Grek dünyasında başlayan Roma imparatorluğunda devam eden orta çağda özgür düşüncenin esaretiyle sonuçlanan, XV. Yüzyılda yeniden küllerinden doğan ve XVIII. Yüzyılda “Batı/Garp” ta özgür düşüncenin zaferiyle biten “ Doğu/ Şark” ta ise bir türlü bitmeyen kavga.
Dört bin yıllık insanlık tarihinde öncelikle doğa filozofları sürekli ve istikrarlı bir şekilde özgür düşünceyi dinsel düşünceye karşı hayatları pahasına savundular. Bunların ardılları; her çağın ruhuna uygun filozoflar, düşünürler, büyük yazarlar ve büyük sanatçılar kavgaya ara vermeden mücadelelerini sürdürdüler. Bilimin aydınlığında karanlık çağlardan aydınlanma çağına evrim geçirenler kavganın galibi olan devletler olarak tarihte gelişmiş çağdaş toplumlar olarak yerlerini aldılar. Rasyonel aklın ve bilimin buluşlarıyla tarihin akışı içinde artık, 21.yüzyılda özgür düşüncenin dine, dinin de özgür düşünceye, devlete ve yönetenlerine bir baskısı yoktur. Her şey teknik ve teknolojik buluşlar sayesinde birey de toplum da enerjisini daha çok üreten insan olmak için harcıyor. Ne yapalım ki, hala özgür düşünceye vurulmuş esaret zincirini kıramamış ülkeler ve toplumlar da var. Ülkeler ve toplumlar XV. Yüzyıl kavşağında yol ayırımında donanımları ölçüsünde kimi bilimden, özgür düşünceden, sanattan yana net tavırlarını koydular. Kimileri de ata kültü, dinsel öğretilerin konforlu salıncağın da gelişmişliği de, çağı yakalamayı da ıskaladı. Gelişmiş, az gelişmiş, geri kalmış toplumların tarihi de böyle başladı. Her hangi bir toplumsal problemi bilimsel ve felsefi yöntemlerle tartışacak düşünürleri olmayan toplumlar “Şark kurnazlığı” ve günü kurtarma kültürü ile çağı yakalama palavralarıyla yangın yerine dönen kavgaya benzin dökmekten başka yaptıkları bir şey olmadı. Gündelik hayatta tartışılan dinin bilime, özgür düşüncenin bağnaz bir ideoloğun kaleminde kafa bulanıklığı yaptığı bir gerçektir. Yazılı ve görsel medyada tartışılan “ din, bilim, toplum, siyaset “ kavramları çözüm üretmekten ziyade toplumda kin nefret ve kavgaya sebep olmaktan başka bir işe yaramadı. Dine karşı özgür düşünce tarihi; bir anlamda galip gelenlerin verdiği mücadelenin de tarihidir. Bu es geçilecek bir tarih değildir. Başlangıçta insanın dini inancı yoktu. Mağarada, ağaç kovuklarında yaşadığı ve hayvandan sosyal hayvana/insana geçiş dönemine kadar ağaç, hayvan, dereler, tepeler gök gürlemesi, doğaüstü olaylar her ne şeyden korkuyorsa onu kendine tanrı yaptı. İnsanlık çok tanrılı uzun bir dönemi yaşadı. Doğa olayları karşısında acze düştüğü anda korkmaya başladı. Şimşeğin gürültüsünden ve çakmasından korktuğu için gök tanrısını yarattı zihninde ve onu memnun etmek için ona itaat etmeye başladı. Korktuğu baş edemediği her nesneyi putlaştırarak saygıda kusur etmedi.
