Başlığa bakılınca sanki bir edebiyat dersi ödevinin ilk tümcesi gibi ama merak etmeyin bu bir ders notu ya da ödevi değil, rahat olun.
Fıkralar her ne kadar güldüren, düşündüren, kısa, gerçeğimsi öyküler olsa da, aslında mutlaka birine ya da bir şeye dokunur.
Birine bir şey anlatılmak, ima edilmek isteniyor ise, uygun bir dille gülünesi, düşünülesi bir kaç sözcükle bir şeyler anlatılır, buna isterseniz fıkra, isterseniz gülmece deyin ama yine de düşünmeyi unutmayın. Çünkü her fıkranın bir "hin" tarafı vardır.
Yazarken, iki fazladan kelam etmenin yazana zararı, her şeyi açıklama zorunluluğu getirmesidir.
Burada doğal soru "Hin", nedir?
Hin, kişi için kullanılıyor ise aklını, zekâsını, bilgisini hile yapmakta kullanan, cin fikirli, kurnaz, açıkgöz kimse için söylenilen bir sözcük iken, bir olay için kullanılan " hinlik yapmak" ise, açıkgözlülük, kurnazlık anlamı taşır.
Şimdi biz de burada fıkralar üstünden kötü niyetimiz olmasa da bir hinlik yapalım.
Çocukken gün görmüş teyze ve amcalar, çok şeyler yaşadıklarını anlatmak için, "insanın başında bir ot bitmez" derlerdi. Bu söz aklıma gelince zamanla ben de, benim başımda ot bile bitti diyordum. Olacak, olmayacak ne var ise yaşamadığım bir şey kalmadı.
Böyle değil miydi, Mahsun Kırmızıgül Ağabeyimizin söylediği o şarkı:
"Yıkılmadım ayaktayım/ Dertlerimle başbaşayım/ Zalimlere kötülere/ Yenilmedim buradayım."
Artık kişisel olarak ne bir ekonomik, ne bir sosyal, ne de bir siyasal beklentim yok, ayaklarımı bir sedire uzatmış, güneşli bir Antalya gününde uzanıyor gibiyim.
Çevreye bakınca da, gülsem mi, düşünsem mi, şaşıp kalıyorum.
Sokaklarda muhtardan, muhtar azasından, belediye başkanına, meclis üyesine kadar ne de çok bizi düşünen, bizim için çaba harcayan, projeler üreten insanlar varmış da görmemişiz.
Kendime kızdım (!?).
Mutlu kaldırımlar, anlaşıldı biz öneli değiliz, kaldım taşları değişecek. Huzurlu kentler, haydaa kim huzursuz etti bunları ya. Gerçek belediyecilik; ya bize yıllardır şaka mı yapmışlar. Türkiye hepimizin, hani Türkiye Türklerin idi. İşimiz gücümüz Türkiye, vah vah yazık bunlara ya, azıcık de kendilerine vakit ayırsınlar. Yazık.
Köylere yol yapmaktan, mahalle/ köylerin evlerini boyamaya kadar ne varsa. Hele bir de İzmir'de bir bayan başkan adayının sloganı var ki, "ört ki ölem!.." "Arada kalma, yanımda kal!.."
Yapmayın ya, insanı yoldan, dinden imandan çıkartacaksınız, bu sadece bir seçim ya.
Gerçekten şaka gibi. Bu ülke böyle mi güzel yarınlara gidecek.
Eeeee, ahali bu kadar "sazan" olunca, ortalıkta da uyanık çok oluyor. Ne diyeyim. Laf çok, yersen.
Devleti tanımayan adamlar devleti yönetecekler, gülüyorum.
Ya siz hiç yolunu, dilini bilmediğiniz bir ülkede "çişiniz" gelip de tuvalet aradınız mı? Bir düşünün, işte bu adayları çoğu da sizi öyle göz kararı ile yönetecek, sonra da elimiz, kolumuz kırılsaydı demekten, bir hal olacaksınız.
Öf ya, neler diyorum ben. İşi tatlıya bağlayalım bir fıkra ile.
Bu gerçeklik arasında Okulda çocuğa siyaset/politika nedir diye bir kompozisyon ödevi verilir. Çocuk kitapları karıştırır ama kafası da karışır ve babasına sorar:
Baba, Siyaset/Politika nedir?
Baba bildiği bütün literatür bilgilerini anlatır ama çocuk pek bir şey anlamaz, sonunda da baba başlar kafasını sallamaya:
Bak yavrum, ben evin geçimini sağlamak için çalışıyorum, para kazanıyorum. Yani ben bu evin kapitalistiyim.
Kazandığım parayı evin ihtiyaçları için harcayan, idare eden Annene veriyorum, yani o da Hükümet.
Evin genel işlerini ve çocuk bakımını da evimizin hizmetçisi yapıyor değil mi? O da emekçi, işçi.
Sen de halksın.
Beşikteki kardeşin ise bu evin istikbali.
İşte bütün bu roller durumlar, konumlar da siyasetin rolleri ve konumudur, der. İlk olarak çocuk pek bir şeyler anlamaz , kafası karışmıştır ama bir gün;
Çocuk, sabah erkenden kalkıp politika konulu ödevi yazmak için erkenden odasına gider ve uyur. Bir ara gece tuvalete kalkar ve beşikteki kardeşinin ağladığını duyar.
Hizmetçiye haber vermek için hizmetçinin odasına gider ki, babasıyla hizmetçi yatakta uygunsuz vaziyette, sarmaş dolaş!...
Telaşla Annesine seslenir ki, annesi de odasında horul horul uykuda.
Babasının anlattıkları çocuğun gözlerinin önünden geçer ve düşünmeye başlar. Eline kalemini alır ve politika/siyaset konulu ödevini yazmaya başlar.
Olanları üçüncü şahıslar üzerinden anlattıktan sonra, Politikanın ne olduğunu şöyle özetler.
Kapitalist işçiyi götürüyor, sömürüyor.
Hükümet her şeyden habersiz uyuyor,
Halkı duyan yok,
İstikbal de, bok içinde!..
SEÇİMLER, HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN!... Bir sonrasına kadar elinize, kolunuza dikkat edin de KIRILMASIN!..