Biz Mektup Yazardık.
21.yüzyılın “Z-Kuşağı”, mektubun çok önemli bir haberleşme aracı olduğunu bilmez. Y ve X Kuşağında yer alan (“medya keş”)* ler de unuttular sevda kokan yârin mektuplarını, ancak birileri var ki benliklerinde kodlanmış bu haberleşme aracını mümkünü yok unutmazlar. Kuşakları yıllara göre tasnif edenler. 1940 ve öncesi doğanlara bu ayırımda yer vermemiş. Bizce değerli yazar Mina Urgan; yazdığı “Bir Dinozorun Anıları” kitabında bu nesle dinozorlar kuşağın isim anası olmuştur diye düşünüyorum. İşte bu dinozor kuşağının doğduğu yıllardaki hayat tarzı; bu günkü yaşamdan çok farklıydı. Yoksul Anadolu çocukları yatılı okumak için devlet kapısında imtihanlara girerdi. Kazanıp kazanmadığını, gündüz düşünde, gece rüyasında ama her an eli yüreğinde bir haber alma mektubu’ nu beklerdi.
Yar mektubu başlı başına romantizm kokan ve içeriği sevgilinin kokusuna, edasına, gözlerinin rengine duyulan özlemin kaleme alınması bir edebi yazım gibiydi. Zaten mektup yazanın yardım alacağı yazarlar, şairler vardı. Yar mektubunda Yesari Asım Beyin bu güftesi, mektup yazanının aşkın hallerini ne güzel dile getiriyor:
“Sevda yaratan gözlerini her zaman öpsem
Doymam güzelim haşre kadar hep seni sevsem
Ruhumda o saf duyguların nuru yanarken
Doymam güzelim haşre kadar hep seni sevsem
Siyasi, edebi, ilmi konularda yazılmış, belge niteliğinde kıymete haiz olan mektupları paylaşmak gayesiyle başlayalım.
*
AHMET ARİF’TEN LEYLA ERBİLE;
“LEYLACIK.
Bineceğin trenlerin soluğu tükenmesin.
Ayağını attığın yerler deprem görmesin.
Denizler uslu, vapurlar yollu olsun.
Ferman et rüzgâr beni de alıp oralara atsın.
Mutlu ol. Allah beni kahretsin.
Gözlerinden öperim. Ellerinden öperim.
Öperim kızı öperim. Öperim oğlu öperim.
Ahmet Arif.- kaynak: fikriyat.com galeri edebiyat
NAZIM HİKMET’TEN KEMAL TAHİR’E;
“Kemal kardeşim. Ellerin dert görmesin, yazdığın romanların yalnız isimlerini okumak bile yüreğime ferahlık verdi. Mademki tetkikten geçmişler. Neşirlerinde mahzur görülmemiş, bütün temennim hiç olmazsa bir tanesinin bir gazetede yayınlanması ve bu suretle hem bizim güzelim Türkçemizle hem de yeryüzünün en namuslu halklarından biri olan Türk halkına dair ne mükemmel romanlar yazabileceğinin anlaşılması, genç romancılara bir ders kitabı vazifesi görmesi, hem de sana bir miktar dünyalık sağlamasıdır. Nazım Hikmet” kaynak:fikriyat.com galeri edebiyat
Ernestine’den Bedri Rahmi’ye
Bedri Rahmi Eyüboğlu, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’na verilen Avrupa bursundan yaralanarak Paris’te Andre Lhote’un atölyesinde arkadaşı, ressam Cemal Tolu’yu ziyarete gider. Kapıyı, yüzü gözü boya içinde güzeller güzeli Ernestine açar. Dört yıl boyunca birbirlerine mektup yazar iki ressam âşık.
“Bedri. Ruhumu okşayan iki mektubunuzu birden aldım. Lyon’a ne zaman dönmüş olabileceğinizi hesaplıyor ve mektubunuzu sabırsızlıkla bekliyordum. Lyon şehrini hiç tanımaz ve merak etmezdim. Şimdilerde çok merak ve hayal eder oldum. Kalbimde tatlı bir heyecanla yazıyorum. Odamın her köşesi bana sizi hatırlattı. Odamın içine sinen sigara dumanı kokusu bile, bana artık gittiğinizi hatırlatıyor. Bu da benim yüreğimi sıkıyor. Zaman zor geçiyor. Ama önümüzde daha yaşanacak nice aylar var. Bedri, çalışmalarınızda size cesaret dilerim. Kopya etmek istediğiniz ‘Gauguin’ tablosunda şansınız açık olsun. Bunu bütün kalbimle diliyorum. Ernestine…
Bedri Rahmi Eyüboğlu yazıyor. “Ernestine; mektubunuz dün elime geçti. Nasıl da bekliyordum mektubunuzu, özellikle bu son iki gün, tamamen çılgın gibiydim. Uçakla gelen mektubunuz bana güzel bir fotoğrafınızı getirdi.