Albert BAYET/ DİNE KARŞI DÜŞÜNCE TARİHİ: Kitabında eski Yunan’ın dine karşı düşüncenin anayurdu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz diyor. İnsanlar site devletlerinde bir arada yaşamaya başladıkları andan itibaren eski tarım döneminde inandıkları tanrılarını da beraber getirdiler. Mabetlere yerleştirdiler. “daha sonra belki de Girit’ten gelmiş olan tarikat ve ayin ehli, din gizemleri ortaya çıktı. Eski köylü dininin başlangıç döneminde de sürüp gider bunlar. Dionizos, ruhlarda hüküm sürer gibi kırlarda hüküm sürmektedir. Daha sonraları tanrılar gelip sitelere yerleşirler. Sahipleridirler bu sitelerin ve tapınaklar aracığıyla hüküm sürerler oralarda. Tanrılar artık yeryüzünde de hüküm sürmeye başlamışlardır. Ancak artık sayıları sınırlıdır. Büyük tanrılar vardır. Küçük tanrılar vardır. Büyükleri de küçükleri de kendi çaplarına göre Evreni yönetirler. Fizik dünyanın ve ruhsal dünyanın hareketlerini onların iradeleri, çok kez tutkuları ve hevesleri belirlemektedir”. Atina, Sparta, Korint, Delfi en önemli Site Şehirlerdir eski Yunanda. Özellikle Atina ve Sparta Şehir devletlerinde büyük bir uygarlığa erişmiş ve kabileden hiyerarşik devlet düzeni içinde sürekli bir şekilde gelişen devletlerdir. Sparta iki kralla oligarşi ile yönetilmektedir. Atina demokrasi yönetimi ile yönetilmesine rağmen Tanrılar her alanda antik Yunan yurttaşının kafasında üstelik insan suretinde kilden mermerden yapılmış heykeller şeklinde tapınaklarda yerlerini almışlardır. Tapınakları bekleyen rahipler tarihte ilk ruhban sınıfı olmazsa bile, özel günlerde dinin daha resmi bir hal aldığı yerlerde gittikçe güçleniyordu. Önceleri kutsal bir alandaki sade bir mihraptan zamanla büyük bazı tanrılar için korunaklı ve çok ihtişamlı devasa tapınaklar inşa edildi. Site şehir devletlerini yönetenlerin de Tanrı ve din adına toplumu yönetmek çok daha kolayına geliyordu. Ama bu sitelerde özgür düşüncenin öncüleri olan bilginler filozoflar da vardı ve egemen güçlere, tanrılara şiddetle karşı çıkıyorlardı. Sokrates dünyanın nasıl işlediğini Tanrılardan bağımsız olduklarını, evrenin işleyişini tanrılar ve metafizik üzerinde açıklamaya çalışan eski düşünce sistemini ret ediyordu. Meşhur savunmasında “Şehir devletleri tarafında tanınmış tanrıları reddetmek ve gençleri yanlış yönlendirmek” sorusuna “ Evreni açıklamaya çalışırken tanrıları reddettiğim doğru” ve özgür düşünce uğruna ölümü korkusuzca göze alıyordu. Tales M.Ö. VI. Yüzyıl başlarında dünyayı mitolojik tanrıları reddederek, nemle, yani suyla açıklaması bir devrimdi. Bilginler de filozoflar kadar cesurlar. Tanrıların hırsız, ahlaksız, fahişe yüz karası büyük ve kınanası olan her şeyi tanrılara yakıştıran büyük ozan Homeros’çu anlayış dinsel düşünceyi büyük ölçüde itibarsızlaştırıyordu. ”Ancak bütün bu olaylara rağmen, Grek dünyasının yaşantısında, ilerde tanrı tanımazların Hristiyanlara, Hristiyanların tanrı tanımazlara, Ortodoksların sapkınlara uyguladıkları zulümlerin hiçbirine rastlanmamaktadır. Özgür- düşünürlerle müminler arasında düzenli bir savaş belirtisi yoktur.
Antik Roma dünyasında Grek felsefesinden etkilenen çok az sayıda insan vardır. Daha ziyade Helen edebiyatı ve düşüncesi hakimdir. Yazılan “tragedya” larda tanrılarla alay edilir. Lucretius evreni atomlarla açıklamaktadır. Dine karşı özgür düşünceyi savunur. Üç semavi dinden biri olan ve 3000 yıllık tarihi olan Yahudilikte hem etnik hem de dini unsur barındıran dünyada tek ulusal dindir. Beni İsrail oğulları etnik biri gurubun dini ifadesi vardır. Başlangıcında bir takım kavram ve semboller varsa da yeni şartlara göre yeniden yorumlanmasıyla varlığını sürdürür. Bir dini önemsemenin çok ötesinde Yahudi kimliği ve aidiyeti ön plandadır. Yahudiliği de ulusal bir tarih, kimlik kültürel olarak yansımaktadır. Roma imparatorları tanrının temsilcileri oldukları için yeryüzünün sahipleriydiler ve her şey Sezar’ın hakkıdır. Yahudiler evrensel bir din iddiaları yoktu. Ancak tek tanrılı din inancıyla Roma toprağındaki tüm saygın tanrı ve tanrıçalara şiddetle karşı çıkıyordu. Buna rağmen imparatorların tek tanrılı semavi Yahudilik inanışa ulusal olduğu için hoş görüyle bakıyordu. Yahudiler Roma lejyonlarına sık sık saldırılar da bulundukları Romalılar için düşman olarak kabul görüyorlardı.
