikçilerine haklı olarak isyan ediyor, “Atlantik ötesinde kurgulanan bir oyunun kötü, beceriksiz oyuncuları bunlar, kullandıkları kelime haznesi çok dar. Ağızlarındaki sözcükler birbirinin aynı, üstlerinde eğreti bir bilmişlik…. “Değişim, Açılım, Demokrasi, Özgürlük, Hak, Hukuk” filan diyorlar… Sanki hep verili bir metni okuyorlar… Dünyaya yeni bir düzen düşünenlerin, cebimizden beynimize, dilimizden dinimize uzanan yıkıcı etkilerinden söz ederken “nasıl bir düzen” sorusunu sormak istiyoruz… Büyük balığın küçük balığı yediği, güçlünün güçsüzü parçalayıp yuttuğu orman kanunları içinde, hayvani güdülerle yaşamak mı yoksa insanlaşmak mı? Daha çok üretmek, daha çok öğrenmek, daha çok uygarlık, daha çok bilim mi? Ormanın kuytu karanlıklarında, daha güçlünün gelip bizi yutmaması için çabalayıp durmak mı? Ya da bizden güçsüz olanları vurup kaçmak mı? Nasıl bir düzendir bu böyle? Kimler bu düzenin dümeninde?
Deneyimli gazeteci Avar: ikinci dünya savaşı galiplerin 1945’te Malta’daki buluşmaları sırasında alınan kararlarda üstünde güneş batmayan İngiltere İmparatorluğu dünya liderliğini, yükselmekte olan “Yeni Roma imparatorluğu” hayallerini kuran ABD’ye bırakacaktır. Karşı kutupta Rusya yer alınca iki kutuplu dünya düzeni de başlamış oluyordu. Bu düzende Stalin, Roosevelt ve Churchill soğuk savaşın kapılarını açmış oluyorlardı. Avrupa ABD’yle Sovyet Rusya’ya karşı etkili komünizm propagandası ile korkutur. Batı: “ ya bizdensin ya da komünistsin” diyordu. Doğruya doğru; Sovyetler Birliğinin yayılmacı eylemleri de ABD’nin haklılığını pekiştiriyordu. Stalin’in boğazları istiyorum ve sıcak denizlere açılması korkusu da Batı’yı korkuttuğu bir yana esasen en büyük kabusu da Türkiye yaşıyordu. Daha önce Türkiye- Sovyetler birliği arasındaki anlaşmalara rağmen, Rusya’nın gayri insani yayılmacı ve işgalci tavrından ötürü; Batının emperyalist devletlerinin yanında yer almakla kalmadı ve de Amerika’nın önemli bir müttefiki oldu. Türkiye’nin bu kararında; devleti yönetenlerin ne kadar haklı ve ileri görüşlü olduğunu bugün net olarak görüyoruz. Esasen; Türkiye kuzu postunda kurt olan Batının niyetini çok geçmeden anladı. Buna rağmen Cumhuriyeti kuran büyük önder Atatürk’ün çok sağlam bir temel üzerine bina ettiği; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Gerek coğrafi gerekse politik stratejik planları dünyaya egemen olma emelleri olan; Batı ile Rusya arasındaki satranç oyununa dahil oldu ve derin devlet geleneğinin gücüyle oyunu kazananlardan biri oldu. Boğazlar sorununu ilk ortaya atan İngiltere Başbakanı Churchill’in ve daha sonra da 1943 Kasımında Tahran Konferansında “Türkiye’nin savaşa girmesi için ısrar eden ve ‘Ankara hükümeti, Boğazların statüsünün değiştirilmesiyle tehdit edilmeli’ diyen de Churchill’di. Türkiye’ye iki kutuplu dünyada Batının saldığı bu korkudan nasibini aldı. Bugün Türkiye’nin çok değerli bir düşünürü, Alev ALATLI dünya düzenin tarihçesini çok eski zamanlardan başladığını izaha çalıştığı iki cilt’ araştırma ve inceleme kitabında;
ALEV ALATLI/HAFAZANALLAH- NASİHATNAME-II: “Gelin, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzyıllar önce sahneye konulan ‘Yeni Dünya Düzeni’ nin’ tek din ilkesinin ete kemiğe büründürülmesi sürecinden söz edelim. Yenidünya düzeninde mevzubahis olan ‘tek din’, Yahudilikle Hıristiyanlığın füzyonu olan Evangelizm’dir. Evangelizm’in ne olduğunu bilmezsek, Amerika Birleşik Devletleri’nin niye bu kadar ısrarla ve kayıtsız şartsız İsrail’i desteklediğini anlayamayız. ABD’nin, Irakta, Ortadoğu’da, hatta Kara Afrika’da ne yapmak istediğini doğru okuyamayız. Eski Ahit’te eritilmiş, tevhit edilmiş Hıristiyanlığın temellerinin daha 1867’de kurulan ‘Kiliseler Konseyi’ tarafından atıldığını bilesiniz.” Tasavvur ettikleri dünya düzeni kurulması için; Anglo-Amerikan insanın “Evreni Fethetme seferberliğinin” önündeki engelleri kaldırılacaktır. 1620-2020, dört yüz yıllık tasavvura mim koyun diye yazıyor.
