Herkes öyle şeyler söylüyor, öyle şeyler konuşuyor ki; atalarımızın boşu boşuna "Ağzı olan konuşuyor" demediklerini düşünüyorum.
--Yine atalar derler ki "Konuşmanın bir insicamı olmalı". (İnsicam, Türk Dil Kurumu sözlüğünde;"düzgünlük, tutarlık, bağdaşım" geçer.
--Yani bazılarının konuşmasının bir insicamı, tutarlılığı yok.
--Artık herşeyin videosunun olduğu günümüzde, bir sokak muhabiri, genel ekonomik durum ve siyasi yönetim ile soru soruyor. Kamerayı gören "teyzem" başlıyor, ekonomik gidişin kötülüğünden, geçinemediğinden, hayat pahalılığından, neredeyse sefaletten.
--Peki çözüm, mevcut iktidarın ve Başkanın devamı. Hatta öyle bir özgüven ile övücü sözcükler kullanıyor ki, insanın inanası geliyor.
--Bu ters propaganda olabilir, algı yönetimi olabilir, o kısımlarını "es geçiyorum". Ama koskoca okumuş üfürmüş, yine eskilerin söylemi ile "mektep, medrese görmüş" adamcıkların da benzer muhabbetleri ettiğini görünce, insan "NEDEN" diye sorguluyor.
--Hiç kimse hayal görmesin.
--Ben az çok okur yazar birisi olarak, yıllar önce "İspanyol İç Savaşını, Faşizmi ve General Franco yönetimi"ni bildiğimi, bunun da bizim ülkemizdeki faşist darbeler gibi 1970'lerde olduğunu sanırdım.
--Sonra, danışmanlığını yaptığım bir İspanyol Firmasının bir temsilcisi ile Ankara'da sohbet ederken fark ettim ki, 30 Ocak 1938'de başlayan macera ispanya iç savaşı, ikinci Dünya Savaşı ile sürüyor, hem de taaa 8 Haziran 1973'e kadar.
--Eğer bu bir işkence ise 30 yıldan fazla sürüyor ve bir gün bitiyor.
--Tabi arkasındaki en büyük güç ise, İspanyol Katolik Kilisesi.
--Franko'nun döneminin bitiminden sonra, en azından bazı sorumlular hesap veriyor, katolik Kilisesinin itibarı toplum nezdinde çok azalıyor. Hatta halk, Franko'ya olan kin ve nefretinin acısın kiliseden çıkartıyor. Bu dönem ve sonrası katolik kilisesine bağlı nüfüs oranlarına bakılır ise durum son derece dramatiktir.
--Burada sorun kişi ya da yönetimler değil. Elbette ki, sebep onlar ama hani Nasrettin Hoca fıkrası fıkrasında ki gibi, "hırsızın hiç mi suçu yok?" Bütün olanlar için, halk hiç mi kendisini sorgulamıyor.
--Osmanlının yıkıntılarından, kapitülasyon, moratoryum borçlu bir dönemin ardından, yeni ve Bağımsız bir Cumhuriyet kuruluyor.
--Kendi yasalarını, yönetim şeklini ve Yurttaşlarının çağdaş ülke yurttaşı gibi haklara sahip olması için çabalarken, bir yandan da eğitim ve öğretime önem veriliyor.
--Bunların Cumhuriyet dönemine yansımaları ise Genç Cumhuriyetin yetiştirdiği genç nesiller ve hazin bir sonla bitse de, KÖY ENSTİTÜLERİ süreci.
--Bunu en iyi anlatan tümceler ise buradan geliyor.
--"İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu. Gaz lambasıyla okur-yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Sonra Afyon Lisesi.
--Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız. Size cevabım şudur:
--Cumhuriyet benim işte!
--İslamköyden çıkmış bir köylü çocuğunu Cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyettir. Cumhuriyet budur.
--Bunu da Büyük Atatürk'e borçluyuz" diyor 9'uncu Cumhurbaşkanı sayın Süleyman DEMİREL.
--Demokrat Parti 14 Mayıs 1950'de seçimlerinde tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayıp, seçimleri kazanınca, herkes Cumhuriyet Devrimleri, Laiklik gibi konulardaki DP'nin tavrı merak ediliyor.
--DP'nin 1946-1954 arası Başkanlığını, 1950-1954 arası da Başbakanlığını yapan Celal Bayar, bu konuda çok hassas oldukları ve Atatürk İlkelerinden asla ödün vermeyeceklerini söyler Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye.
--Her ne kadar uygulamada bazı sorunlar ortaya çıksa da temel ilkelere dokunulmamıştır.
--Bu aralar özellikle siyasi iktidar sık sık Anayasa değişikliğinden söz ediyor. Baskıcı çıkar grupları da istedikleri yönde olması için kulis yapıyorlardır.
--Yapılacak değişiklikler herkesin yaşamını etkileyecektir., Haydi bu ahali içinde kurbanlık koyun olmaya, celep bıçağı yalamaya hazır birileri hep vardır da, ben o vurdum duymazları çoktan geçtim. geçtim de, bari gelecek nesillerin yaşamlarını ksrsrtmasınlar.
--Herşeye karşın Çağdaş Anayasamıza ve Anayasamızda ki Atatürk İlkelerine sahip çıkalım. Dukundurtmayalım.
--Duyan olur belki de.