Ölüme Kadar Gülümseyerek Giden Bir Millet Ferdi Daha Görmedim….
Mareşal Liman von SANDERS
Mehmed NİYAZİ: “Tarihi roman gerçeğe sadık kalmalıdır;
ancak o atmosferi okuyucuya teneffüs ettirmek için malzeme kabilinden
tarihe mal olmayacak kahramanlar kullanılabilir;
ama Çanakkale’de o kadar çok kahraman var ki,
buna da gerek duymamıştır.”
Mehmed NİYAZİ/ÇANAKKALE MAHŞERİ Kitabın önsözünde, Müttefik Orduları Başkomutanı General Jean Hamilton’dan bir alıntıyla başlıyor anlatmaya, “ Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünya’da hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan Cenabı Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilinir…”
Ve Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı; Mareşal Liman von Sanders anlatıyor: “Bir asker için mutluluk veren bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı… Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.”
Yazarın sitemi ise destansı bir söylemdir. Lirik bir şiirdir. “Ey Boğaz’ın hülyalı suları!.. Şimdi hürriyetin neşesiyle yeşil tepelerin eteklerine köpüklü dalgacıklarınızla dantelalar işliyorsunuz… Sizleri çiğnemeye gelen O, çelik devlere karşı kükreyemez miydiniz?... Siz ey Kanlı sırt, Koca çimen, Kabatepe, Alçıtepe!.. Baharın şu günlerinde üzerinize bir gelinlik gibi düşen güneşin pırıltıları altında bahtiyar uyuyorsunuz. Pütürgeler Bilal, Yozgatlı Kınalı Murat, Ezineli Yahya Çavuş, Konyalı Mıstık ve iki yüz elli üç bin vatan evladı kemiklerini sizlere siper etmeseydiler, haliniz nice olurdu! Bedelinizin ağırlığını göstermek için mi alev saçan namlulara karşı lavlarınızı püskürtmediniz!...”
Denizden, karadan, havadan emperyalist güçlerin orduları, deneyimli komutanlarının yaptıkları stratejik savaş planları ve çağın en modern gelişmiş teknolojik silahlarla acımazsızca saldırılarına etten kemikten vücutlarını siper etmiş bir neslin destansı savaşıdır. Ölümüne gülerek yürüyen vatan savunmasını yapan bir milletin vatan sevgisinin ruh halini Mehmet Akif Ersoy; Çanakkale Şehitlerine şiirinde ifade etmiştir. Tıpkı Mareşal Liman von Sanders’ın, hayranlık duyduğu gibi, inancı ve cesaretiyle şehit düşerken bayrağını yere düşürmeyen kahramanların ruh halini dile getirmiştir.
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Ne hayasızca tahaşşüt (toplanma) ki, ufuklar kapalı
Nerde- gösterdiği vahşetle “bu; bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi (hapishane ) yahut kafesi
Çanakkale/Gelibolu savaşlarının kazanılmasında; Anadolu insanının ruhunda var olan vatan sevgisi sağlam bir mantıkla mücehhezdir. Yurt edinmenin zorluklarını göğüslemesini bilmiştir. Kıtalararası göç yollarında aşılmayacak engelleri geçit vermez orduları yenerek Anadolu’yu yurt seçmiştir. Büyük devletler kurmuş, Dünyaya hâkim olmuş imparatorluklar kurmuş, medeniyetlere imza atmış, yükselişlerinin azametlerini, yıkılışlarının hezimetini görmüş bir milletin evlatları olarak yurtsuz kalma korkusunu da benliğinde ruhunda gelecek kuşaklara irsiyet mirası genlerinde kodlanmıştır. Vatan sevgisinin harcı: kimine göre dinsel inancı, kutsal kabul ettiği değerleri, cesaret, kahramanlık kültü ya da yurt edinme hırsı ile açıklanabilir. Ama bunların hepsi de toprak Ana/”Ana yurdum” ile dile gelen vatan sevgisi bütünü içindeki her birisi kendi içinde yüceliği olan detaylardır. Cevher madeni olan vatan parçasıdır. İnanç, din, cesaret, kahraman kutsal olan ne varsa hepsi bu maden cevherinin birer mücevheridir. Bu milletin analarının ruhları bu mücevheratla çok zengindir. Evladını Çanakkale’ye gönderirken; “Seni biz Allah yoluna kurban gönderdik” Cephe’ye uğurlarken, vatan Uğruna ölmek şehitlik mertebesine erişmek inancıyla ve mantığıyla dik durmasını bilmiştir. Çanakkale Mahşeri romanındaki kahramanlardan biri de; 18 yaşına yeni girmiş Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Kara Yakup köyünden silah arkadaşları arasında “Kınalı Murat” diye takıldıkları yeni bıyıkları terlemiş askerin hikâyesini okurken, Jean Hamilton’un; İnsan ruhunu yenmenin mümkünü yok tespitinde ne kadar haklı olduğunu kavrayabiliyorsunuz. Binbaşı Mahmut Sabri Eratın hal hatırını sorarken saçları kınalı Murat’a; “Saçlarına niye kına yaktın” diye sorar, utanan delikanlı cevap veremez. Onun mektuplarını yazan Yusuf ağabey dediği çavuşuna yüzü kızararak mektubumda anama yazar mısın? Kumandanım kınalı saçlarımı sordu da cevap veremedim. Kardeşlerim askere giderken saçlarını kınalamamasını yazalım. Alçıtepe savunmasında Yusuf, Hasan Şakir, Kınalı Murat aynı hattaydılar. Ve burası mahşerin tam da ortasıydı. Hamilton ava çıkmış bir sırtlan kudurganlığıyla durmadan obüs toplarıyla sadece insan değil koca tepeleri yok etmeyi planlamıştı. Ve bu mahşerde toprak ana Kınalıyı bağrına aldı şehitler otağına uğurladı. Asker mektubu dağıtılırken Yusuf’un elinde Kınalı Murat’ın mektubu ile kalakaldı. Mektupta;
“ Evladım Murad. Kumandanına cevap vermemene üzülen anan şöyle diyor. “Zabit efendiye söyle gözümün nuru Murad’ım; sen bizim İsmail’imizsin. Seni biz Allah yoluna kurban gönderdik. Nasıl bir kurbanlık koçlar kınalanıyorsa, ben de saçlarına kına yaktım.” Baban Halimoğlu Mustafa. “Çanakkale Mahşeri” nin, kahramanları; Kınalı Murad, Yusuf, hasan çavuş, Ömer çavuş, Tıbbiyeli Recai-Şefik, molla Kazım, Zühtü, Musa, Davut, Konyalı Mıstık, Pütürgeli Bilal gibi küçük rütbeliden kurmay subayına kadar yiğitçe savaşan Anadolu insanın savaşıdır. Mektup dahi yazacak kadar okuması yazması olmayanlardan yüksek mektep görmüş ve bir neslin entelektüel takımının bu mahşerde nasıl yok olduğunun da gerçek hikâyesidir. Madalyonun öbür yüzünde ise bu mahşerde yenilenin gözüyle Çanakkale savaşı gerçeği de var.
