Diyalektik düşünme tarzını bu yüzden seviyorum. Bir şeyleri soruyor, sorguluyor ve içine sine sine ona inanıyor ve kabul ediyorsun.
Birleri öyle dedi, demedi gibi bahaneler ve gerekçeler ile ya da senden daha akıllı olduğuna inandığın kişilerin söylem ve eylemlerini, düşüncelerini sorgusuz, sualsiz kabul etmiyorsun.
Herbert Spencer'in sözü ile gerçekten "Her insan bir dünyadır".
O yüzden de insan denilen canlının her çağda farklı yaşam biçimleri, kaygıları ve savaşları olmuştur. "İnsan"ı da her düşünce tarzı, inanış ve kültür farklı farklı algılanmış ve yorumlanmıştır.
O yüzden jean-Jacques Rousseau'nun, insanlık evrimleşirken, insanın da beklentileri, düşünüşü, ihtiyaçları değişmiş, dönüşmüş. Bu süreç yazılı olmayan bir TOPLUM SÖZLEŞMESİ ile sürmüştür.
Her şey yolundayken bir gün birisi ya da birileri, bu toplum sözleşmesini bozmuştur. Rousseau, bu yüzden il çitin çekilmesi ile (ki ilk özel mülkiyet), TOPLUM SÖZLEŞMESİNİN BOZULDUĞUNU savunmaktadır. Kişisel olarak ben aynen böyle düşünüyorum.
Demek ki toplumları, her şeyi ile birlikte tutan yazılı ya da yazılı olmayan bir takım kurallar, sözleşmeler vardır.
Bunu genele yaydığımız zaman da ortaya bir insanlık, milletlere yaydığımızda da, bir devletler arası ortak dil, dilek, SÖZLEŞME ortaya çıkıyor.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ de böyle bir gereklilikten ortaya çıkmıştır.
İlk başlangıçta, ülkemiz için (hem de Ak Parti iktidarında), dünya için çok güzel bir düşünce, eylem iken; ülkemiz için bir den bir rüyaya dönüşmüştür.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR, neden gereksinim duyulmuştur.
Tüm dünyada insanlar arasında, cinsiyetler arasında toplumda, ailede bilinenin ötesinde bir yozlaşma ve bozulma yaşanmaktadır. Bu yüzden de devletler, uluslararası kuruluşlar, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi (aile) şiddeti önlemek amacıyla, ortak bir sözleşmeye gereksinim duymuşlardır.
Sözleşme, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 121. toplantısında imzaya açılmıştır.
Toplantı İSTANBUL'da yapıldığı için, "İstanbul Sözleşmesi" olarak adlandırılmıştır, ilk olarak da ülkemiz (R.T.Erdoğan) imzalamış ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
"Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi", Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve AB tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve mücadelede temel standartları, devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası bir İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİDİR.
Sözleşme, Avrupa Konseyince desteklenmesinin yanında, taraf devletleri hukukî olarak bağlamaktadır.
Sözleşmenin 5 temel ilkesi vardır;
--kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi,
--şiddet mağdurlarının korunması,
---suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması,
-- kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül,
--eşgüdümlü, etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi.
Olaya Kadın açısından bakılınca, "Kadına karşı şiddeti" bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenleme ve sözleşmedir.
Sözleşmenin denetimi ise bağımsız, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu (GREVIO) tarafından yapılacaktır
2011 yılında başlayan bu güzel rüya, 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile kabus ile bitmiş ve Sözleşme, Türkiye tarafından feshedilmiştir.
Peki burada ki siyasi ya da başka kaygılar nelerdir?
Kadın cinayetleri ile ilgili verilere göre: 2022 temmuza kadar 163 kadın öldürülmüş, 122 kadın ölümü ise şüpheli bulunmuştur. Bu sayılar, 2021'de 419 ve 2020 yılında 413 kadın cinayetidir.
Sözleşmenin fesih günleri ve bir de "faiz" haram mı, helâl mı tartışmaları arasında bir NAS SURESİ tartışması ve gerekçesi çıktı ki, sözün bitti yer oldu.
İslami bilimlerde "NAS" sözcüğü, Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetleri ve Hazreti Muhammed'in söylediği sözlere, yani hadislere verilen genel ad anlamına gelmektedir.
Nas'ın bu temel bilgisi yanında bir de, İslami Bilgilerde, "ictihad" vardır. İctihad ise, "Nas"ın, Allah ve Peygamber’in sözlerini, akıl yoluyla açıklamayı, ifade etmektedir.
İstanbul Sözleşmesine karşı çıkmanın iki gerekçesi bulunmaktadır.
İlki, sözleşmenin Toplumsal cinsiyet eşitliğini düzenleyen 3. ve 4. maddelerin, eşcinsel birliktelikleri yasal teminat altına aldığını ve bu durumun toplum yapısını bozduğu iddiasıdır.
Diğeri de, Kadının beyanı esas alınarak erkekler için verilen evden uzaklaştırma kararı ile, ailelerin parçaladığı iddiasıdır.
Bu bilgiler ışığında, İstanbul Sözleşmesi elbette ki çok önemlidir.
Ancak, unutulan bir konu var.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini bu ülke toprakları üzerinde yaşayan insanların, huzur, mutluluğu ve refahı, topluca tanımı ile GÖNECİ için kurmuştu. Bunun için de her türlü sosyal, siyasal ve yasal gereklilikleri de yerine getirmiştir.
Şu Avrupa ülkesinde, seçilmek bizden kaç yıl sonra verildi gibi övünçlerin yerine, bu ülkede, YURTTAŞ olma bilinci yeniden öncelenmelidir.
Laiklik, işte bu yüzden çok önemlidir.
Yoksa, din? Hangi din.
Mezhep? Hangi mezhep.
Hoca? Hangi Hoca Efendi.
Bir de etnik köklere dalınırsa, işin içinden, çıkabilene "aşk olsun!.."
Önce KADINLAR, kadın olarak, "titremeli ve kendilerine dönmelidir!..
Yoksa, "çıkmaz bu yol bir yere", çıksa da, o yol onların yolu olmaz!
Bugün, İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğe girdiği (1 Ağustos 2014) tarihin YIL DÖNÜMÜDÜR.
Ne olsun diye dilek dileyeyim ki. Bu ülkenin cadde, sokak ve sahillerinde yüzünü bile göremediğim kadınlarına.