Şu anda ne yapıyorsunuz? Yaramaz gözleriniz ne âlemdeler? Yüzünüzde göz izleri var mı? Elleriniz eldivenleriniz nasıllar? Ne kadar da sıcacıktılar. Onları ne kadar çok sevmiştim. Bir gün yine bütün bunları sizden isteye bilirim. Ah! Ernestine. Fransızca yazmak bana çok zor geliyor. Bu yabancı kelimelerle bir türlü size duygularımı yansıtamıyorum. Bütün bunların bir rüya olmadıklarını bana sadece mektuplarınız söylüyor… B. Rahmi..
NAZIM HİKMET’TEN SABAHATTİN EYÜBOĞLU’NA MEKTUPLAR:
Sabahattin Eyüboğlu, kardeşi Bedri Rahminin Ağustos 1948’de yayımlanan “KARADUT” şiir kitabı hakkında, Nazım Hikmetin düşüncesini öğrenmek ister. İşte nazımın mektubu: “Gelelim kitap (Karadut-1948) hakkında düşüncelerime, ikidir ısrarla kanaatlerimi yazmamı istediğin için ve sırf sen okuyasın diye bunları söylüyorum.
Bence kitap haline geldikleri andan itibaren şiirler ya kıymetlerini kaybediyorlar yahut bilakis değerleri çoğalıyor. Mısra, beyit, kıt’a ile şiirin bütünü arasındaki münasebet gibi bir şey. Yahya Kemal’in ne güzel mısraları, beyitleri, kıt’aları vardır da, bunlar bir kül halinde tek bir şiir olmadan önce dilden dile dolaşırken nasıl güzeldirler de şiir haline gelince, vahdet halinde, yani bir mimari içinde okununca değerlerini kaybediverirler. Bedri’nin kitabının başına aynı şey gelmiş, fakat şiirle kitap münasebetinde. O şiirlerden bazılarını ayrı ayrı okumuştum, uzun fasılalarla, fakat şimdi kitap halinde birbiri ardınca okuyunca beni hayal inkisarına uğrattılar. Bir araya gelince kitabı monoton yapmışlar, monoton da değil, daha başka bir şey, hatta muhteva fakirliği. Ve bu muhteva fakirliği damgasını şiirlerin tekniğinde de aksetmiş. O kadar ki imajlar, renkler, mısra kuruluşları boyuna tekrar ediyor. “Halk şiiri” stilizasyonu bütün kitaba hakim, fakat bu da işleme bakımından yeknesak. Sonra Bedri gibi çok kuvvetli bir şairde insanı şaşırtan teknik unsurlar var. Kitabı açtım rastgele bir misal veriyorum.
Ekmek parasına gelince
Sırat köprüsünden beter
Kıldan ince kılıçtan keskin
Öyle bir musibet ki
Ne sen sor kardeşim
Ne ben söyleyeyim…
Şiir dediğin nesne yılan gibi olmalı, hem her parçası ayrı ayrı yaşayabilmeli hem de bütünü bir kat daha kuvvetle hayatiyet kazanmalı.
Kitabı hazırlayan, HUGHETTE EYÜBOĞLU ve editör RUKEN KIZILER’ in titiz, itinalı ve özenerek hazırladıkları 483 sayfalık bu kitapta; Cumhuriyet tarihimizin en renkli şairleri… öykü, roman yazarları, Türkologları, arkeologları, Müzecileri, sanat tarihçileri, Türk folkloru ve edebiyatçıları, dilbilimcileri, ressamları, mimarları, sanat eleştirmenleri, yayın evi kurucuları, yazar akademisyenleri, gazeteci yazarları, köy enstitüsü ve meslek okulları kurucuları, erken Cumhuriyet dönemi milletvekilleri, siyasetçileri, bankacıları, sanayicileri, akademisyen diplomatları, modern kütüphaneciliğin kurucuları, çevirmenleri kısacası Cumhuriyetin modernleşme projesinin uygulayıcı entelektüel takımının gözde insanları, hepsi de özgün düşüncelerle, fikirleriyle icraatlarıyla “aktif ve pasif modernleşme” projesinin mimarları olan bu insanlar çoğu Türk aristokrasi sınıfına mensup olan ailelerden geliyor. Üstüne üstelikte de çokları gazi Mustafa Kemal’in ulus aydınlanması projesinde özgün fikirlerin konuşulduğu sohbet sofrasında yer almış insanlar……..
Ali TUR/Çocuklar da mektup yazardı:
…Saba makamında Bedri Orcan’nın çıplak sesle okunan sabah ezanıyla uyandı. Abdest aldı, tahta bavulunda seccadeyi çıkardı, ağır ağır çiy taneleriyle hafif ıslanmış avludaki soğuk taşlara aldırmadan kıbleye doğru serdi.
Başı secdeden kalkmadan dudaklarından ezbere bildiği Arapça dualarının hiç biri dökülmedi, yüreği, beyni derin bir sessizlik içinde Allah’ı; o anda yaşadığı yerin dışında başka bir Âlem-penah ve boyutta; tasavvurundaki mekâna davet etmişti bu garip çocuk.