Banu Avar; 6 Mayıs 2009 tarihli televizyon programından yayınladığı ve şimdi de kitabının 130.sayfasında yer alan; “Yeni Dünya Düzeni ve Aktörleri” makalesinde Sayın Alatlı’nın, ABD’nin 400 yıllık hayallerinden milim şaşmadıklarını teyit ediyor. Bizce de
Günümüzde; ulus İmparatorluk emelinde olan ABD, AB ve de bunların büyüttüğü, geliştirdiği uluslar üstü 150 şirket ki, ABD’nin California eyaleti-silikon vadisinde; durmadan istikrarlı bir şekilde yapay zekalı robotlarla geleceği nasıl yönetiriz söylemlerine bakalım. Alatlı’nın da Avar’ın da yorumlarında ne kadar haklı olduklarını net görürüz.
“Yeni Dünya Düzeni! Bu kavram Batılı liderlerinin, dünyanın efendiliğine soyunan çokuluslu şirket yöneticilerinin, NATO liderlerinin, Birleşmiş Milletler genel sekreterlerinin ağızlarından düşmüyor. Henri Kissinger 2009’da verdiği bir röportajda ‘ Kriz var evet, ama 1945’te de vardı.’ Diyordu. O zaman ki kriz, bize bir fırsat yarattı. Krizin içinden NATO çıktı. Fırsatlar her zaman krizlerden doğarlar.”
Kissinger, Yenidünya düzenini hedefleyenlerden biri. Asırlık ömrüne rağmen hala politikanın içinde ve emperyalist amaçlar güden örgütlerin danıştığı biri. Diyor ki: “Dünya’yı kendi felsefemize getirmek için biraz daha zamana ihtiyaç var. Globalizm kazanacaktır. Bakın terör sınır tanımıyor. Ekonomi de öyle! Krizde! Tarihin bu döneminde tüm ülkeler kendi çıkarlarını uluslararası çıkarlarla aynı yörüngeye sokmaya çalışmalı.” Buna; Banu Avar’ın yorumu şöyle: “ Ne anlıyoruz? Terör var ve yayılıyor… Mücadele etmek için tek yol var, Global olmak! O, nasıl olacak? Uluslararası çıkarlara uygun davranarak! Peki uluslararası çıkarlar kime hizmet ederler? Ulusların arasında ve kılcal damarlarında dolaşan çok uluslu şirketlere mi?
Avar’ın sorduğu sorulardan biri de; Yeni Dünya Memurları kimler? Çok ilginç sorusuna da şöyle cevap veriyor. “İşe uluslararası kişiliklerle başlayalım… Dünyanın köşe başlarında yer alan kişiliklere bakın. Yıllardır hep aynı isimlerin değişik pozisyonlarda boy gösterdiklerini fark edeceksiniz. O anlaşılmaz sözcükleri beynimize zerk eden küresel karakterler onlardır. Bir gün petrol işindelerdir, sonra Cumhurbaşkanı olurlar derken siyasi arabulucu olarak karşınıza çıkarlar… Mesela Condolezza Rise, Chevron Petrol şirketinden gelir, Amerika’nın Dışişleri Bakanlığına yükselir. Clinton- ki, Rockefeller evlilik dışı oğlu olduğu iddia edilir, Arkansas valiliğinden Amerikan Cumhurbaşkanlığına gelmiştir. Dick Cheney, Petrol ve silah tüccarlığından gelip devleti yönetmiştir.
