Lebibe Nihal Yazar/Merdivenler
“Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Ruhum bunu acısından bildi.
Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Gönlüm ona pervane kesildi.” (Ahmet Haşim)
“Onun şiiri de, nesri de hiç bir yabancı unsurla karışmamış pınar suları gibi özgündür.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu…
Çetin ALTAN/KALEM BAHÇELERİNDE YEDİ HAYAT/: Kitabında; yedi usta edebiyatçı için yedi öykü anlatır. Keman Solo başlıklı birinci öyküde: “Bir sınıfta edebiyat dersi… Kürsüde edebiyat öğretmeni… Kara tahta önünde okul üniformasıyla bir kız öğrenci… Haşim’den ezbere bir şiir okuyor:
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Usta yazı adamı Çetin Altan: Şiirde Sembolizm akımının Türk edebiyatında öncü şair’ i Ahmet Haşim’i şöyle anlatıyor. “Bugün okullardaki edebiyat derslerine Ahmet Haşim’e yer vermeyen bir program düşünülemez… Ama Haşim sağlığında, biraz da kendi ruhsal yapısı gereği, aksi, öfkeli ve geçimsiz bir hırçınlıkla yalnızlık kuyularının derinliklerinde yaşadı.
Ürkerim kendi hayatımdan
Sanki kandır şakağımdan akıyor
Bir kızıl çehrede ateş gözler
Bana güya ki içimden bakıyor
Aslında Haşim, eleştiri bölümü yoğun da olsa, sağlığında da çok ilgi çekmiş bir sanatçıydı. Kaldı ki, Yakup Kadri gibi, Abdülhak Şinasi gibi büyük kalemler Haşim’in getirdiği yeni seslerle, anlatımların değerini çok çabuk anlamışlardır. Yakup Kadri Haşim’e yazdığı bir mektubu şöyle bitiriyordu. ‘Muasır Frenk şairlerinden biri de kendisi için – Ben suya taş atan adamım diyor. Buradaki sudan maksat, ammenin ruhu değil midir? Şair bir havuzun kenarında eğlenen bir çocuk gibi bu suya taşlar atıyor ve her taş, kendi sikleti ve cesametine göre bir takım halkalar açarak ve sesler çıkararak suyun dibine dalıyor. Ey Türk şairi, senin taş attığın yer ise, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluktur.’
“Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar,
Dalmış üstündeki kuşlar yade
Bize bir zevki tahattur kaldı
Şu sönen gölgelenen dünyada…”
Haşim’in gerek Türk şiirine getirdiği yeni bir rüzgarla gerek düz yazılarındaki tazelikle Türk edebiyatında seçkin yeri her zaman olacaktır.
AHMET NECDET/ Modern Türk Şiiri: Başlığıyla sunduğu yapıtında, modern Türk şiiri’ nin kaynağı ve kökeni nerededir? Araştırmasında öncü şairler olarak Yahya Kemal ve Ahmet Haşim olduğunu söyler. Nazım Hikmet’i de onlarla bir tutar. Şair ve deneme yazarı Enis Batur’a göre Türk şiiri, Baudelaire’i ve modern insanın sancısını ilk kez 1910-1920 arasında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim ile keşfetmiş, bu keşfin ürünlerine yansıması ise 1920’lerden başlayarak gündeme gelmiştir. Şair, yazar ve çevirmen Güven Turan da: “İlk modernist şairimiz Ahmet Haşim’dir” düşüncesini dile getirir. Edebiyat-ı Cedide’ ye karşı bir topluluk olarak Fecr- i Ati’ nin dikkate değer üyesi Ahmet Haşim, çarpıcı sivri dili ve farklı kişiliği büyük bir ilgi toplar. “Yarı karanlık imgelerle yükle, simgeci, içe dönük kapalı ve ‘saf şiir’ ardından koşan bir dünyadır. Bu yanıyla Milli edebiyat akımının dışında kalır ama, ’Göl saatleri ve Piyale’ ile Modern Türk şiiri için bir başlangıç noktası oluşturur.”
