ANKARA'DAN

YARINLAR ARTIK SİZİN DEĞİL

Uzunca bir zamandır iki kelam edeyim diye düşünüyorum, elime kalem alıyorum, klavye başına geçiyorum ama nafile; hiç bir şey yazmak içimden gelmiyor.

     Oysa kafamda sayfalar dolusu satırlar yazıyorum, düşünüyorum, yılların eğitimi, bürokrasi ve yöneticilik deneyimi ile oluşan fikirler, projeler oluşuyor, sonra bir de çevreye bakıyorum ki, bütün bunlar kimsenin umurunda olmayacak.

    Aklıma bürokrasideki ilk yıllarım geldi.

    Üniversiteden, konuştuğum bir hocam beni bir arkadaşına yönlendirmişti.  Gönderdiği üst düzey yönetici de projelerimi beğenmiş ve beni projeyi uygulayacağım birime yöneticilerden birisi  olarak atamıştı.

     Kamuda işler tekil olarak başlar ama teknik, mali, muhasebe , personel vb bir çok bağımsız birimin sürecin içinde olması gerekir.

     Ben yeni gelmişim, herkesi hoş tutup şirin görünmeye çalışsam da, birilerinin huzurunu bozmuş, kaçırmış rahatsız ettiğimi zamanla anlamıştım.

     İlgililerden korumalar, birimler ile yapılan yazışmaların geçmişini istiyorum; dosyalar yok, klasörler depoda, yok oğlu yok. 

     Bütün şirinliğim ile yazışmaların yapıldığı kurumlardan fotokopiler istiyorum, bilgi alıyorum derken zaman kayboluyor ama sonunda işi bitiriyorum.

    Aradan zaman geçti ama bu "takoz koyma" işi bitmiyor. En sonunda bakanlığın üst düzey yöneticisi (Müsteşar Yardımcısı) ile görüştüm, bir gün birimin bütün işlerini kendim yapacağım, ufak tefek aksaklık olurda da bilginiz olsun dedim.

     Biraz çılgınca bulsalar da benim toyluğuma verip, tamam dediler.

      Bürokraside hafta başı önceki haftadan kalan işler, yeni başvurular dolayısıyla yoğun olur. Hafta sonuna doğru da herkes yorulur, işler biraz aheste yürür, o halde ben bu "erkeklik ispatımı" Çarşamba günü yapayım dedim.

     Bana bağlı olsun, bizimle ilgili olsun bütün yöneticileri Çarşamba sabahı odama davet ettim ve bugün evrak kaydından, çek yazmasına kadar bütün işleri ben yapacağım, herkes elindeki işleri benim toplantı masasının üstüne koysun, dedim.

     Biraz alaycı tebessümle masanın üstü doldu. 

     Yeni gelenleri de doğrudan bana getirin dedim.

      Saat dokuz oldu ben yeni gelen evrakları kayıt ediyorum. Sonra ivedi olanlara yanıt yazıyor ve imzalıyor ve gönderiyorum.

     Pek anlamadığım işleri de bir "tetkik edelim" deyip, "topu taca atıyorum", derken gün de bitti, ben de ama dediğimi yaptım.

      Bu arada da bizim muhalif ekip kendi arasında kulis yapıyormuş. Bazıları bakmışlar ki, bu adam gerçekten kaçık, çılgın, bunun ile uğraşılmaz deyip, gerekeni yapmaya karar vermişler.

      Bu bürokrasideki ilk stratejik savaşımım ve planlamam idi. Zamanla benzer süreçler de olmuş ve gerekeni yapmıştım.

      Başarı,  öncelikle kişinin kendisine güvenmesi ile başlar. 

      Süreç ise kurulacak sağlam ve sağlıklı bir ekiple yürütülür.

       Çalıştığım birime bağlı onlarca işletme vardı ve tüm çalışanları da bilmeleri gerektiği ölçüde bilgilendiriyor ve eğitiyorduk.

      Buna da karşı çıkanlar ise, sen herkese her şeyi öğretiyorsun, bir gün birisi, yerine geçecek diye benimle dalga geçiyorlardı. 

    Ben de onlarla, ben onlara öğretiyorum, ben ise öğrenmesini biliyorum, keşke birileri de bu öğrenmesini ve öğretmesini öğrense de bu ülke daha huzurlu, güvenli ve doğru şeylerin yapıldığı yer olsa, diyordum.

       Aradan yıllar geçti,  bürokraside, siyasette, toplumsal yaşamda bir çok alanda, bir çok kişinin elinden tutup, yaşamlarına dokundum, bugün bakıyorum ki toplum yozlaşıyor.

     Bencillik, vurdum duymazlık, kendine güvensizlikten kaynaklanan tavır ve davranışlar almış başını gidiyor.

    Siyaset, kişilerin kendi geleceklerini garanti altına alacakları bir alan olmuş, çıkmış.

      Seçmen küsecekmiş, kırılacakmış kimsenin umurunda değil. Hatta bundan memnunlar bile.  Son etapta bir "merhaba" deyip, işi düzelteceklerini çok iyi biliyorlar.

     Sosyal medyada, gazete, dergide ne yazsanız boş. On yıl önceden bu günleri görmüş, analiz etmiş ve yazmışsınız kimin umurunda ki!..

      Ta ki, sizden bir beklentisi olana ve sizin bir yeni baltaya sap olana kadar.

        Bütün bunları görüp, yaşadıktan sonra da insanın eli kaleme bu yüzden gitmiyor. 

        Kişisel olarak bundan rahatsız olmamın bir anlamı yok ama toplumsal olarak, ülke olarak  öyle bir uçurumun ucuna doğru gidiyoruz ki, yarınlar, sokak ve caddeleri işsiz, evsiz ve barksızlar ile dolu güvensiz şehirler olacak.

    Dil, ülkü, gelecek ve geçmişi ortak olmayan güruhlar ile dolu bir ülkenin ve insanlarının varacağı bir yer yoktur.

       Avrupa ve gelişmiş ülkeler sınırlarını taş duvarlar ile örer iken, biz yol geçen hanı yaptık.

     Uyanan olur mu ki!..

Yayın Tarihi
27.08.2024
Bu makale 77 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!