MEVZU DERİN

Ah öğretmenim ah…

Öğretmenler gününde hiç böyle ahlı, vahlı başlıklı yazı olur mu demeyin. Bakın ateşin düştüğü yerde nasıl oluyormuş:

 

Yıl 1964; İlkokul beşinci sınıfta bitirme sınavlarındayız. O yıllarda ilkokul diplomasını hak edebilmek için yılsonunda bitirme sınavları yapılırdı. Bu sınavı başaramayanlar beşinci sınıfı tekrar okurdu. Sınavlarımız bitti. Okuluma gittim sınav sonuç listelerinde tüm derslerden geçtiğimi gördüm ve dünyalar benim olmuştu. Tüm mezun arkadaşlarla birlikte artık Ortaokula hazırlık havasına girmiştik.

 

O yıllarda ortaokul öğrencileri subay ve polislerin giydiği şapkaya benzer bir şapka giyerlerdi. Allah’tan bu uygulama sonradan kaldırıldı. İçinin pamuğu dışına çıkan, güneşten rengi solmuş bu şapkalar erkek öğrencilerin karizmasını çizdirdiği gibi kötü bir görüntü yaratıyordu. Ben de az yıpranmış bir tane ikinci el şapkamı ve ikinci el ortaokul kitaplarımı bir hevesle erkenden aldım ve hazırladım.

 

Buraya kadar her şey benim için çok güzeldi. Ancak Ortaokula kayıt için mezuniyet belgemi almaya Okuluma gittiğimde tüm hayallerim alt üst oldu. Mezuniyet Belgemi istediğimde “Evladım sen mezun değilsin ki” Dediler. Olur mu? Dedim ben listelere baktım geçtim gelin bakalım dedim. Bana listelerin kaldırıldığını ve yapacak bir şeyin de olmadığını söylediler.

 

O yıllarda daha fazla itiraz etmek mümkün değildi. Bize verilen terbiye ve eğitim de zaten buna olanak vermezdi. Öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde asker gibi selama durur hacı yatmaz gibi başımızı öne eğer ve selama dururduk. Hatta öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde kaçacak delik arardık. Benim açımdan durum böyleydi. Ailem açısından ise mümkün mü okula gelecekler ”Beyler siz kimin hakkını yiyorsunuz?  “Ne bu böyle saçmalık?” diyecekler.

 

Nihayet ben bir yıl daha beşinci sınıfı okudum. Aklımdan atamadığım tek şey bunun bana neden yapıldığı idi. Yıllarca bu soru ile yatıp bu soru ile kalktım ve çok geçmeden nedenini buldum.  Bitişik ev komşumuz öğretmenimizin akrabasıydı,  Bu kadın mahallenin en arsız ve en kavgacı kadınıydı. Komşularla kavgasız günü geçmezdi. Bu bazen tavuk için, bazen de çocuk için olurdu. Kocası da tam tersi muhterem ve karısına karşı etkisiz bir adamdı. Çok iyi hatırlıyorum bahçe sulama suyu yüzünden bizimle olan kavgası da tam bizim sınavlara denk gelmişti. Anlaşılan bu gitti benim öğretmenime beni şikâyet etti.

 

O yıllarda her nedense okullar tam bir şikâyet merciiydi. İnsanlar birbirlerini şikâyet için karakol yerine okullara gelirdi. Okul idaresi tarafından verilen ilginç ceza yöntemleri de vardı.

 

 

 

Bunlardan bazıları:

 

*Tek ayak üzerinde; ders sonuna kadar bekletme,

*İki kulaktan tutup kaldırılarak; ayakların yerden kesilmesi,

*Suçlunun bizzat muhatabı tarafından cezalandırılması olanağının tanınması,

*Okuldan hatta şehirden uzaklaştırma,

*Herhalde en acımasızı ve insafsızı şu olmalı:

 

Hiç unutmam bir arkadaşımız komşunun kümesinden yumurta çalmış ve komşusu da bu arkadaşımızı okula şikâyete gelmişlerdi. Ders çıkışı; aynı zamanda Müdürlük görevini de yürüten öğretmenim bu arkadaşımızı kapıya dikti ve bizlere de çıkışta sıra ile yüzüne tükürmemizi söyledi. Bizde tüm sınıf olarak bu arkadaşımızın yüzüne tükürdük.

 

O arkadaşımın heykel gibi duruşu ve ıslak yüzü gözümün önüne geldikçe inanın içim halen sızlar. Allah’tan ben böyle bir cezaya çarptırılmadım; hayatımın herhalde en büyük travması olurdu. Beni bir yıl daha beşinci sınıfta okumaya mahkûm ettiler. Ben ilkokulu altı yılda bitirdim.