Doğayı taklit eden bir ressamın eserini okumak ne kadar kolaysa, doğayla bağlarını koparan sanatçının evrene açılma ve yaratma özgürlüğünde yaptığı bir “soyut” yapıtı okumak oldukça zordur. Çünkü “ soyut sanat görüneni vermiyor. Bir düşünceyi görselleştiriyor (Paul Klee). Resimde, heykelde, mimaride, çağdaş sanat dönem dönem “Akım Sonrası” olarak bilinir. Edebiyatta da Roman ve şiir yazma sanatında da aynı şekilde zaman zaman bir akımın adı ile anılır. XIX. Yüzyıl rasyonalizm/pozitivizm akımına karşı bir tepki olarak Sembolizm akımının kaynağı psikanalizimin şaşırtıcı “imgeler simgeler” de arayan şairler, roman ve öykü yazarları, ressamlar ve plastik sanatların her alanında “sanatta gerçeküstücülük ve sanatta yaratıcılık” konusunda ürün verildiği bir dönemde ortaya çıkmıştır bu akım.
Jean CASSOU/Sembolizm- Sanat ansiklopedisinde: sembolizm anlayışını şöyle anlatır: “XIX. Yüzyıl sonu ile XX. Yüzyıl başı döneminin gerçek şair ve sanatçılarında görülen ve yaratıcı imgelemeleriyle besledikleri belli bir kişisel ve başkalarına devredilmez derinliğe Sembolizm adı verilmişti. İmgelem değimi de özellikle kullanılıyor burada, çünkü bu kavram bütün gücünü düş değiminin özgürce simgelediği şeylerle uyum halinde olmasından (örtüşmesinden) almaktadır. Bir yaratıcının imgelem gücü ne yerleşik kurallardan, ne benimsenmiş örneklerden, ne de zorunlu kaynaklardan yararlanır. Hiç kuşkusuz, onun, her zaman ve bütün sanat akımlarında sanatsal yaratının başlıca etkeni olduğu kanıtlanabilir; ama Sembolizmde, onun anlayış ve estetiğinde, imgelemin bu ağır basan belirgin niteliğinin özellikle bilinçli ve ısrarlı bir doğrulamasını görmek zorundayız.” diye anlatır.
Gün bitti. Ağaçta Neş’e söndü.
Yaprak ateş oldu, kuş da yakut:
Yaprakla kuşun parıltısında
havzın suyu erguvane döndü.”
(Ahmet Haşim: (Renk, Işık ve Akşam Şiirleri) İşte bu şiirlerin ustasını anlatan bir roman:
Lebibe Nihal YAZAR/ MERDİVENLER: Raftan kitabı eline alan okur istem dışı evirir çevirir arka kapağında yer almış kitap hakkında yazılmış bilgilere bakar. Kitap hakkında bir ön bilgiye vakıf olur. Merdiven romanının arkasındaki sunuş yazısındaki bilgiler okuyucuyu yanıltabilir, kitap’ ın içeriği Ahmet Haşim ile eşi Zarife Güzin Hanım’ın aşklarından ibaret sanılabilir. Tabii söz konusu Haşim gibi bir şair olunca okurun beklentisi tamamıyla önyargılı olabilir. Ve her ne kadar bu bir aşk romanı da olsa, ilk sayfalardan itibaren bu roman aslında Osmanlı İmparatorluğunun son dönem çalkantılı dünyasını anlatan tarihi bir romandır. Batı edebiyatında tarihin gerçek olaylarından yola çıkarak yazılmış büyük eserleri yazan büyük sanatçı yazarlar kendi toplumlarına tarih bilincinin edinmesinde büyük hizmetleri olmuştur. Tolstoy “SAVAŞ VE BARIŞ” en güzel örnektir. Sadece tarih de değil bir dönemin siyasal, iktisadi ve sosyokültürel tarihinin de edebiyatçıların incelemesi araştırması ve anlatması toplumun aydınlanmasında çok faydası olur. Charles Dickens: “İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ” romanında anlattığı Fransız devrimini hangi tarih öğretmeni Fransız ihtilalini onun kadar dramatize edebilir. Dünyada tanınmış büyük yazarların klasik eserlerinin dışında da akademisyenler, gazeteciler, ismi pek duyulmamış yazarların da tarihi konuları gerçeğinden ödün vermeden anlatmaları çok önemli bir hizmettir. Okurun haz duyabileceği bir biçimde kurgulanması onlara edebiyatta biçim ve üslup bakımından büyük yazarlar sınıfında yer verilmese de tarihi saptırmadan olayları sunuş ve işleyişindeki arı duru anlatı ve söylem, okur gözünde hak ettikleri saygıyı kazanmalarına yeter. 19. Yüzyıl batı edebiyatında roman olarak yazılmış ve genellikle sınıflar arası çatışmaları konu alan bu yapıtlar toplumların aydınlanmasında katkıları büyüktür. Merdivenler Romanına geçmeden Fransız gazeteci yazar Georges OHNET ’in yazdığı romanı okumak Batı’da yazılmış bu tür romanlarla Türkiye’de buna benzer eserler arasında benzer ya da aykırı taraflarını görme açısından önemlidir. Edebiyatta biçim ve üslup bakımından büyük klasik eserler arasında sayılmasalar da Bir dönemin tarihini yazmak açısından Georges OHNET güzel bir örnektir.