Yahudiliğin içinden çıkan Hristiyanlık 2000 yıllık evrensel bir dindir. Her ne kadar dine karşı özgür düşünce tarihi eski Yunanda ve antik Roma’da başlamışsa da aslında Romanın tanrı imparatorların en hoşgörülü olanları bile zamanın ruhunda özgür ve modern bir düşünce olarak bilinen Hristiyanlığı yaymaya çalışan azizleri çarmıha germekten ve parçalamaktan tereddüt etmemişlerdir. Roma imparatorluğu zayıflayınca “kurtuluş dini” olarak Hristiyanlarla birlik olup sapkın olarak nitelediği paganizme karşı savaşmak için 313 yılında Milan Fermanıyla inanç özgürlüğü ilan etti. Zamanın akışında Roma resmi din olarak Hristiyanlığı kabullendi. Artık Allah’ın hakkı da Sezar’ın hakkı da Kilisenin ve ruhban sınıfının hakkıydı. Özgür düşünce tam 1000 yıl esaretin prangalarından kurtulamadı. Bu kavganın sonundaki yol ayırımında, “BATI VE DOĞU” ülkeleri ve toplumları farklılıklarıyla tarihte yerlerini aldılar.
Durmuş HOCAOĞLU: “Batı’nın Garp oluşu : “Hakikat halde “Batı” yı “ Garp” yapan tarihsel oluşum, işte bu ikisidir. Renaissance ve Reformation ancak bu hareketler de Batı’nın, yani Avrupa Kıta’sının bütününde değil, esas itibariyle, belirli bir kesiminde, orta-batısında başlayan hareketlerdir. Bu hususa sadece kalın çizgilerle dokunulacak olursak şunları söyleyebiliriz. 1- Doğu Akdeniz bu asırlarda İslam toprağıdır, oralarda başka oluşumlar vardır. 2- Doğu Akdenizli Hristiyanlar Ortodoks’dur; ve bazı bakımlardan şarklıdır ve batı Avrupa’daki gelişmelerin uzağındadır; 3- Batı Akdeniz’in diğer ucu olanİberik yarım adasına gelince: Mazisinde uzun bir İslam dönemi yaşanmıştır. İslam kültürü her ne kadar dünyaya çok şeyler vermesine rağmen renaissance hasıl edilememiştir. Diğer islam ülkelerinde olduğu gibi. İspanyolların Müslümanlarla uzun süren harpleri İslam kültürüne karşı bir itme, bir düşmanlık etmiş ve burada Katolisizm’in bağnazlaşmasına yol açmış olmalıdır. Bütün bunlar, Akdeniz’in doğusunun ve batısının “Avrupai oluşumlar” ın, Batı’yı Garp yapan modernleşmelerin dışında kalınması sonucunu doğurmuştur.” Ve bize göre dinle özgür düşüncenin kavgasını bugüne kadar sürmesinin de sebebidir diye düşünüyorum.
KAYNAK:
ALBERT BAYET/ DİNE KARŞI DÜŞÜNCE TARİHİ
JEAN JAURES/ LAİKLİK- BROY YAYINLARI- 3. Basım Eylül 1994
Çeviren: CEMAL SÜREYA
TOKTAMIŞ ATEŞ/ DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE LAİKLİK
Ümit Yayıncılık- 3. Baskı Haziran 1994
DURMUŞ HOCAOĞLU/ TÜRKİYE GÜNLÜĞÜ DERGİSİ-Makale
Temmuz-Ağustos sayı: 29- Sekülarizm, Laisizm ve Türk laisizmi