Bu yazacaklarımı bazı arkadaşlarım okuyunca, bana yine çok gülecekler, "İbrahim, yine niyeti bozmuş" diye.
--Yok ya, niyeti falan bozduğum yok.
--Siyaset, benim için en azından hâlâ bir yaşam biçimi. Düşünerek, yaşayarak, okuyarak, yazarak, konuşarak v.s, vs. --Örgütler ya da şarlatanlarca kadrolu siyasi yapılan bazıları sussa da, iki kelamı bir araya bile getiremeyenler olsa da, hoş dinleyenler de farklı olmayınca, "KÖRLER SAĞIRLAR, BİRİ BİRİNİ AĞIRLAR" modundan idare edilip gidiyor. O yüzden, bu aralar yaz tatili bile yaptırmayan çalışmalar siyasi olsa da, siyasi yazmak içimden gelmiyor. Kimin umurunda ki!...
--Bu aralar baya kilo aldım sanırım, en iyisi biraz doğada yürüyeyim, bir yerde oturur, bir şeyler yer , içer, kitap okurum diye bir lira verilerek girilen Gölbaşı Mogan Gölü kenarında bir bahçe-kafe-restoran--- her şeyi be her şey olan bir yere gittim.
--Arabamı park edip biraz yürüdükten sonra oturdum. Kendime tek kişilik semaver çay ısmarladıktan sonra, bir yandan yıllar önce okuduğum, Atatürk'ünde zamanında ASKERİ OKULLAR ‘da okutulmasını istediği BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ (Grigory Petrov)ni okumaya başladım.
--Etrafta çorlu çocuklu aileler, yaşlı genç Ankara'nın sıcaklığından ve dört duvar arasında sıkılanlardan koca bir kalabalık vardı.
--Böyle yerlerde olanlar, şöyle bir etrafına bakar, sonra da hiç bir şey yokmuş gibi otururlar. Tabi, konuşmalar öteki işletmelerde bile duyulur olsa da, yan masadan habersiz olmak muhteşem bir duygu olsa gerek.
--Bir masada da itap okuyan, bardakta ve demlenen semaverde çayı, otlu gözlemesi de tabağında olan bir adam. Yani ben.
--Göl kenarı masalar dolmuş, karabatakların ve martıların dalışlarını, danslarını hafif esinti ile serin serin izlemek hoş bir duygu.
--Tesisin orta yerinde bir çocuk oyun alanı var ama 2-3 yaşlarında güzeller güzeli bir kız çocuğu, hedefini belirlemiş Arslan gibi, masaların arasından yırta yırta benim masama geldi ve geniş yayvan oturağımda yanı başıma oturdu.
--Etraf masalar doğal olarak benim bir yakınım olduğunu düşündüler.
--Uzakta, orta yerde çocuk oyun yerine yakın bir yerde oturan ailesi ise, şaşkınlık içinde ama mekan gözlerinin önünde ve kontrollerinde olduğundan biraz da gönül huzuru ile kızlarına bakıyorlar, ama kızlarının bu yaptığına onlarda bir anlam veremedi tabi.
--Gerçi, onlar kızlarının masasında kitap, çay ve gözleme olan bir adamdan değil de, kızlarının bu adamı rahatsız etmesinden rahatsız olmuşlardı.
--Anne ve Baba masaya gelip, kızlarının beni rahatsız ettiğini düşünerek, özür dilediler ama biz çoktan kanka bile olmuştuk bu güzeller güzeli kız ilen.
--Aile "gel kızım, bak amcan rahatsız olur" deseler de, bu resmi çeken ailelerin şaşkınlığı arasında, üç-beş dakikayı bile geçmeyen tanıdıklık arasında, benim kankam bana bir şeyler yedirmeye çalışıyordu.
--Sonra, tabağımızdakileri, onun istediklerini ısmarladık onları bir güzel birlikte biri birimizin ağzına tutarak birlikte yedik.
--Aile doğal olarak uzaktan bizi izliyor. Kız rahat. Dünya umurunda değil. İtiraf edeyim ki doğal olarak ben de tedirginim.
--Eskiden çok doğal olarak yaptığım birçok tavır ve davranışı artık son yaşananlardan sonra, en yakınlarıma bile çekine çekine yapıyor ya da yapmamaya çalışıyorum. Ne tuhaf..
--Neyse ki benim kankanın öyle bir derdi yoktu. Biz onun ile, Orhan Veli'nin "Cımbızlı Şiir"ini yaşıyorduk.
"Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!"
--Evte ya, benim kitap okuma hayalim gölün sularına karışıp gitse de, güzel kız, ailesi, ben ve önceleri yakınım, sonra da hiç tanımadığım olduğunu anlayınca etraftakilerin şaşkın-hayran-mutlu bakışları arasında, gün batmaya başlamıştı.
--Ve Ahmet Haşim'in "Merdiven" şiirinde dediği gibi:
"Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafi (gizli dil) dir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta..."
--Evet ya, güneş gölün karşı kıyısında ki dağların ardına gizlenmekte, hafifi kızıllık bulutlu gökyüzünü sarmakta, garsondan istenen hesap da gelmektedir ama;
--Aile benim gideceğimi anlamış olmalı ki, kızlarını masalarına götürmek için ne yaptılar ise boştu.
--En sonunda, birlikte onların masalarına gittik. Oturduk, sonra da diğer çocuklar ile oyuna daldı da, ben oradan ailenin binlerce kere, "lütfen benim için zevkti" desem de, özürleri arasında sevimli güzel yaramazdan ve ailesinden ayrılabildim.
--Yol boyunca düşündüm.
--Aslında olan ve yaşanan o kadar doğaldı ki.
--O küçücük kız, belki de olması gerekeni yapmıştı. Masada tek başına oturan, kitap okuyan amcasını yalnız bırakmak istememişti. Olay bu kadar basitti.
--Ama biz, her şeyi o kadar çok bozduk, kirlettik ki;
--Bunun hesabını, masum çocuklara, insanlığa, doğaya ve yarınlara nasıl vereceğiz bilmem ki!..
--Oysa, insan buydu. İnsanlık buydu.
--Hoş yazı uzasa da kimin umurunda ki. Son Murathan Muhgan'ın dizeleri olmadan da bu yazı bitmez ki:
"Telli telli şu telli turna
Sanmaki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni şimdiki bana
Sakın çıkma patika yollara
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor herşey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
Telli telli şu telli turna
Sanmaki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna
Telli telli şu telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka
Ne kalır yarına bizden sonraya
Herşey binip gitmiş uçurtmalara!.."
--Evet, biz büyüdük de kirlendi dünya. Ama ben masumum. Şahit ve delilim o küçük masum güzel kız, HAKİM BEĞ!..