Geçenlerde bir dergide okumuştum öykü gibi bir yazıyı. Önce içim "cız etti", sonra da uzun uzun düşündüm, neden diye.
Olay son derece basit ve yalın idi.
Paris'te ünlü bir caddede dolaşan makaleyi yazan adam, kendi halinde saçı, başı düzgün, giysileri temiz ama yırtık pırtık bir adam görür.
Öyle dilenci gibi bir tavrı ve davranışı da yoktur. Kendi halinde, kendi kendine caddede yürümekte ve etraf ile de ilgilenmektedir.
Caddeden onlarca insan geçer ama hiç kimse onun ile ilgilenmez, bakmaz bile.
Giysilerine bakılınca "dilenci" gibi görünen bu adam, hiç kimseye de bakmayıp, bir şey de istemediğinden (dilenmediğinden), kalabalık caddede nerdeyse kendisi yalnız hisseder.
İş, sanat ve edebiyat çevresinin içinde olan kişi, hiç kimsenin tanımadığı bu yırtık pırtık giysili kişiyi tanır.
O ülkenin en varlıklı kişilerinden, az ilerideki şato gibi malikhanelerin birinde oturan, sanat ve edebiyat ile de ilgilenen aydın, entelektüel bir kişidir bu yırtık giysili adam.
Yazar, kişiye gider, selam verir ve kendisini tanıtır. Adama da, kendisini tanıdığını söyler.
Adam biraz şaşırsa da, sadece gülümser.
Sonra da Sen Nehrinin kıyısına, bir parka doğru yürürler. İlk buldukları banka da otururlar.
Sohbet koyulaşınca, yırtık giysili adam, yazıyı yazan kişiye;
Her gün akşamdan sabaha onlarca kişi ile konuşuyorum ama onlar .... Kişisi ile konuşuyorlar, bazen benim ile konuşacak birini arıyorum ama yok.
O yüzden ben de böyle yırtık pırtık giyinip, sokağa çıkıyorum, kendi kendim ile gezip, tozup, konuşuyorum.
Sonra da evimin bahçesinde bir köşeye oturup, çalışanlarından bir kadeh buzlu viski isteyip, düşünüyorum.
Sonra yine giyiniyor, sekreterime dilediğim restorandan bir yer ayırtıp, şoförümün de arabayı hazırlamasını istiyorum.
O anda kim aklıma gelir ise onu arayıp, gittiğim yeri söyleyip, orada buluşuyoruz. Uzun uzun karşılıklı sohbet ediyoruz, her şeyi konuşuyoruz ama ne karşıdaki var konuşmada ve de ben.
Bu giysiler ile caddelerde ben olarak dolaşmayı ve kendimi çok seviyorum. İyiyim, sağlıklıyım ve başarılıyım.
Bütün bunları gönülden paylaşacak o kadar az insan oluyor ki insanın çevresinde.
Paylaşmayı seviyorum ama keriz yerine konulmadan bunu paylaşacak o kadar az kişi var ki,
Sizi çok sevdim diyor adam, çünkü siz, beni tanıyabilecek o kadar insan varken çevremde, giysilerime değil de, yüzüme bakan az kişiden biri oldunuz. O yüzden, ben size dostum diyeceğim.
Uygun bulursanız, İş yoğunluğumdan, kendini özler olunca sizi arayacağım, kendim ve kendisi ile olan iki kişi olarak biz sohbetleri etmek isterim.
Çok ok garip bir dönem yaşıyoruz.
Yazı, bir çok sebepten ilgimi çekti.
İlki, yazın yaşadığım sahil kasabasının birinde, ömrünü takım elbise ve kravat giyerek geçirmiş birisi olarak, yer yer kırmızı, sarı, yeşil renklerde güneşten soluk tişört ve şortumu giymeyi çok severim.
Sahilde biraz yürüdükten sonra oturup, bir şeyler içeyim diye bir kafeye yönelince, garson dinlenmeye geldiğimi sanmış olacak ki, bana doğru yöneldi, tam bir şeyler diyecekti ki, yüzüme bakınca, ne diyeceğini şaşırıp,
Buyurun efendim, demişti.
Toplum olarak biz de, Dünya insanları da, sanırım çok dağıldık.
Okuyup, anlamadığımız yazıların altına anlamsız notlar yazıyoruz. İnsanların yüzüne, gözüne değil, kılık kıyafetine bakıp, ona göre davranıyoruz.
Gittikçe iki yüzlü mü oluyoruz, ne!..