Georges OHNET/ DEMİRHANE MÜDÜRÜ Kitabı bütün dünya dillerine defalarca çevrilen, tiyatrolara konu olan bir eser, Sinema filminde romanın kahramanı “Claire de beaulieu” oynayan aktris Virna Lisi ile “Phiippe derblay”ı oynayan Antiono Vilar sinema filmi Türkiye’de sinema salonlarında sinemaseverlerle 1963 yılında buluştu. Filmde: Genç bir kızın aşkı yüzünden başından geçen dramatik olayları, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Fransa’da ticaretin geliştiği ve endüstriyel üretim biçiminin ortaya çıktığı dönemde ekonomide siyasette değişim ve dönüşümünde rol alan yeni sosyal sınıfların… Giderek güçlenen “burjuvazi” sınıfının ekonomide, siyasette aristokrasiye alternatif bir sınıf olarak kendi dünya görüşünü nasıl savunduklarının anlamlı mücadelesini de okurun ve filmi seyredenin aklın yazılım dosyasına silinmez bir şekilde kaydedildi.
Bu günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir Parti Başkan’ın konuştuğu “Plütokrasi” yani (“Yönetme erkinin maddi açıdan üstün kişilerce paylaşılmasını ön gören ‘oligarşik’ bir iktisadı iktidar egemenliği”) Fransa’da: 1789 devrim sonrasında, 1830 devrimiyle Restorasyon süresince kuvvetlenmiş olan burjuvazi İktidarın egemenliği -(Vikiped)’ ni, dile getirdi. Georges OHNET:
Romanda burjuvazi ile aristokrasinin birlikte çalışmasını da şöyle anlatıyor. Bay Derblay, Pont- Avesnes demir ocaklarının sahibi ve sanayici bir zengin, Baron de Prefont, soylu sınıfından ancak dünyadaki değişim ve dönüşümü net anlayan bilgin biri, çeliğin elde edilişinde ‘Semantasyon’ üstüne yazdığı makale Fransız akademisince çok önemli sayılmıştır demirhane sahibi Derblay bunu baronla tartışacak kadar bilgi sahibi. Soy olarak bir aristokrat olan Baron de Prefont ile sonradan zengin olan demirhanenin sahibi bir adamın oğlu, burjuva sınıfından olan zenginliğine zenginlik katan Bay Derblay’ın ortak hareket noktası anlamlıdır. “Unutmayalım ki, demokrasinin hüküm sürmeye başladığı çağda yaşıyoruz. Demokratik gidişe uygun bir aristokrasi kurmağa çalışalım. Bunun için ise ikisi ortasını almalı ve böyle bir temel üstüne yeniyi ve iyiyi kurmalıyız. ‘Böylece doğuştan asilliğin yerini, asıl değer taşıyanın, meziyet asilliğinin almasını sağlamış oluruz. Bu, aslında insanın doğasında var olan bir şey, ilk insanların soyunda asil diye bir şey yok. Başkalarını ezerek yükselmeleri daha güçlü olmaları sayesinde olmuştur.” Doğruya doğru “Doğu- Batı” farkı bu detaylarda gizlidir. Batı sınıf kavgasını yapmıştır. Ama bir birini yok etme yerine ortak bir noktada da buluşmayı becerebilmiştir. Her fikrin ve kavganın çatışmasından yenileşmeye değişime ve dönüşüm Paradigmasıyla sonuç alabilmişlerdir. Aristokrat olan Baron ile burjuva Derblay: “Aynı bilimsel alanda uğraşmaları, onları bir anda birbirlerinin ellerine dokunarak işaretleşmiş iki farmason gibi yakınlaştırmış ve aralarında sımsıkı bir bağ kurmuştu, buluşmalarında konu hep sanayi de imalat sektörünün verimliliği ve geliştirmesi için ne yapılabilinir? Baron hiç görmediği dökümhane ve haddehaneleri merak eder ve Bay Derblay’dan bilgi alırdı.