 

 

Bakın; O bir yıl bana nelere mal oldu:

 

*Ben yaz tatillerinde ayakkabı boyacılığı yaparak okuyanlardandım. O yılki kazandıklarım boşa gitti,

 

*Ben O yıl dönem arkadaşlarımdan koptum. Sevdiğim arkadaşlarım ve platonik aşkım Sema ile Ortaokulda aynı şubeye düşme hayallerimiz vardı olmadı,

 

*Bir yıl Ortaokula geç başladım ve geç mezun oldum,

 

*Bir yıl Liseye geç gittim ve geç mezun oldum,

 

*Bir yıl üniversiteye geç başladım ve geç mezun oldum,

 

*Bir yıl geç Yüksek Lisans ve Doktora yaptım,

 

*Bir yıl geç işe başladım ve geç emekli oldum.

 

Özetle hayatımda ne yaptımsa hep bir yıl gecikmeli ve maliyetli oldu. Peki; onlara ne oldu? İki yıl önce komşu kadınımızın uzun ve çok acı verici bir amansız hastalık sürecinden sonra öldüğünü duydum. Allah affetsin diyemeyeceğim; bu Allah’ın bileceği bir konu.

 

Öğretmenime gelince; onun da öldüğünü öğrendim. Onu da bu olanlardan dolayı fazla suçlayamıyorum. O zamanlar sistem böyle çalışıyordu ve kendisi de büyük bir olasılıkla böyle bir disiplinle eğitilmiş ve yetiştirilmiş olmalıydı.

 

Sevgili Öğretmenler; gününüzü kutlarım. Üniversitemde asistan olarak ilk göreve başladığımda bir büyüğüm bana bak İbrahim öğretmenlik peygamber mesleğidir, Ona gere ha; demişti.

 

 O’nun dediği gibi; Ey sevgili öğretmenler; ONA GÖRE HA.

Yayın Tarihi
20.11.2010
Bu makale 4607 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sn: Özen ne mutlu size böyle bir eğitim sürecinden geçmişsiniz. Keşke bana da bu kısmet olsaydı. Çok şükür günümüzde bu tip eğitim acıları pek yaşanmıyor. Tamamen tükendi de diyemeyiz. Amacım; ülkemin herhangi bir yerinde halen böyle tutumda olan eğitimcilerin varolma olasılığına karşı bir mesaj vermekti. Her öğretmenler gününde başta devlet dahil olmak üzere öğretmenlerin sorunlarına değinirler bazen onlara bir parmak bal çalarlar bazen de verdikleri sözde durmazlar. Konunun sosyolojik yönüne hiç kimse girmez.Ben de bu vesileyle yaşadığım acıların sonuçlarını böyle günlerde değerlendirmeleri amacıyla dikkat çekmek istedim. Bu konudaki duyarlılığınız için size çok teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla.

Yrd.Doç.Dr.İbrahim baykan 21.11.2010

Sayın Baykan yazdıklarınızı, daha doğrusu öğrenim yıllarına ait anılarınızı inanın çok büyük bir şaşkınlık içinde okudum. Aynı zamanda büyük bir rahatsızlık ve sıkıntı duydum. Ben 1945 yılı Ankara Ulus İlkokulu mezunuyum. Ortaokulu da Ankara 4. Ortaokul'da bitirdim. Liseyi ise Ankara Gazi Lisesi'nde okudum. Bu müstesna okullarda öğrenim görmekle ne kadar şanslı olduğumu biliyordum. Sizin yazdıklarınızı okuyunca duygularım daha da kuvvetlendi. Kendi adıma sevinirken sizin adınıza ve ülkem adına büyük üzüntü duyduğumu söylemeliyim. İnanın İlkokul Öğretmenim Şükriye Hanım sanki annem gibiydi. Onu hala anıyor ve kalbimde yaşatıyorum. Ankara'ya gittiğimde mezarını ziyaret ediyorum. Yazdığım kitaplarda ve makalelerde onun adını saygı ve minnetle anıyorum. Ortaokul ve lise öğretmenlerimden de büyük yakınlık gördüm ve çok şeyler öğrendim. Öğütlefrini hala yerine getirmeye çalışırım. Meğer ülkemizde 20 yıl içinde ne kadar çok değişiklikler olmuş. Bizim öğretmenlerimiz bize Cumhuriyet ilkelerini, Atatürkçülüğü, birbirimizi sevmeyi, dayanışmayı, yardımlaşmayı ve hepsinden önemlisi de vatan sevgisini öğretirlerdi. Öğretmenlerimizle karşılaşmak ve onları selamlamak veya ellerini öpmek bizlere büyük mutluluk verirdi. Demek ki ben güzel bir dönemde eğitim almışım. Ama şu kadarını iftiharla söylemek istiyorum; uzun yıllardır, Ankara Gazi Lisesi Müdürümüz Rahmetli İhsan Üngüt niteliğinde bir Milli Eğitim Bakanı görmedim. Bu öğretmenler gününde bütün öğretmenlerimi bir kere daha saygı ve minnetle anıyor, kendilerine Allah'tan sınızrsız rahmet diliyorum. Saygılarımla...

Dr. Sadık Özen 21.11.2010

Sayın meslekdaşım sizin şahsınızda tüm muallimlerin gününü kutluyorum. Ebediyete intikal etmiş Baş Öğretmenimiz ve tüm eğitimcilere Hakk'tan rahmet diliyorum. Hürmetlerimle

yusuf özcan 21.11.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!