Zbigniew Brzezinski, bir dönem Amerika’nın Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanıydı. Avrupa’da Tony Blair, Bernard Kouchner, Paddy Ashdown” gibi insanların da yükselişleri böyle olmuştur. Ve bugün başta Ortadoğu, Avrasya, Orta Asya olmak üzere dünyadaki savaşların ve sonu gelmeyen çözümsüz problemlerin gündem yaratıcıların en başında bu isimler var. Yüzlercesi de yetiştiriliyor. Hepsi aynı kulübün üyeleri aynı örgütün değişik katmanlarında yer alıyorlar.
“Onlar Küreselleşme diyen emperyal bir örgütün memurlarıdırlar.”
Bu türden kitapların okunmasında büyük fayda var. Yerelde ve evrenselde siyasi olayların, ekonomik buhranların bize yansıyan olumlu ya da olumsuz etkilerin; nereden kimlerden neden ve niçin kaynaklandığını bilmenin eylemlerimizde karar vermemizde ne denli önemli olduğu inkar edilemez? Okumayan irdelemeye merak etmeyen birey için yurtta ve Cihanda; olagelen oluşumların hepsi de bir sis perdesiyle örtülüdür, dumanlıdır. Net olan hiçbir şey yoktur. Rahmetli Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şu: ‘Rübai’ sindeki :
“Parlaklığın altındaki neymiş gördük
Gündüz değil aslında geceymiş gördük
Son hamlede bir noktaya geldik, orada
Binlerce devin hepsi cüceymiş gördük” … Evet hatırası ağır da olsa, iki kutuplu dünyanın taraftarları, Lüks lambasının ışığına koşan pervaneler gibi tutuşup yandı. ‘İki kutuplu dünya düzeni’ zamanın ruhunda gerek yerelde gerekse evrenselde ideologlarının beynimize kazıdıkları Amerika, Avrupa, Rusya parlaklığı altındaki karanlığı 1990 yılında gördük. İşte o zaman nice dev zannettiklerimiz aslında cüceymiş gördük.
SALGIN SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ: Kitabın arka kapağında; Prof. Dr. Bilsay Kuruç: “Türkiye salgın sürecinde çarpıcı bir şeyi yaşadı. Ülkenin bilim ve sağlık kadroları ve onlara her düzeyde yardımcı olan emekçiler bir bütünlük halinde itfaiyeci gibi çalıştılar. Bu bir siyasi karar mekanizmasının ve maddi teşviklerle çalışan bürokrasisine benziyor mu? Benzemiyor. Bu salgında oluşan emek örgütlemesidir. Bir büyük “Sağlık Emekçileri toplumu” dur. Hekimlerden laboratuvar uzmanlarına, hemşirelere, hastabakıcılara, tanı ve bakımda çalışanlara, idari personeline, taşıyıcı ve temizlikçilere, Yemekhane çalışanlarına, şoförlere, güvenlikçilere, defindekilere, kısacası tümünü tek ortak hedefte birleştiren bir topluluk, birbirini tamamlayan bir emek zinciriyle oluşan kolektif çabanın insanları.” diye elleri öpülesi sağlık ordusunun rütbesizinden en üst rütbelisine kadar hatırlatması takdire şayandır. Kitabın içeriği son derece zengin içerikli makalelerden oluşmuştur. Makale yazarların hepsi de; Prof. Dr. Akademisyen yazarlardır.