-Ham maden çıkarıyorsunuz Tabii? Yüksek fırın sayısı ve işçi sayınız da merak ediyorum diye soruyor Baron.
- İki bin işçi ve yılın başından sonuna kadar hiç söndürülmeyen on fırınımız var. Sonra makineli çekicimizi göreceksiniz. Kırk bin kilo ağırlığında. Öylesine kesinlikle hareket edebiliyor ki, onu bir yumurtanın üzerine kadar indirebilir ve yumurtayı kırmadan kabuğuna dokundurabilirsiniz. Baron Bay Derblay’ın izahından çok mutlu olmuştu. Hafta sonunda sizinle Laboratuvar çalışmaları yapalım. Unutmayın Bay Derblay de, sanayici oğlu olarak buhar makinesini, gazı ve elektriği bulan bir çağı temsil ediyor. Bir memleketi büyük yapan her şeyden önce geçmişteki kahramanlıkları ve çağdaş ilerlemeleridir.”
19. yüzyılda batı edebiyatında Realizm akımının büyük usta yazarları, dramatik aşk üzerine büyük eserler yazmıştır. Okurun haz alma
arzu mekanizmasının yanında aynı şiddette “homo economicus” doğasındaki zengin olma arzusunu da harmanlayarak birey ve toplumu yaşadığı çağı anlamada bilinçlendirir. Ticaret ve sanayinin refaha kavuşturduğu yeni sosyal sınıfların doğuşunu ve bu sosyal sınıfların dile getirdiği siyasi ve iktisadi liberal hareketleriyle birlikte, demokrasinin hüküm sürdüğü bir dönemin tarihini yazıyor çiziyor ve bu bağlamda ulus devlet projesi üzerinde antik imparatorlukların bünyesindeki milletlere ihraç ettiler bu yazarlar. Unutmayalım ki, Japonya- Osmanlı ve Rusya Restorasyon hareketleri 1850’de başlamıştır.
Türk edebiyatında da toplumun değişim ve dönüşüme başladığı dönemlerin tarihini eksen alarak büyük eserler verenler vardır.
Kemal Tahir: “Tarihi tüm oluşumların merkezinde tutar. Tarihe bigane kalınmasını hazmedememekte ve ağır ifadeler kullanmaktan çekinmemektedir. Edebiyat ve sanatın büyük olabilmesini de tarihe olan ilişkisine bağlar.” (Sümeyye Dinler Köksal- Fırat Ün. Sosyal Bilimler Dergisi). Tarık Buğra: “KÜÇÜK AĞA” romanı dizi filmi de yapıldı ve çok sevildi. Ün sahibi çok tanınan edebiyat sanatının
Ustaları dışında başarılı meslek hayatlarının yanında; roman şiir ve öykü yazarları vardır. Çoğu mütevazı bir mücevherat kutusunun içindeki elmas gibidirler. Işıltısı kutunun kapağını açtıktan sonra sizi büyüler. İşte onlardan biri…
Türkolog Lebibe Nihal Yazar hanımefendi bir eğitimci, yazdığı romanın içeriği Osmanlı Türk toplumunun İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçiş dönemin siyasal - kültürel olaylarını, akrabası olan büyük şairi ve evlendiği Zarife Güzin hanımefendinin köklü
Ailesini eksen alarak tarafsız yalın bir dil ile yazmıştır. “İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak! Bu suretle yazılacak olan İstanbul Konuşma diline yeni lisan, sonra güzel Türkçe, daha sonra yeni Türkçe adları verildi. (Ziya Gökalp: Yazı dili konuşma dili” Yazar tam da bu anlamda güzel Türkçe ile yazmak istediğini yazmıştır. Romanın karakterlerinden biri olan Tevfik ile Ali Rıza Bey ve eşi Müfide Hanım arasında güven duygusu akrabalıktan kardeşlikten öte bir sağlam bağdır, üstelik Sultan Abdülhamit döneminin toplumunda bireyler arasında düşük yoğunluklu güven duygusunun zirvede olduğu bir zaman diliminde….Tevfik Bey’in babası Abdülkerim Bey, Rusçuk eşraflarındandır. Bulgarların Rese dedikleri bu şehir, Osmanlı’nın kültür merkezlerindendi. Tevfik Bey’in büyük babası Ruscuk Yaranlarının yakın arkadaşıydı. “III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak için Alemdar Paşa’nın giriştiği harekatı destekleyen bu grup, zaman içinde İmparatorlukta söz sahibi olmuşlardı.”
