Öğretmenler gününde hiç böyle başlıklı yazı olur mu demeyin. Bakın ateşin düştüğü yerde nasıl oluyormuş:
Yıl 1965; İlkokul beşinci sınıfta bitirme sınavlarındayız. O yıllarda ilkokul diplomasını hak edebilmek için yılsonunda bitirme sınavları yapılırdı. Bu sınavı başaramayanlar beşinci sınıfı tekrar okurdu. Sınavlarımız bitti. Okuluma gittim sınav sonuç listelerinde tüm derslerden geçtiğimi gördüm. Tüm mezun arkadaşlarımla birlikte artık Ortaokula hazırlık havasına girmiştik.
O yıllarda ortaokul öğrencileri subay ve polislerin giydiği şapkaya benzer bir şapka giyerlerdi. Allah’tan bu uygulama sonradan kaldırıldı. İçinin pamuğu dışına çıkan, güneşten rengi solmuş bu şapkalar erkek öğrencilerin karizmasını çizdirdiği gibi kötü de bir görüntü yaratıyordu. Ben de az yıpranmış bir tane ikinci el şapkamı ve ikinci el ortaokul kitaplarımı bir hevesle erkenden hazırladım.
Buraya kadar her şey benim için çok güzeldi. Ancak Ortaokula kayıt için mezuniyet belgemi almaya Okuluma gittiğimde tüm hayallerim alt üst oldu. Mezuniyet Belgemi istediğimde “Evladım sen mezun değilsin ki” Dediler. Olur mu? Dedim ben listelere baktım geçtim gelin bakalım dedim. Bana listelerin kaldırıldığını ve yapacak bir şeyin de olmadığını söylediler.
Daha fazla itiraz etmek mümkün değildi. Bize verilen terbiye ve eğitim de zaten buna müsaade etmezdi. Öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde asker gibi selama durur hacı yatmaz gibi başımızı öne eğer ve bir değil birkaç kez selam verirdik. Hatta öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde kaçacak delik arardık. Benim açımdan durum böyleydi. Ailem açısından ise mümkün mü okula gelecekler ”Beyler siz kimin hakkını yiyorsunuz olur mu böyle saçma şey?” diyecekler.
Nihayet; ben bir yıl daha beşinci sınıfı okudum. Aklımdan atamadığım tek şey bunun bana neden yapıldığı idi. Yıllarca bu soru ile yatıp bu soru ile kalktım ve çok geçmeden nedenini buldum. Bitişik ev komşumuz öğretmenimizin akrabasıydı,
Bu kadın mahallenin en arsız ve en kavgacı kadınıydı. Komşularla kavgasız günü geçmezdi. Bu bazen tavuk için, bazen de çocuk için olurdu. Kocası da tam tersi muhterem ve karısına karşı etkisiz bir adamdı. Çok iyi hatırlıyorum bahçe sulama suyu yüzünden bizimle olan kavgası da tam bizim sınavlara denk gelmişti. Anlaşılan bu gitti benim öğretmenime beni şikâyet etti.
O yıllarda her nedense okullar tam bir şikâyet merciiydi. İnsanlar; şikâyet için karakol yerine okullara gelirdi. Hiç unutmam bir arkadaşımız komşunun kümesinden yumurta çalmış ve komşusu da bu arkadaşımızı okula şikâyete gelmişlerdi. Ders çıkışı; aynı zamanda Müdürlük görevini de yürüten öğretmenim bu arkadaşımızı kapıya dikti ve bizlere de çıkışta sıra ile yüzüne tükürmemizi söyledi. Bizde tüm sınıf olarak bu arkadaşımızın yüzüne tükürdük.
O arkadaşımın taş bir heykel gibi duruşu gözümün önüne geldikçe inanın içim sızlar. Allah’tan beni böyle bir cezaya çarptırmamış. Hayatımın herhalde en büyük travması olurdu. Beni bir yıl daha beşinci sınıfta okumaya mahkum ettiler. Bakın O bir yıl bana nelere mal oldu:
*Ben yaz tatillerinde ayakkabı boyacılığı yaparak okuyanlardandım. O yılki kazandıklarım boşa gitti,
*Ben O yıl dönem arkadaşlarımdan koptum. Sevdiğim arkadaşlarım ve platonik aşkım Sema ile Ortaokulda aynı şubeye düşme hayallerimiz vardı,
*Bir yıl Ortaokula geç başladım ve geç mezun oldum,
*Bir yıl Liseye geç gittim ve geç mezun oldum,
*Bir yıl üniversiteye geç başladım ve geç mezun oldum,
*Bir yıl geç Yüksek Lisans ve Doktora yaptım,
*Bir yıl geç işe başladım ve geç emekli oldum.
Özetle hayatımda ne yaptımsa hep bir yıl gecikmeli ve maliyetli oldu. Peki; onlara ne oldu? Komşu kadınımızın uzun ve çok acı verici bir amansız hastalık sürecinden sonra öldüğünü duydum.
Öğretmenime gelince; onun da yine amansız bir hastalık sonucu acılar içerisinde öldüğünü öğrendim. Her ikisi de yaşarken; yaptıklarının bedelini ödediler. Bunun bir de ilahi adalet tarafı var.
Sevgili Öğretmenler; gününüzü kutlarım. Sakın; yetkinizi silah notlarınız mermi olarak kullanıp böyle bir vebal almayın. Geri ödemesi ve cezası çok acı oluyor.
Sevgi ve Saygılarımla