Prof. Dr. Yalçın Karatepe/Küresel Ekonomik Etki Alanını Genişletme Mücadelesi/Dünya ekonomik entegrasyonu devam edecek makalesinde: “Salgın ilk ortaya çıktığı Çin’in küresel ekonomik sistemin tedarik zincirinin önemli bir ayağı olması nedeniyle üretim süreçlerinin sekteye uğramasına ve buna bağlı olarak da arz yönlü bir şokun yaşanmasına yol açmıştır. Küresel üretim sürecinin entegrasyonunda gelinen nokta itibariyle bir yerde yaşanan sorunların başka yerlerde de üretim sıkıntılarına yol açması kaçınılmaz olmuştur. Salgının ilk etkisi üretim tarafında görülmüştür. Ekonomik etkilerin ikinci kısmı olan Talep daralmasını ortaya çıkarmıştır. Buna bağlı olarak işsizlik sayılarında önemli artışlar yaşanmıştır. İnsanların işlerini kaybetmesi, gelirlerdeki ciddi düşüş, artan belirsizliğin yarattığı güvensizlik gibi unsurlar talebin nereyse durma noktasına gelmesine yol açtı. Bu durum talep şokunun daha derinleşmesini sağladı.” Bunun böyle olması doğaldır. Çünkü artık gerçekten dünya bir köyün mahallesinden de küçük bir mekan bile değil. Olsa olsa klavye üzerinde dolaşan orta parmak uçundaki milimetrelik bir yerdir. Küresel ekonomik durgunluğunun zirvede olduğu bu zaman diliminde değişen dünya pazarlarındaki acımazsız rekabet, giderek artan bu teknolojik rekabette, özellikle iki süper güç Amerika ile Çin’in rekabeti böyle sürerse küreselleşme sona erer mi? Sorusu akla gelmiyor değil. Salgın Yaşlı Kıta Avrupa’nın; Almanya’nın dışında acizliğini net olarak ortaya koydu. Uzun süredir ihtiyacı olan yapısal reformları yapamadığı ortada. Dünyaya demokrasi dersi vermeye çalışan Fransa gibi ülkelerin popülist partilerin krizden nemalanan kışkırtmaları gösterdi ki, 21. Yüzyılda asıl düşük yoğunluklu demokrasi ile idare edilen Fransa benzeri “Batı” nın ülkelerdir. Ve güven duygusunun tamamen kayıp olduğu ayan beyan ortada. Küreselleşme bitiyor mu? Prof. Dr. Karatepe: “Küreselleşme farklı biçimlerde tanımlanmış olsa bile bir iktisatçı açısından malların ve emeğin hareketi olarak tanımlanabilir. Bu üç grupta insanlık tarihi boyunca hareket etmiştir. Bizim coğrafyamızdan geçen ipek yolu malların ve insanların tarih boyunca hareket ettiğinin en önemli göstergesidir. Fakat Teknolojik gelişmelere bağlı olarak bu hareketlerin hızlanması küresel anlamda etkileşimi de çok hızlı hale gelmiştir. Şimdi yaşanan salgınla birlikte bu etkilerin nelere yol açabileceği de dikkate alınarak dünyanın yeni bir ekonomik modele geçmek zorunda olduğuna yönelik görüşler açıklanıyor. Burada ağırlıklı olarak küreselleşmenin sınırlanacağına ilişkin tahminler yapılıyor. Son yıllarda tedarik zinciri, finansal kaynak kullanımı karşılıklı bağımlılığı oldukça artırmıştır. Bu koşullarda yeni tedarik zincirinin oluşturulması, finansman imkanlarının sınırlanması ve mevcut durumda var olan sistemin dönüştürülmesi pek kolay görünmüyor.”
Bütün bunların ötesinde ticaret savaşı hız kesmeden devam ediyor. 1990’lı yılların başında Rusya ekonomik olarak iflas bayrağını çekmişti. Asya kaplanları ve özellikle Japonya baş döndürücü bir ivmeyle dünya serbest piyasasında esip gürlüyordu. Üçüncü dünya devletlerinin pek anlayamadığı rekabete dayalı yeni bir ekonomik mücadele patlak vermişti. Kapitalizm oyunun satranç tahtasında ABD ve AB birbirine rakip ticaret satrancının iki ustası, ilk defa Çıraklığı geride bırakmış usta bir samuray/Japonya ile rekabete girmişti. Ve çok geçmeden samurayın keskin kılıcı karşısında, ilk kez ABD dünyanın ikinci süper gücü konumuna düştü. İşte o zaman ruhunda Massachusetts İnstitute of Technology’ye (MIT) bağlı Sloan İŞ İdaresi Okulu’nun dekanı ve ekonomi Profesörü olan Lester Thurow/KIRAN KIRANA – JAPONYA, AVRUPA Ve ABD Arasında Yaklaşan Ekonomik Savaş kitabı yayınlandı.
