Oysa, "Dolanı dolanı gelir"miş "Ölüm yavaşça yavaşça", Aşık Mesleki'nin (184-1939/ Sivas) dizelerinde ki gibi.
Ve ardından da, "Kalem alıp ... ... " derdini, "... yavaşça yavaşça" yazmak, yine sevenlerine kalırmış.
Gün gelir ona koşturur, buna koşturur ve bir de bakarım ki, elim boş ve ayaklar yorgun ama usum durmaz ki, uzanır yatarım "sere serpe" olmasa da, yine düşünürüm olanları, yarınları!..
Sonra da, bir tebessüm getirir yanaklarıma, gözüme bir fer, Meksika yerlilerinin o ünlü sözü.
"İnsanoğlu plan yapar, kader/Tanrı gülermiş" !.. dedikleri.
O gün (24 Kasım) Öğretmenler Günüydü. "İki eli kanda olsa bile" ihmal etmez arardı hep özel günler ve durumlarda; ben de onu arardım, doğum gününde, öğretmenler gününde, falan.
O gün de aradım ama telefon açılmadı. Eeee Koskocaman bir İlçenin (Konak) Kadın Kolları Başkanı, sevilen, sayılan bir Belediye Meclis Üyesinin yoğunluğunu anlamam gerek, diye düşündüm.
Meğer gerçekten de dolanı dolanı geliyormuş ölüm; hem de sevdiklerinin arasında, yanında, yanı başında. Sessizce!..
Sevgili Kızı güzel torununu getirmiş bir ay önce, oğlu ise hiç kimseye hissettirmeden sesinden anlamış, kaygılanmış ve hiç bir şey yokmuş gibi gelmiş sevgili Anasına sarılmaya.
Biz, batılılar yok mu, biz her şeyi yükseklere havale ederiz. O bizim adımıza her şeyi yapsın, yapar diye.
İşte tam da burada, uzakdoğu inançları geldi aklıma. Elbette ki bir Tanrı/Tengri vardı ama onu biz kendi içimizde yaratıyor ve çevremizdeki bir şeylerde şekil bulduruyorduk.
Hani deriz ya, "kulağım çınladı", "içime bir acı çöktü", "sıkıldım", "ferahladım" diye. Gerçekten insanlar arasında bu tür duygulara ve iletimişlere daha çok inanır oldum.
Sevgili Arkadaşımız niye aramadı ki derken, "acı haber tez geldi" bir başka arkadaşımızdan;
"Nurteni, kaybettik!.." diye!..
Bizim Sevgili Nurtenimiz, meğer İzmirin de "Sevgili Nurteni" imiş.
Konak Belediyesi önündeki, son yolculuğuna uğurlanması töreninin ardından, evlerinin yakınındaki Güzelyalı, Hakim Efendi Camii (1895) avlusunda çok kalabalık bir protokol ama bu kez görev için değil, içleri yanan ve her hallerinden sevgi saçan bir insanlar vardı.
Acı haberin ardından, bir de saatlerce yol gelince, insan birçok açıdan yoruluyor ve yıkılıyordu.
Bu kez Nurten'in aracı (cenaze aracı) sahil yolundan yol almaya başladı, sanki son bir kez daha egenin temiz deniz havası solumak, son bir kez daha çabalamak istediği İzmir'e şöyle uzaktan bakmak ister gibi.
Görevim gereği, yurdun gezmediğim yeri yok gibiydi, üstelik bir de bir çok yerde emeklerimizin izleri hala duruyordu. Bu açıdan İzmir, benim için çok özeldi. Hele hele Selçuk, Seferihisar, Özdere'den Urla, Çeşme, Alaçatı dolayları ise bir başkaydı.
Biz Kamu adına, halkımız için her şey güzel olsun diye yırtınır iken, bugün her şey ama her şey "özel ve güzel sektöre" devredilmiş, kamu bakıyor ve halkımız mı?
Onlar derin uykuda.
Bizim onca çabalarımız, emeklerimiz, yapılanlar mı?