Ali Rıza; çocukluğunda çan sesleriyle uyandığı her zaman isli ve karanlık yurtta bakıcıların “Seni mısır sepetine atmışlar” annesi olmayan talihsiz bu çocuk, Mithat Paşa Hazretlerinin bir mektubu ile Abdülkerim Bey’in evine teslim ediliyor. Mektubu okuyan Abdülkerim Bey: “Emri Baş üzeredir, emanetidir, merak buyurmasınlar. Tevfik’le beraber büyüyecek, eğitim alacak, arkadaş olacak, hayatta onun yanında olacak bir kardeşe ihtiyacı var.” Bu nesilde söz namustur.
Aydınlanmanın Başkenti Paris’e beraber ayrılmaz iki kardeş olarak giderler, onlar da her genç Osmanlı aydını gibi “kendilerini kurtuluş için bir öncü, aydın bir yeni Osmanlı olarak görüyorlardı. Törenler ve gizlilik, çok genç yaştaki bu gençler için özel bir heyecandı.” Zamanın ruhunda Paris 20.yüzyıl kültürünün başkenti dünyaya özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi aydınlanmanın büyük anlatılarını ihraç eden şehir ve doğal olarak “Tevfik, Paris’in büyüsüne çabuk kapıldı. Geniş bulvarlar, saray bahçeleri, her türlü fikrin açıkça konuşulduğu kafeler, 1830 ve 1848 ihtilallerinin heyecanını henüz kaybetmeyen komünistlerin ateşli konuşmaları, ünlü ressamlar ve yazarlarla birlikte oturabileceğiniz pastaneler, sergiler. Tevfik her şeyin tadını çıkarmak isteyen bir genç, yakışıklı kültürlü ve biraz da gizemli Osmanlı, çevrenin ve bohem toplulukların ilgisini çekti. Kıyafetleri ve doğal zarafetiyle oldukça beğeni kazandı. Masonlar adını Zarifi Tevfik koydular sanat toplantılarına davet ediliyor ve ilgi görüyordu.”
Gittiği resim sergilerinden bazılarını anlaması çok zordu. Çünkü Osmanlı toplumu henüz perspektife uygun doğayı taklit eden,
Hoca Ali Rıza, şeker Ahmet Paşa gibi Türk ressamların anatomi- perspektif metoduyla manzara resimlerden başka bir resim sanat akımından habersizdiler. Gezdiği sergilerde Toulouse Lauttrec’in bir sergisinden çok etkilenmiştir. Post empresyonist ressamın çapraşık ama nesnelerin resimleri çok anlamlıydı dediği sergide bir genç hanımla göz göze gelir, “dağınık saçları omuzlarına düşen, diğer kadınlarının aksine makyajı, şapkası, kabarık eteği yoktu. Tanıştırıldılar. “Matmazel Annete”…. Tevfik ile evlenirler ve güzel bir oğlan doğurur adını Kerim koyarlar. Doğumdan kısa bir süre sonra da Annete ölür. Tevfik kucağında oğluyla İstanbul’a döner…
Abdülaziz tahtan indirilmiştir. V. Murat tahta geçmiştir. Mithat Paşa yetiştirdiği insanlarla çalışıyor. Bunların arasında “Teşkilatta” önemli görevler almış ve yükselmiş Zarifi Tevfik ile Ali Rıza Bey de vardır.