Sistemler çökünce değişim gereksinimi de kaçınılmazdır. Komünizm çöktü. Bunun sonucu olarak, dünyanın, komünizmin kontrolünde olan bölümü de değişecektir. Bu değişim, dünya ekonomisinde yeni oyuncuları da ortaya çıkaracaktır. Komünizmden kapitalizme geçiş güç olacak. İkinci dünyanın bazı oyuncuları, Birinci dünyaya katılacak; diğerleri de üçüncü dünyaya. Başarısızlık kadar başarı da değişimi gerektirir. Başarılı piyasa ekonomilerinin dünyasında bu böyle olur. “son yarım yüz yılda dünya, ABD’nin çevresinde istiflenmiş tek kutuplu ekonomik düzenden, Japonya, Avrupa ve ABD’nin çevresinde kümelenmiş üçlü kutup düzenine geçti. Avrupa Topluluğu bir ekonomik deve dönüşme sürecinde. Modern tarihte ilk kez, doğu Kaplanı Japonya, Avrupa ve Kuzey Amerika’yla her alanda eşit olarak rekabet edebilecek düzeye erişti. Önümüzdeki yarım yüzyıl, Japonya, Avrupa ve ABD arasında rekabet ve işbirliğine dayanan üçlü bir ekonomik oyuna sahne olacaktır. Rekabette üstünlüğü ele geçirmek için birbirlerini zorlayacaklardır. Karşılıklı başarıya ulaşmak içinde iyi işleyen bir dünya ekonomisiyle varlıklarını sürdürebilmelerini ve ürettiklerinin tadını çıkarmalarını sağlayacak Global bir çevre yaratmak zorunda kalacaklardır.” Gördüğünüz gibi 30 yıl önce Çin devinden hiç bahsedilmiyor. Ancak 2000 yılından sonra, “ 1.5 milyarı geçen nüfusumla yerimde tepinirsem dünya yörüngesinden çıkar.”
Tehdidiyle bakışlar Çin’e çevrildi. Bu sefer de Batı’nın Çin ile ticaret rekabeti/savaşı dillendirilmeye başlandı,
Batı’nın kendi içinde sayıları 8-10’u geçmeyen ülkelerin “birinci Lig” de, olan ülkelerin dışında kalan dünyanın diğer ülkelerine “üçüncü dünya ülkeleri” olarak tanımlar. Ve her devirde “Zamanın Ruhu” una, uygun gündem yaratır. Gündeme uyma şartlarını belirler. 21. Yüzyılda Çin artık Batı için en büyük rakiptir. Ve Amerika yeni yeni bir gündem yaratmada peşindedir. Yalçın Karatepe hocamız “Ticaret Savaşı” başlığı altında anlattığı şöyle:
“Salgın başlamasından önce var olan ve başta Trump yönetimindeki ABD ile Çin arasında “ticaret savaşı” olarak adlandırılan küresel ekonomik alanını genişletme mücadelesi bu salgın ile birlikte daha fazla tartışılır olacaktır. Aslında bunu sadece ticaret ile sınırlandırmak da yeterli bir tanımlama olmayabilir. Ekonomik kalkınmaya bağlı olarak Çin’in gücünün artıyor olması uzun vadeli ABD strateji açısından riskli bulunuyordu. Dolayısıyla salgının yol açtığı tedarik zincirindeki aksamalar da bir gerekçe olarak ileri sürülecektir. Sınırlanmak istenen Çin’in ekonomik etkisini azaltılması ya da başka bir ifadeyle Çin’e olan ekonomik bağımlılığın azaltılmasıdır. Salgının Çin’de ortaya çıkması da buna bir gerekçe olarak kullanılacaktır. Bunun sonucu olarak belki tedarik zincirinin halkaları farklı coğrafyalara yayılabilir. Yeni yatırım fırsatları ortaya çıkarabilir. Ancak bu yatırım fırsatlarından yararlanabilmek için güçlü bir ekonomik altyapının yanı sıra hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, insan haklarına saygı, güçlü bir eğitim altyapısı ve inşa kaynağı gibi unsurlara sahip olmak gerekiyor.”
