ANKARA'DAN

Ah Antalyam Vah Antalyam

Yazının başlığına bakıp da, öyle kötümser bir giriş yaptığımı düşünmeyin.

    Bizler Akdeniz'in sularında deniz çocuğu, Torosların tepelerinde de yayla çocuğu olarak büyüdük. Portakal çiçeklerinin kokusunu da biliriz, yaylaların kekik kokusunu da.

     Geçmişe özlem duymayı da pek sevmem. Yaşam bugün yaşanan, yarınlar için de güvenli bir gelecek kurmak ve yaşamaktır.

    Bize küçüklüğümüzden bu yana hep çalışmamız, çalışmamız, çalışmamız önerildi ve "Bedava peynir, fare kalanında olur" denildi.

    O yüzden yaşam, çalışmak, emek vermek ve bunun sonucunda da onurluca yaşamak olarak öğretildi. 

    Feodal dönemin Antalyasını pek bilmem ama o dönemin bütün öykülerini birinci elden akrabalarımdan dinledim ve bazılarının da son günlerine bir şekilde tanık oldum.  

     Siz, "ağalık" denen şeyin ne olduğu Şener Şen'in Züğürt Ağa filmi dışında nasıl bilirsiniz bilemem, ben çocukluğumda sofralarında oturdum, çevresinin bolluk günlerinde onlara nasıl davrandığını o çocuk gözlerimle gördüm.

    Bu deneyimin üstüne, dönemin bir belediye başkanının, Ankara'da hem Bürokrat hem de Antalyalılar Derneği Başkanı olarak bir ricasından dolayı yaşadığım olay ve aldığım dersi hiç unutamam. 

    Varlıktan (Ağalıktan), yokluğa düşüp, yaşamanın ne olduğunu orada ve onlarda gördüm. Onur, yaşananlar ve kör talihin getirdiği günleri bire bir yaşayanları görerek, yaşadım ve öğrendim.

    Acının insanın içine nasıl çöker, onurun bir İngiliz bürokratının okuduğum öyküsü gibi, "nasıl bir kadeh viski bile etmediğini", bunu yaşayanlar bire bir öğrenirken ben acılara tanıklık ederek gördüm.

    Bize her şey masal gibi anlatılır ve öğretilir oldu. Geçmişimiz olan koskoca bir imparatorluğun gerçek tarihi yerine, magazinleştirilmiş tarihini ise TV dizilerinden öğrenir olduk. Bundan daha kötüsü ne olabilir ki 

     İşte Soysuzluk da böyle başlar. 

     Yalan ve yalanlarla. 

      Geleyim neden "Ah Antalyam, vah Antalyam" meselesine. 

    Ha bu arada da Anam, Babamın en güzel dilek ve dualarından birisi de, "Allah kimseyi, gördüğünden mahrum ve geri bırakmasın" dır.

     Ülke Tarihî yazılırken 2022 yılı çok özel bir başlık altında yazılacaktır.

     Bir yılın ilk üç, dört ayından sonra, kaderinin nasıl döndüğünü yazacakların notlarını merak ederim. Ekmekten suya, dondan gömleğe her şeyin fiyatının nasıl katlandığını görmek çok acıydı.

     Marketten alışveriş sırasında raflardan en ucuzu seçmeyi görüyor, bilmiyorduk ama kasada ödeme yaparken, para yetmeyince en zorunlu gereksinim malzemesinin bile nasıl geri bırakıldığını görmek çok acı geliyordu.

      Bütün sahil kentleri, köyleri ve kasabalarının bir yıl içinde nasıl cebi dolar dolu Rus, Ukrayna ve Arapların istilasına uğradığını; 

    Eskiden "bastır paraları Leyla'ya", bir türkü sözü iken, şimdi "bastır dolarları, TC vatandaşlığına ve evlerinenin bir yaşam gerçeği oldu görmek çok acı idi.

     Daha da acısı, bir iş bulup, çoluğun, çocuğun karnı doyar diye gelinen ve bir kiralık ev bulup yaşanılan sahil yerleri nasıl kabus yeri olmuş kiracılar için. 

   Bir arkadaşım anlattı; zamanında iç Anadolu'nun bir kasabasından gelmiş, birkaç dönüm tarla almış dede ölünce, tarlanın üstüne yapılan onlarca apartman dairesi torunlara kalınca, nasıl teker teker milyon liralara satıldığını.

    Özellikle sahiller ve büyük şehirlerde yaşanan bu konut fiyatı artışları, ülke yurttaşlarının gelirleri ile çok zor dengelenecektır. Bu uçurum, yurttaşların lehine çok zor kapanacaktır. 

     Bir çok şehir, kasaba ve köyün sıradan sokakları yabacı plakalı lüks araçlar ve salına salına gezen yabancılar ile doldu.

  Ülke, vergisini namusu ile ödeyen, askerliğini canı pahasına yapan onurlu insanlar için gittikçe yaşanılmaz olmakta

      "Borç yiyen kesesinden yer" sözünü bilenler bilir, bilmeyenler de, seçimler bir geçsin, onlar da yaşayarak öğrenecekler.

     Turizmciler turist ve döviz geliyor, sıradan esnaf pandeminin ardından bir iki mal satıp dükkan dönüyor şansa da, herkesin asıl müşterisi, ilk önce yurttaşları olduğunu bir yıla kalmaz öğreneceklerdir. 

     Bunun en acı örneğini de ,"Ah Antalyam, vah Antalyam" yaşayacak ve öğrenecektir.

    Bir İspanyol arkadaşım anlatmıştı İspanya'da Franko dönemi sonrası yaşananları.

      Birden ülkemin birkaç yıl sonrası gözlerimin önüne geldi.

     Bu ülkenin inanmış, mütedeyyin sıradan insanlarının umutsuzluklarına, yeni yönetime gelecek Diyanet İşleri yönetiminin canhıraş çabalarına ve ülkemin kaybolmuş yıllarına üzüldüm, Antalyamın özelinde.

      Bazıları bir şey anlamadı değil mi bu yazıdan, ensenizin kızarması bir kaç yıl alıyor ise, ben ne yapayım ki!..

Yayın Tarihi
21.11.2022
Bu makale 374 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!