Kerim annesiz ama babası, amcası Ali Rıza Bey ve eşi Müfide hanımının sevgisiyle büyür. Komşuları dünya güzeli Neslihan’a aşık olur. Neslihan’ın babası Sultan Abdülhamid’in ajanı ve sürekli Tevfik ve Ali Rıza hakkında saraya bilgi veren biri olduğundan Kerim ile Neslihan evlenemediler. Kerim Ayşe adında bir kızla evlenir, üç kız babası olur ama Neslihan’ın aşkını ömrünün sonuna kadar kalbinde gizli tutar.
Zarife: Kerimin ilk kız çocuğudur. Ziya adında bir gence aşık olur. Çanakkale harbi başlamıştır. Ziya gönüllü olarak katılır. 57. Alayda görevlidir. Malum bu alaydan kimse sağ çıkmamıştır. Zarife aşkının yasını tutarken bir de oturdukları binanın karşısında Yunan bayrağının asıldığını da görür en çok ruhunun yaralandığı ise İstanbul işgaline kadar can ciğer oldukları komşuları olan Rumların-Ermenilerin evlerine yunan bayrağını dikmeleri ve haince davranışlarıdır.
İstanbul’un işgalinden Anadolu’da Gazi paşanın Cumhuriyeti ilan ettiği tarihe kadar olayların akışını incelikle ve tarihi gerçeğinde ödün vermeden nakış işler gibi Zarifi Ahmet Tevfik Beyin köklü ailesinin bireyleri üzerinde bir dönemi anlatır Yazar…
Ana karakter Zarife Tevfik’in Şairle Tanışmaları; kitabın iç içe geçmiş öykülerinden biri olan; “Melali Anlamayan Nesil” bölümünde: “Zarife getirdiği tercümeleri kaleme teslim etmiş, Ahmet Rasim Bey’in onu emanet ettiği Yakup Kadri Bey’in odasına uğrayarak veda etmek istemişti. Gazete yazıhanesinin en sonundaki camlı odanın kapısını tıklattı.
-Gelin Zarife Hanım, teşekkür ederiz, aaa!!! bakın, sizi Şairle tanıştırayım.
-Beyefendiyi şiir kitaplarından tanıyorum, müşerref oldum. Şair oturduğu koltuktan yarı ayağa kalktı:
-O şeref bana ait hanımefendi, inşallah Sükut-ı hayale uğramamışınızdır, görünüşümle şiirlerim pek bağdaşamaz da o yüzden karanlıklara ve kelimelere sığınırım. Yakup Kadri Bey bir kahkaha attı.
-Bu böyledir Zarife Hanım, kendini çirkin zanneder, beğenmez…”
Zarife bu koca kafalı, yüzü yaralı yarı kel adama sinir olmuştu ilk tanışmalarında, ama sonra dostlukları ilerleyince şairin sohbetini sevmeye başladı. İmzalı bir kitabının ilk sayfasında “Zarife Güzin Hanımefendiye…” ibaresini görünce önce şaşırdı, Şair dürüstçe “ben zarife adını sevmedim. Çeşme başında su dolduran köylü kızı geliyor aklıma, zarafet aklıma gelmiyor. Güzin daha anlamlı, ben size Güzin diyeceğim.”
Belli ki, şair ona en güzel şiirlerinden okuyarak gönlünü kazanıyor. Kalamış’ta deniz kıyısında kolunda Zarife Güzin hanımla yürüyen şair:
“Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin
Bilsen
Melali hasret-i gurbetle ufku şama bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin
Ne sen
Ne ben
Ne de hüsnünde toplanan bu mesa
Ne de alam-ı fikre bir mersa
Olan bu mavi deniz,
Melali anlamayan nesle aşina değiliz. Zarife Güzin Hanım artık Şairin aşkına bigane değildir. “Musikişinas Zarife Güzin Hanım udunu eline aldı, saçlarının buklesi önüne düştü, gözlerini kapattı, dedesi bu halini görseydi, ‘aynı Annette’ derdi, gönlünün dalgalarını önce bir geçirdi telden, sonra Hacı Arif Bey’in yürük semai usulündeki şarkısını, hüzünlü sesiyle hem çaldı hem söyledi:
Vücut ikliminin sultanı sensin
Efendim derdimin dermanı sensin”
Lebibe Nihal Yazar-Merdivenler romanında gerçek olaylara dayanan hayatları ve yakın tarihimizin çok önemli olaylarını akıcı bir anlatımla oya işler gibi titizlikle işlemiştir. Şu gerçeği unutmamak lazım, tarihi olayları edebiyatçıların anlatması bireyin ve toplumun tarih bilinci edinmesinde yardımcı olur diye düşünüyorum. Yeri gelmişken 1942 de gayrimüslim vatandaşlarına uygulanan ayrımcı varlık vergisini anlatan siyasetçi yazar Yılmaz Karakoyunlu’nun “ Yorgun Mayıs Kısrakları” kitabında “Nazım Hikmet- Yahya Kemal ve Menderes” gibi şahsiyetler üzerinden “Cumhuriyetin kuruluş yıllarından 1960’a kadar uzanan bir dönemi” nin, romanını yazmıştır.