Nigel STEEL – Peter HART: GELİBOLU- YENİLGİNİN DESTANI/ Kitabının önsözünde: “ 1915 Ağustosu sonunda Gelibolu’daki savaş en azından bir İngiliz askerini, Er Ernest Lye’i düş kırıklığına uğratmış bulunuyordu. Lye, savaşın başlarından ne romantikliğe ne de şerefe rastlamıştı. Onun yerine savaş alanın sefalet ve rezaleti, yaşadığı yoğun düş kırıklığı ve umutsuzluk şimdi ömrü boyunca hatırlayacağı bir karabasan olmuştu. Gelibolu çok önemli olduğuna inanarak, işte bu deneyimin yoğunluğunu sıradan İngiliz askerinin görüş açısıyla ayrıntılı bir biçimde ele almaktadır.” Er Ernest Lye’in, masumiyetini kirleten savaş bakanı Feldmareşal Lord Kitchener’la Amirallik birinci Lordu Winston Churchill; İngiltere’nin denizde ve karada savaş gücünün üstün kabiliyetinin denenmesi ve yüzde yüz Çanakkale’yi altı saat içinde geçip Osmanlı başkenti İstanbul’u işgal edeceklerine olan inançlarıydı. Karşılarında “Hasta Adam” dedikleri ve üstelik beş Cephe’de savaşan bir devlet vardı. İstanbul’da ikinci bir boğazla Karadeniz’e ve Rusya’nın güney topraklarına ulaşmak planlarıydı. Ama kötü planlanmıştı. “18 Mart sabahı Boğaz’ın, Geçitteki tabyaların yaklaşık 7 Kilometre yakınına kadar mayınlardan temizlendiği bildirildi ki, bu da filonun manevra yapacağı alanın güvenli olması demekti. Ancak ne yazık ki, durum hiçte öyle değildi. Türk mayın gemisi Nusret on gün önce, 8 Mart’ta, İngiliz zırhlılarının bölgedeki hareketliliğinin görülmesi üzerine Erenköy koyu kıyılarına paralel olarak yirmi mayınlı bir hat döşenmişti. Bu bir tek mayın hattı bile Müttefiklerin planlarını altüst edecekti.” Yarbay Worsley Gibson: “ Saat 14’te Fransız gemisi Bouvet’ nin sancak tarafından daha sonra siyaha dönüşen küçük bir sarı duman bulutu yükseldi. Ağır yara aldığı belliydi. Çok da hızlı ileri gitmekteydi. Ve az sonra direkleri suya girdi, büyük bir duman ve buhar sütunu yükseldi. Ama her hangi bir patlama olmadı. Ve birkaç saniye sonra sulara gömüldü.”
Er Robert Bird; “Hindistan’dan gelenlerin hemen hemen hepsinde belsoğukluğu falan gibi şeyler vardı. Bazılarının durumu çok kötüydü. Ben onlardan uzak dururdum. Hindistan’dan gelenler hep böyleydiler. Bunların bize herhangi bir sağlık tehdidi oluşturmamaları için sık sık sağlık kontrolünden geçerdik.”
Bırakın altı saat içinde Çanakkale’nin geçilmesini; “Çanakkale geçilmez” olduğunu anlayan komutanlar karadan bunu başaracaklarını sandılar. Ama çok geçmeden, “ Mustafa Kemal şaşırtıcı bir insandı” dedikleri yüreği boğazın sularından derin, vatan sathı kadar büyük komutanla karşılaşınca umutları söndü. Ve onlar da anladılar ki “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” “Çünkü Türkler ana yurtlarını kâfir istilacıya karşı savunuyorlardı. Ve onların kararlıklarından kendilerine bir üstünlük sağlıyordu.”
KAYNAK:
Mehmed NİYAZİ/ÇANAKKALE MAHŞERİ
Ötüken Neşriyat A.Ş. 44-45. Basım Arallık-2006
Nigel STEEL – Peter HART/GELİBOLU – YENİLGİNİN DESTANI
Çeviri – Mehmet HARMANCI-Epsilon Yayıncılık 3. Baskı Mart 2005