Herkes kendi sorununu yaşarken, "bana ne ondan" diyenler olabilir. Aldığı terbiye, eğitim, kişilik gibi bir çok sebepten dolayı anlarım. Ama ortalık yangın yeri, uzaktan bir şeylerin dumanı çıkıyor, yangının evini saracağı belli iken, sessizliğe ve duyarsızlığa devam edenlere bir anlam veremiyorum.
--Örneğin, benzin-mazot-otogaz gibi yakıtlara yapılan her zaman, bu ülkede yaşayan herkesi öyle ya da böyle etkiler. Tamam bazılarının alım, dolum, hazım kapasitesi büyük, geniş olabilir. Onları anlarım da gerisine ne oluyor ki?
--Hele hele Devletin yurttaşlarından topladığı/aldığı vergilerden bazılarına ödediği yardım niyetine "aylık", makara-kömür-çek gibi düzenli olmasa da bu tür idarenin yardımlarını alanların, "teşekkür edip" yoksulluğu yok etmeleri gerekenlerin yoksulluğu sürdürmek için yaptıklarına minneti hiç anlamadım.
--Kimse kusura bakmasın ama, bir çocuğun üç kuruşluk harçlığından aldığı çikolata parasından alınan vergilerden ödenen o paralar/yardımlara yapılan yalakalıkları ve yapanları asla anlamam ve hoş görmem mümkün değil.
--Birisi bana anlatsın, ailede terbiye neden verilir; eğitim niçin gereklidir; toplum adabı denilen şey neye yarar. İnsanlar, ne zaman utanır, neden utanır ya da utanmaz?
--Artık bir şeylerin ölçüsü iyice gitti. Önce kişiler ile başlayan densizlik, zaman ile toplumsal ahlak erezyonuna kadar gitti ve artık utanmak diye bir duyguyu taşımayı bırakın, bunu bir ayrıcalık mış gibi sayanlar bile çoğaldı.
--Bizim oralarda söylenir "Bayram'da köpek canlanmaz" diye. Haydi bunu duyan azdır, o zaman çok bilineni söyleyeyim. "El'den gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez".
--Şu korona günleri bile, bu toplumu akıllandırmadı. Önceleri, anlamaya çalışıyordum ama, şimdi, anladım.
--Yok öyle eskidenmiş o, "elle gelen düğün bayram" denildiği.
--Şimdi herkes ile(elle) gelen, herkesi aynı etkilemiyor, ilgilendirmiyor. Neden mi?
--Bu Kor ona günlerinde balkonda okumaya çalıştığım "2050 adında, Prof David Passig'in kitabında aynen şöyle diyor buna.
--"Sosyal sınıf tecrübesidir: Varlıklı kişilerin içinde bulundukları toplumların kaderinden kendilerini korumaları, orta ve alt sınıfların kendilerini korumasından daha kolaydır. Zenginler, başka Ülkelerde para kazanabilir. Özel ulaşım araçları, gemiler, uçaklar kullanarak aileleri ile birlikte istedikleri anda bir başka ülkeye gidebilirler. Varlıklı olmayan kişilerin durumu farklı. ONLARIN KADERİ, ÜLKENİN KADERİNE ÇOK DAHA FAZLA BAĞLIDIR."
--Yok efendim "aynı gemideymişiz". Şimdi anladınız mı, gemi batarken, siz debelenirken birilerin ne yapacağını.
--Ben çok kişinin almak isteyeceğini hiç sanmam.
--Lafı da uzatmadan, biraz muzur ama olsun. İsteyen gerisini okumasın. Her şeyde okunacak diye bir şey de yok ya.
--Ülkenin birinde ibadethanede görevli kişiler, ibadethanesi olmayan köye vaaz ve birlikte ibadet etmek üzere yol çıkarlar.
--Mevsim bahardır. Geçmeleri gereken derenin de suları bellerini geçmektedir. Ya geri dönecekler ya da soyunup dereden gecekler. Ama bir sorun vardır. İnançları gereği, dini görevli-yetkililerin organlarına su değmemesi gerekir.
--Düşünürler, taşınırlar bir yol bulmak için ama işin içinden çıkmazlar. Derken birinin aklına, "yakın mesafe, arka arkaya dizilelim ve biri birimize sıkısıkı sarılalım, ıslanmaması gereken yerler de ıslanmadan öteki yakaya geçeriz" der.
--Çaresiz öneri kabul edilir ama, üç kişilerdir. Önde, ortada ve arkada kim olacaktır. Kur'a çekerler ve karşıya geçerler ama, herkes aynı derece emnun değillerdir.
--Dönüşte dereden hangi düzende geçeceklerini tartışırlarken,
--En öndeki, "bozulalım, düzülelim arkadaşlar"
--Ortada ki "fark etmez"
--En arkada ki ise, "Böyle iyi, böyle iyi" der.
--Anlayacağınız, bir başka yol bulmak, bir köprü yapmak yerine, yaşanan sorunu kendi içinde çözmeyi pek severiz.
--Büyük Şehirlerde yaşayanlar çok iyi bilirler, ağzına kadar dolu dolmuş ve otobüsler için, örgütlenip bir fazla servis aracı istemenin yerine, İLERLEYELİM-- SIKIŞALIM ARKADAŞLAR" bağrış, çağrışından geçilmez.
--Sokaklar, çeşit çeşit "maskeli" insanlar ile dolu.
--Maskesiz iken çekilmeyen bu yaşam, maskelerden sonra daha ne neşeli olur bakalım.
--Hala, "öyle iyi, böyle iyi" mi, "ilerleyelim- sıkışalım" mı deriz göreceğiz.
--Yara sıcak iken pek bir şey anlaşılmazmış ama, "bıçak bu kez kemiğe dayanacak" gibi.
--Örnek, bu yazıda bilerek yaptığım muzurluğa mı takılınacak, görmezlikten mi gelinecek, "ne gelir ise hak'den gelir" mi denilip sessizliğe mi devam edilecek yoksa, "gemi batıyor, yetti gari " mi denilecek, önümüzdeki günler bekleyip, göreceğiz.