Dillere pelesenk olan “Tarihimizle Yüzleşmek” bu tür kitapları okumakla olur diye düşünüyorum. Çünkü resmi tarih kitaplarında yazılmayan gerçekleri bu tür anlatılarda bulmak hiç de zor değildir. 1940 doğumlu neslin çok merak ettiği Türkiye’nin 1942 gayri Müslim vatandaşlara uyguladığı varlık vergisinin romanını içeriği şöyle:
YILMAZ KARAKOYUNLU/SALKIM HANIMIN TANELERİ: “ikinci dünya Savaş’ının buhranlı günleri yaşayan İstanbul ve yerlerini Anadolu’dan gelenlerle bırakan zenginleri… Bu çalkantılı süreçte Salkım Hanım’ın taneleri gibi dağılan aile ilişkileri… Varlık vergisinin ağır yüküyle Haydarpaşa Gar’ında Aşkale’ye sürüklenen Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Türkler… sürgün dönüşünde, Haydarpaşa İskelesi’nde, vapur bileti alabilmek için bir simitçi çocuktan borç para istemek zorunda kalan İbrahim Fuad Beylerin dramı… Bu kitapta, Türkiye’nin bunalımlı bir dönemini kimi zaman öfkelenerek, çoğu zamansa derin bir hüzne gömülerek okuyacaksınız.”
1999’da filmi yapıldı. ( Uğur Polat- Zafer Algöz- Güven Kıraç- Kamran Usluer- Murat daltaban) ile aktris kadrosu ( Nurseli İdiz- Derya Alabora- Hülya Avşar- Zuhal Olcay) Kadın yönetmelerimizde Tomris Giritlioğlu, senaryo yazarları Etyen Mahcupyan- Tamer Baran ve büyük bir figüran kadrosuyla o zamanın ruhunu yansıtan bir platoda çekilen bu film, birçok festivalde ödül aldı.
Böylesi kitapların çoğalması ve okunması tarihi bilincin pekişmesinde sağlam bir köprü olacağı inancındayım.
KAYNAK:
1-Çetin ALTAN/KALEM BAHÇELERİNDEN YEDİ HAYAT:
Hazırlayan- Solmaz KAMURAN- Y.K.Y – 1. Baskı- Eylül 1997
2-Ahmet NECDET/MODERN TÜRK ŞİİRİ:/Yönelimler-Tanıklıklar-Örnekler
ANTOLOJİ- Broy Yayınları-1. Baskı- Ekim 1993
3-Jean CASSOU/SEMBOLİZM/SANAT ANSEKLOPEDİSİ:
-Pierre Brunel- Francis Claudon-Georges Pillement-Lionel Richard Katkılarıyla
Çevirenler- Özdemir İnce- İlhhan Usmanbaş- Remzi kitabevi-3. Basım 1999
4-Lebibe Nihal YAZAR/ MERDİVENLER:
Az Yayıncılık- 1. Baskı 2019
5-Georges OHNET/DEMİRHENE MÜDÜRÜ:
Çeviren Muammer Tuncer- Anten Yayınevi- 2. Baskı- 1969
6-Yılmaz KARAKOYUNLU/ SALKIM HANIMIN TANELERİ:
Doğan kitapçılık A.Ş- 1.baskı -2005
Şiirde sembolizm akımının büyük ustası Ahmet Haşim’le