Bugün dünyanın içinde bulunduğu ekonomik kriz, bir salgın hastalığın yol açtığı ağır bir ekonomik krizdir. Türkiye; 1980’li yılların son çeyreğinden itibaren, Neo Liberal Ekonomik/Serbestleşme modeliyle küresel ekonominin içinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Doğaldır ki, Amerika’dan, Avrupa’dan, Çin’den ya da Japonya’dan; küresel ekonominin nabzını elinde tutan “süper güç” dediğimiz bu devletlerden yayılan krizler tüm dünya ekonomilerinde büyük kriz yaratır. 1998 Asya krizinin Türkiye’de Kara Çarşamba diye bilinen, 2001 krizinin hemen ardından, 2008 yılında Amerika’da yayılan kriz tüm dünyayı nasıl kasıp kavurduğunu özellikle özel sektörde işveren ve iş gören bunu çok sancılı yaşadı. Ekonomik krizlerin tahribatı sadece iş hayatı ile sınırlı değildir. “Ahlakilik kavramı” anlamında insanının tüm davranış biçimlerinde tahribat yapar.
28 Mayıs-3 Haziran2021 tarihli Oksijen gazetesinin SANAT sayfasında İlke GÜRSOY’ un, ‘Bir kez daha The New Yorker kapağını çizen ünlü illüstratör Doğan Ekşioğlu ile söyleşide; Nasıl bir duyguyla çalıştınız? Sorusuna verdiği cevabı: “Pandemi boyunca dışarı çıkmayan kişiler tanıyorum. Ölüm korkusu çok kuvetli, insanlarda bunu gördüm. Ve o duyguyu yaşamasaydım bu kapağı yapamazdım. Umudu simgeleyen açık kapı zaten çok kullanılan bir görsel, Ama insanların küçülmüş olması, şiddetli sert ışığın içeri girmesi, arkadan masmavi gökyüzü ve renkli bir New York görülmesi ile başka bir duygu oluştu. Bir korkaklık var oradaki insanlarda.” Ekşioğlu’nun, 24 Mayıs tarihli ‘Küçülmüş ve korkmuş aile’ temalı çizimi günümüz dünyasını ne güzel anlatıyor.
Gerçek şu ki; küresel ekonomik Entegrasyon var olacaktır ya da yeni bir takım ilavelerle değişime uğrayıp 4. Sanayi devrimi (Endüstri 4.0) ile yoluna devam edecektir. Asıl soru şu, ülke olarak sen ne yapacaksın?
KAYNAK:
1-BANU AVAR/HANGİ DÜNYA DÜZENİ?
Remzi Kitapevi-23. Basım- Ocak 2019
2-SALGIN SONRASI/YENİ DÜNYA DÜZENİ:
Prof. Dr. Bilsay KURUÇ- Prof. Dr. Işıl Bayar Bravo,
Doç. Dr. Barış DOSTER- Prof. Dr. Mustafa DURMUŞ,
Prof. Dr. Haluk ERDEM- Prof. Dr. Seyhan ERDOĞDU,
Prof. Dr. Hüseyin GÜL- Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ,
Doç. Dr. Mustafa GÜNAY- Prof. Dr. Yalçın KARATEPE,
Prof. Dr. Selçuk ÖZDEMİR- Doç. Dr. Mustafa SEVER,
Prof. Dr. Cemal TALUĞ.
Yayına Hazırlayanlar: Prof. Dr. Haluk ERDEM- Işık KANSU
Cumhuriyet Kitapları/ İnceleme- 1. Baskı- Haziran 2020
3-ALEV ALATLI/HAFAZANALLAH- NASİHATNAME—II
Turkuvaz Kitap- Birinci baskı- Ağustos 2019
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN/RÜBAİLER:
Türkiye İş Bankası-Kültür Yayınları-1. Baskı- 1972
4-28 Mayıs- 3 Haziran 2021 tarihli/OKSİJEN GAZETESİ:
İLKE GÜRSOY/Sanata ilgi karşılıksız bir aşk gibi olmalı