Gaipten bir ses: “çağırdığın yer için ve ben ordayım.” Anda! Davet kabul görmüştü. Hissettiği konuşma dili ne Arapça ne de Kurnanca’ydı. Meramını anlatacak yegâne dil Türkçe olduğunu ve Allah’ın bundan hoşnut olduğunu beyinsel bir rahatlıkla devlet babaya yazdığı dilekçedeki arzuhalini harfiyen arz etti kutsal olan babaya. Başını secdeden kaldırmadan huzurunda bulunduğu yüce varlığa duyduğu saygıdan, sessizce ta yüreğinden gelen gözyaşları seccadeyi ıslatıncaya kadar alnı soğuk sert taşlık zeminde bir süre öyle kıpırtısız kaldı. Arzuhalinin yücelerin yücesinin katında kabul gördüğünü benliğinde hissettiği anda başı ve gövdesi bir tüy hafifliğinde secdeden kalktı.
Güneş yüzünü gösterdi. Pansiyon sakinleri hala uykuda, mahalle, sokaklar bomboş ana cadde üzerinde esnaf dükkânlarının oluklu saçtan kepenkleri peşi sıra paslı, gıcırtılı, kulak tırmalayıcı seslerle açılıyordu.
Boran neşeliydi. Gece yazdığı dilekçesinin buruş-kırış olmaması için harita defterinin içinde taşıyordu. 1.5 Km’lik, yolun sonunda Mardin Postane binasından içeri girdi. Gişe memuru mahmurluğunu kahve içerek gidermeye çalışıyordu. Boran usulce gişeye yaklaştı.
-Bir zarf ve iadeli Taahhütlü mektup için pul istiyorum.
-Nereye gidecek bu mektup?
-Türkiye Büyük Millet Meclisine. Başbakan Adnan Menderese
-Ver şunu bir okuyayım çocuk başını yakmayasın. Belli ki talebesin.
-Hakkımı yediler. Buruk kırgın bir sesle tekrarladı.
SAYIN ADNAN MENDERES.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANI- ANKARA
Mazıdağı köylü fakir bir çiftçi olan Şeyho Mahmutke’nin oğluyum.
Babam beni okutmak için yazın kavurucu sıcağında harmanın tozu dumanı içinde ailesinin kışın tüketeceği rızkından keserek buğday, mercimek, nohut, arpa, pekmez, yağ gibi nesi varsa; Mazıdağı-Mardin arasındaki dağlık kestirme yolunda sırtında taşıdı. Mardin tahıl pazarında satarak beni okuttu.
İl özel idarenin yardımı olan pansiyonda günde sadece bir öğün olmak üzere yemek yiyerek Orta sanat okulunu üst üste 3 senedir iftihar listesine geçerek bitirdim. İki senelik enstitü kısmını yatılı okumaya hak kazanmama rağmen okul idaresi beni Edirne yatılı sanat okuluna göndermedi. İftihar listesinde ismi olmayan bir arkadaşımı gönderdiler. Bu arkadaşım okulumuzun müdür muavinin akrabasıdır. Benim hakkımı yediler.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümeti olan ve derdini anlamaktan aciz köylü halkının yanında olan Demokrat Parti babalarımdan hak ettiğim Edirne sanat enstitüsünde yatılı okumak istiyorum. Saygılarımla ellerinizden öperim.
Adres: Boran Mahmut oğulları: Erkek Sanat Enstitüsü-Mardin
Dilekçeyi okuyan memurun mahmurluğu gitmiş yüzüne içten gelen bir tebessümle resmi evraklar için kullanılan bir zarfın üzerini mürekkepli bir kalemle okunaklı bir şekilde adresin tamamını yazdıktan sonra iadeli taahhütlü evrakını tanzim ederek mühürledi ve damgaladı. Hayli yer kaplayan pulları da yapıştırdıktan sonra Posta kutusuna attı. İadeli posta kuponun bir parçasını verirken tembih etti.
-Bunu sakla. Mektubun başına bir şey gelirse bununla araştıracaksın.
Boran mahcup bir şekilde elindeki bozuk parayı uzattı. İşlemlerin bu kadar pahalı olacağını hiç tahmin etmemişti. Gişedeki memur sevimli; Arapça aksanıyla;
-Bugün PTT hizmeti parasızdır. Haydi, var git yoluna çocuk.
Boran’ın yüreği; Allah’a olan güvenin bin bir ışıltısı ile aydınlandı huzur buldu bu sabah. Merhametli devlet memurlarının varlığı insanı Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı olarak devletine aidiyet duygusuyla yaşamanın mutluluğu hiçbir şeyle ölçülemezdi. Okula uçarak geldi. Bahçede müdürle karşılaştı ,ne tuhaf bir gündü. Müdüre kızgınlığı bile geçmişti. Çocuk yüreği kaygılardan azade olarak Hüseyin Bulca hocanın Mekanik dersine girdi.
KAYNAK:
1-BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU/Çağdaşlarından Mektuplar/BİZ MEKTUP YAZARDIK.
Hazırlayanlar/Hughette Eyüboğlu- Editör: Ruken Kızıler
İş Bankası Kültür yayınları- Birinci Baskı. Nisan 2015
2-Ali TUR/ Yayınlanmamış Hikâyelerimden /Boran Beyin Gece Düşleri