Bireyler, toplumların birer yansımasıdır.
Toplumlar, bireyden aileye, aileler topluluğa, topluluklar da topluma dönüşe dönüşe zaman içinde oluşur.
Çağlar öncesinde süreç bu iken, artık günümüzde sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi sonucu, yapay aileler, yapay topluluklar ve yapay toplum yapılarını görmekteyiz.
Her ekonomik sistem, kendi üst yapısını belirler (Marx'a göre, alt yapı üst yapıyı belirler, üst yapı da alt yapıyı etkiler) ve yeni ekonomik sistemin alt yapı da, üst yapıyı etkiler, şekillendirir.
Peki bu kavramlar nedir?
Bir toplumda, üretim ilişkilerini oluşturan maddi unsurların hepsine “temel” ya da “altyapı";
Toplumun, manevi, siyasi, düşünsel, etik gibi günlük yaşamsal olaylarının ve kurumlarının oluşturduğu ikinci grup unsurlara da “üstyapı” deniliyor.
Osmanlı Hanedanlığından, Türk Devletine geçiş, bir yıkım ve savaş sonrasıdır. Burada asıl etken emperyal işgalci güçlerdir. Osmanlı topraklarındaki yer altı, yer üstü kaynakları sömürmek ve bunu yapmak için da o çağın gerekli düşünsel ve yönetsel süreçleri etkin kılmak gerekti.
Avrupa ekonomik olarak feodal düzeni tasfiye etmiştir ama, Osmanlı feodal sistemin çarkları arasında kıvranırken, kapitalist emperyal sistem işgalci yüzünü sergileyerek, Osmanlı'nın topraklarını işgal ederek parçalamıştır.
Burada emperyal güçlerin hesap edemedikleri ise, Osmanlı'nın o feodal kültürünün dışında çıkmayı becermiş, çağdaş dünya ile kapılarını aralamış Mustafa kemal ve asker, sivil aydınlardır.
Osmanlı Hanedanlığından, önce Türk Devletine, ardından da Türkiye Cumhuriyetine geçiş böyle bir sürecin sonucudur. Böyle bir durumda da Mustafa Kemal ve arkadaşları, yeni kurulan devletin alt yapısını oluşturacak kararları, Büyük Millet Meclisinde (Zamanla TBMM) aldırarak, bir Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasını ve devrimlerin yapılmasını sağlamışlardır.
Osmanlı Hanedanlığından Cumhuriyete, hem de Laik ve Demokratik Cumhuriyete, sosyal devlete geçiş o kadar da kolay olmamıştır. Başarılı bir strateji ve halk desteği ile başarılmıştır.
Son zamanlarda sosyal medyada da çok dolaşan, Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimlerine ilişkin yok etme planlarının derin emperyal kanalların gece gündüz demeden çalıştıklarını görüyor ve okuyoruz.
Peki hedefleri nedir? Emperyalistlerin hedefi, Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini yıkmak olduğunu sağır sultan bile duydu.
Emperyalistlere karşı verdiği bir savaştan sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu topraklarda yaşayan yurttaşları da arkasına alarak kurduğu ulus devleti ve onun temellerini yıkmak ve yok etmek için maddi ve manevi mirasından tutun da, ordu dahil bütün kurumlara, parçalamak, dağıtmak, yok etmek, havaya savurmak yerli işbirlikçileri ile yapılanları görmemek için kör olmak gerek.
Çok üzgünüm ki bir avuç aydın dışında bu konuda yazan, çizen ve konuşan yok denecek kadar az sayılır. Ki burada halkın büyük desteğini de bayramlarda ve anmalarda Anıtkabirde görüyoruz.
Bu konuların parasını vererek kurdurduğu ve hala da giderlerini kendi mirasından karşıladığı Türk Dil ve Tarih Cemiyetlerinin (Bu günkü adıyla, Kurumları) duyarsızlıklarını elbette ki anlıyoruz.
Hele hele ülkede 2003 yılına kadar 53 devlet, 24 de vakıf olmak üzere 76 üniversitesi bulunurken, bugün 127 devlet, 77'de vakıf olmak üzere toplam 204 üniversitenin sessizliği ise çok manidardır.
Artık iktidardaki Ak Parti için söylenecek söz kalmamıştır. Onlar için de bütün sözleri Başkanı Recep Tayyip Erdoğan söylemektedir.
Meşhur İngiliz komutanı Winston Churchill; “Türkleri savaşarak, asker ve silah kullanarak asla yenemezsiniz. Türklerin sadece din adamlarını ele geçirip onları kullanın. Onlar devleti yıkarlar” tümcesi ise çok manidardır, bu güne kadar da, bir kaç Atatürkçü din adamı dışında "ne diyorsun sen" diyeni en azından ben duymadım!..
Özellikle 2001 yılında ki iktidar değişimi ile, ülke kaynakları yeni yaratılmaya çalışılan "İslami Sermaye" ya da "İslami Burjuvazi" lehine olmak üzere, uluslararası sermayeye tahsis edilmiştir.
Sağlık, sosyal devletin bir görevi iken, asıl sosyal devlete gereksinimi olanlara seçtirilen iktidarlarca yok ettirilmiş ve hasta garantili hastaneler, ulaşım zorunlu bir hizmet iken, yolcu garantili yollar, köprüler yaptırılmış, yetmemiş;
Yüzde 99 hata ile Kütahya’da bir "özel" şirkete "Zafer Havalimanı" 1 milyon 317 bin yolcu garantisi verilerek ihale edilmiş, ancak daha yılın ilk dokuz ayında havalimanını sadece 7 bin 397 kişi kullanmıştır.
Kaynakların bu kadar denetimsiz kullanılması ise halkın yoksulluğunun artmasına sebep iken, ne yazık ki iktidarın kara propagandaları, muhalefetin de sistemli bir propaganda yaparak halkı yanına alamaması ile ülke ve halk yokluk ve yoksulluk sarmalı ile kıvranmaktadır.
Başta da demiştim, alt yapı üst yapıyı belirler diye. İşte bu çarpık sistem dini inançlar da kullanılarak sürdürülmekte, yıllar önce bir İspanyol mimarın Diktatör Franko için söylediği sözleri kulağımda!..
Franko, kiliseyi de arkasına alarak iktidarını sürdürmüştür. Ve bu dönemde Katolik nüfus %90 dolayında iken, Ekonomik ve sosyal nedenlerle Franko devrilince, bu sayı %35-45 arasında kadar düşmüştü, demişti arkadaşım.
Son cümlesi de, merak etmeyin bunlarda gider ve bu gün arkalarında aldıkları sayı gün gelir yerlerde sürünür, demişti.
İktidarda bir panik ve çıkış yolları arayışları başladı. Ama korkunun ecele faydası yok. Lakin, muhalefetin de sadece kendi gözlüklerinden gördükleri ile değil de, çağın ve ülkenin gereklilikleri ile zamanında bütün güç koşullara karşın Atatürk'ün yaptığı gibi bir devrimci çıkış yapması gerekmektedir.
Yoksa, geçmiş yıllarda da yaşanılan "dön baba, başa dönelim" oyununa benzer ise durumda, bu halka ve çektiği acılara yazık olur.