Hey gidi Mehmet Akif hey, MİLLİ ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY!, demiştin ya: "Sahipsiz olan vatanın batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır." diye.
İnanın, sahip çıkmak için o kadar çabaladık ki, Neyzen Tevfik, Namık Kemal, Ziya Paşa'nındır denilen söz bile durumu anlatmaya yetmiyor:
"'Ayağa kalk ey Ehl-i Vatan!..' dediler, kalktık; Puştlar oturdu, biz ayakta kaldık!.."
Ne diyeyim ki, ey sevgili halkım. Senin malın , mülkün olan her şeye, senin için o kadar emek verdik, çabaladık ki; bir de üstüne yediğim "zılgıt" ve "sürgünlere" ne diyeyim ki, anlamadım gitti de!..
Nurten'in konvoyu geliyordu ama ben oralara bir başka gitmek istedim, konvoydan ayrı, daha hızlı ve etrafa baka baka, eskiye özlem duya duya, yüreğim bir kez daha yana yana.
Urla, balık lokantaları, çeşme sahilleri, Alaçatı rüzgar sörfü her şey gözlerimin önünde dün gibi geçti. Anılar, anılarda kalsa, çok farklı olsa da, birden bir dağ yamacına yönetti navigasyon cihazı.
Adres, "İskele Mezarlığı-URLA"!.. Bugüne kadar hiç bakmamışım oralara, zeytinlikler arasında, çam, sedir ağaçları ile dolu, bir mezarlık.
Sabahın köründen bu yana her şey hüzünlü, içim yanmalıydı.
Ben törenleri sevmem, biraz "görev gereği" kokar. O yüzden de, Urla-İskele mezarlığına gelince havam değişti, bana huzur gelmişti.
Üstelik, çok sevdiğimiz, Can arkadaşımız, Canımızı koyacağımız bir toprak parçası, ilk defa bana huzur, dilim varmıyor ama mutluluk vermişti.
Bir mezarlık, bu kadar sade, bu kadar güzel, bu kadar huzur dolu olabilir miydi? Olmuş!..
Hani, oralara yolunuz düşer, ya da hep gidersiniz, denizden çıkıp, sahilde balık yiyip, şöyle bir tur attıktan sonra, vakit yaratın ve "mezarlık" emeyin bir uğrayın, ne demek istediğimi anlarsınız.
Ve Sevgili Nurten, Nurten Serhatbeyi, seni sonsuzluğa uğurlamak, artık olmayacağını, bir daha görüşmeyeceğimizi düşünmek çok acı.
Bir seçilmiş olarak, İzmir'e, bir parti gönüllüsü olarak Konak kadınlarına, yurdun dört bir yanında ki öğrencilerine o kadar emek vermen, çabalaman hiç umurumda değil, onca şeyi düşündükten sonra, beni mutlu eden ne oldu biliyormusun?
Seni, Ananın yanına, yanı başına, Babanın kucağına (çok sevdiği sevgili biricik, kızı olarak) koyduktan, üstüne bir dal serip, bir kaç kürek toprak attıktan, güvenli bir yere bıraktıktan sonra;
Şöyle bir etrafa ve gök yüzüne baktım, sen çoktan kanatlanıp uçmaya başlamışsın bile dalların, yaprakların arasında.
Herkes "huzur içinde, ışıklar içinde uyu" dese de, Sevgili Nurten, sen gün doğarken başla o güzel bahçede, yemyeşil ağaçların arasında dolaşmaya, ha dallar arasından da, denize bakmayı unut ha!..
"Deniz" deyince, çok sevdiğin "Deniz"e de selam söyle, hatta ara sıra Karşıyakadan kaçsın, gelsin oralara.
Ankara'da, Karşıyakaya gidince ben de diyeceğim kendine!..
Yaptığın onca şey yanında, yapacağın onca şey varken; erken, çok erken oldu ama olsun, sen, Urla, Liman Mezarlığından da çok şeyler yapar, huzur dağıtırsın oralara. Bari, orda ayağına taş değmesin,
Sevgili Nurten!..
@herkes