Hani bir türkü vardır ya, "Bir İnsan Ömrünü Neye Vermeli/ Harcanıp Gidiyor Ömür Dediğin/ Yolda Kalanda Bir Yürüyende Bir/ Harcanıp Gidiyor Ömür Dediğin" diye.
Ozan ne güzel demiş, ömrünü neye verirsen ver, bir gün savrulup gidiyor. Kim mi topluyor bu savrulanları?
Sevenleri, onu kim var sayıyor ise onlar topluyor bu savrulmayı.
Tesadüfen oturmuştuk okulda aynı sıraya. Sonra, sıralarda olmasa da, yaşam da hep yan yana olmuştuk sevgili Hasan (Gülkokan) ile.
Orta okul son sınıftayız. Bahar gelmiş dersler bitmişti. Fen Bilgisi Öğretmenimiz de, ders tekrarı yapın diye, bizi serbest bırakmıştı.
Her ikimiz de birer kitap çıkardık okuyoruz.
Ben de, Aziz Nesin'in bir öykü kitabı var ve sessizce okuyorum. Tam "Burnum sıkıştı" diye bir öyküye geldim ki, ben de hat koptu. Sessizce Hasan'a da okudum.
Köye yeni bir imam gelir ve yeni bir cami yaparlar. Caminin taban tahtaları kurumdan çakıldığı için, tahtalar kurdukça aralanır ve secdeye varan hocanın burnu tahtaların arasında sıkışır.
Namaz sırasında hocanın sözlerini yineleyen ahali, bu kez de, hocanın "ey ahali burnum sıkıştı" sözlerini yinelemeye başlayınca, bizde de ipler koptu ve sessiz sınıfta bastık kahkahayı.
İşin ilginç tarafı, kaymakamın eşi olan Öğretmenin beni çok seviyor, üstelik ben de sınıf başkanıyım. Hocan ve sınıf bir türlü ne yaptığımızı ve neden güldüğümüzü anlayamadı ama bütün karizmamız çizilmişti.
Hasan'ın ailesi ilçenin önemli lokum ve helva imalatçılarından varlıklı bir aile idi. Hasan'ın yaşı da bizden büyük olduğu için Babası Hasan'a bir otomobil almıştı.
Liseye başlamışız. Yeni bir Felsefe öğretmeni gelmiş. Ben de sınıf başkanı olduğumdan, doğal olarak sık sık hocalar ile zorunlu görüşüyoruz. Alanyalı Felsefe öğretmeni Bahri (Ergün) Hocam ile samimiyetimiz de biraz da bu yüzden artmıştı.
Korkuteliye bahar gelmişti. Hasan, Osman (Manis), Arif (Can) ve ben Bahri hocamızı pikniğe davet ettik. O da kabul edince, biz okul dışında arkadaş, okulda ise ben her şeyin "günah keçisi" olarak, ilk iki tokadı yiyen adam olmuştum.
Sonra bir okul dönemi bitti, Bahri Hocam memleketi Alanya'ya tayin oldu gitti. Görüşmelerimiz de sürdü.
Daha sonra Hasan, Osman, Arif hepimiz liseyi bitirdik ve ayrı ayrı şehirlere üniversitede okumaya gitmiştik.
Alanya'ya bir gelişimde Bahri Hocamı ziyaret ettiğimde, "ya çocuklar, bir program yapın da gelin Alanya'ya da görüşelim" dedi.
Biz yine toplandık, bu kez Osman Ağabeyin arabası ile gittik Alanya'ya. Hocanın Otelleri vardı ama bize sahilde bir lokanta kapattı neredeyse. Bütün garsonlar bize hizmet ediyordu.
Hocamızla, geçmiş yıllara gitmiş ve adeta mutluluktan uçuyorduk.
Sevgili Eşi Hastaydı. Biz de akşama kalmadan geri döndük.
Bir Eylül günü önce Hocamın sevgili Eşleri, bir yıl sonra da aynı zamanda kendisini toprağa vermiştik.
Bir kaç ay önce, Alanya'dan geçerken, Alanya sırtlarında, Bektaşlar Mezarlığındaki Aile Mezarlığında, Hanımefendi ve iki küçük yavrusu ile birlikte koyun koyuna uyuyan hocamı ziyaret etmiştim.
Biraz sağlık sorunlarım var diyordu sevgili Hasan. Yok canım sana bir şey olmaz demiştik. Yazın en sıcak günlerinin birsinde, ondan da acı haber gelmişti, "Hasan'ı kaybettik" diye.
Daha sonra gitmiştim sevgili Dostum, Arkadaşımın mezarına.
Bir kaç gün öncede sevgili Eşinden bir telefon, "Hasan için mevlüt okutup, onu anacağız" diyordu.
Bu Cuma Korkuteli'deki evinin bahçesinde Hasan'ın mevlüdü için yine gideceğim ve mezarına bir iki kır çiçeği bulup bırakacağım.
Yaşarken de her şeyin farkındaydık ama ne Hocamızın ne de Hasan'ın bir gün sonsuzluğa uğurlayıp arkasından da böylesine anacağımız hiç aklıma gelmişti.
Nevzat Çelik'in 12 Eylül'de idam cezasına çarptırılınca Annesine yazdığı şiir aklıma geldi:
".... ne garip duygu şu ölmek/ öptüğüm kızlar geliyor aklıma/ bir açıklaması vardır elbet/ giderken darağacına ... ...." dediği.
Evet ya ne garip şey şu, bende ki onca anı hep canlı canlı yaşarken, Alanya'dan geçerken Bahri Hocam'ı, Korkuteli'den geçerken de sevgili Hasan'ı böyle anmak ne acı!..