Her dilde yüzlerce, binlerce yılda oluşan, süzüle süzüle gelen sözcükler, kavramlar ve sözler vardır.
-Örneğin bizde Anadolu ve Trakya iki genel bölgedir ama, genelde "Anadolu" denildiğinde, tüm ülkeyi, Türkiye Cumhuriyeti Sınırlarını anlarız. Ya da çoğumuz öyle düşünürüz.
--O yüzden sözler ve sözcükler insan ve toplum yaşamında çok önemlidir.
--İnsanlar kendi dilleri ile düşünür ve konuşur; ve kültürleri içinde ve kültürleri ile de yaşarlar.
--Ata sözü ya da özlü söz dediğimiz sözler de böyle ortaya çıkar.
--"Kurt, kışı geçirir de, yediği ayazı unutmazmış", "Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır", "Sakla samanı, gelir zamanı: kar yağar kiraz zaman" gibi sözler olduğu gibi, bir de zorlama söz ve sözcükler vardır.
--"Devletin malı deniz, yemeyen domuz", "Domuzdan bir kıl koparırsan, kârdır", "Yemeyenin malını yerler" gibi.
--Oysa "Ak akçe, kara gün içindir" diye de halkın yanık bağrından süzülen sözcükler de vardır.
--Olağan dönemlerde saz da, söz de, insanlar da, toplum da olağan ve kendi yolunda gider ve yatağında akar.
--Bir da yaratılmak istenilen dönemler vardır.
--Örmek Cumhuriyet Dönemi.
--Dünya, özellikle de Avrupa ve Asya ülkeleri bir "Millet olma" derdinde iken, Osmanlı, eğitimden askeriyesine, yönetimden maliyesine bir karmaşa hakimdir.
--Saray Arapça harfler ile yazar, Arapça, Farsça sözcükler ile konuşur, eksik gedik kalan yerini de batı dilleri ve Türkçe ile tamamlarken;
--Halk ise tarlasında tokatında binlerce yıllık ana dili ile konuşuyor, çalıp söylüyordu.
--İste Saray ile tarla, tokat ve sokakların durumu bu idi.
--Saray halktan gönüllü gönülsüz toplananlar ile boğazda yalılar da gününü gün ederken,
--Halk ise tarlada, bağda, bayırda ekmeğinin peşinde, derdinde idi..
--Her ülkenin toprağında taşında mutlaka birilerinin gözü vardır.
--Bu dün olduğu gibi, bugün için de geçerlidir.
--Hele hele dünyadaki bütün çelişkileri kullanmayı çok iyi bilen dönemin ekonomik sistemleri ve bunların sahipleri, dün olduğu gibi bugün de aç kurtlar gibi dolaşmaktadır.
--Yüzlerce yıllık Osmanlı kendini bir sonsuzluğun içinde sanır iken, çekilen bir iki taş ile sarayının nasıl yıkıldığını, yerle bir olduğunu gördüğünde her şey için çok geçti.
--Ve Sultan Vahdettin, içinde kendisinin olduğu kaynayan kazanın altına odun atan İngilizlerin gemisine binip gitmeyi kurtuluşu gördü.
--Oysa Anadolu, yüreği yanan anaların, bağrı yanık babaların ellerine aldıkları ile düşmanını, işgalcisini haklıyordu.
--Peki bütün bu yazılanların, söylenenlerin ne anlamı var?
--Yine Anadolu'nun bir özlü sözü yanıt versin buna.
--"Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez", "Kurt, düşmanlık havayı sever" halkın özünden gelirken, aydını da,
--"Tarih, tekerrürden ibarettir derler, hiç ders alınsaydı, tekerrür eder miydi, tarih" deyi verir.
--Osmanlının 1750'lerden sonrasını ve de en sonrasını bilenler,
--Günümüz Türkiyesi için de,
--"Nereye payidar, nereye, / çıkmaz bu yol bu kere de bir yere", deyiverir
--"MAN Adaları"nda hesabı, cebinde "VİP Pasaportu", kendilerini, eş dostlarını götürecek gemileri, gemicileri olanlar için sorun yok da,
--Sıradan biz yurttaşlar için yolun sonu olmasın.
--Şair Mehmet Akif ne demişti:
--Allah bir daha bu millete, bir daha istiklâl Marşı yazdırmasın.
--Evet ya, bu toprakların özlü sözleri vardır ya, haydi onun birisi ile bitirelim yazıyı.
--Ben çok dedim gibi, onu da siz mi söyleseniz ne!.. "Ağlayanın ahı, gülene iyi gelmemiş” gibi.