Ben de çok iyi bilirim, "ateşin düştüğü yeri yaktığını". Ben de bilirim, üç beş kuruş vererek (ki süreçte bir çok yerek katkı koydum) vicdanımı rahatlatmasını. Ama ben çok zaman gördüm ki "elden gelenin öğün olmadığını, onun da vaktinde gelmediğini"!..
Yıllarca bürokrasinin içinde hem sivil toplum gönüllüsü olarak hem de devlet/kamu tarafı olarak bu ve böyle süreçleri yönettim. Acılara derman olmaya, yaraları da sarmaya çalıştım. Sardım da, sardık da.
Hiç kimse kusura bakmasın, el kesesinden ağalık yapmasın. Vali olmak, kamunun çalışanlarının ağası olmak demek değildir.
Neresinden "bilgin" olduğu anlaşılmayan birisi çıkmış diyor ki: "Memurlar ve işçiler 1 aylık maaşlarını almasın! Vatandaş malının yüzde 10'unu bağışlasın". Sen kendini vali oldum diye milletin "ağası mı sanıyorsun" , bu ne hadsizliktir ya. Ayıptır.
Bir fıkra vardır, hani adam oğluna, "ben sana .... olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim" dediği gibi.
Sen önce bu söylediklerin gibi, gereğini yap da "YOL OLSUN!.."
Bu toplum, soyundan, sopundan asildir. Eli açık, dar ve zor günde komşusunun yanındadır.
Yok öyle, "el kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım", demek.
Devlet kurumlarının bile "ağalığa" soyunduğu bir dönemde, hiç kimse sormuyor, "kardeşim, bu değirmenin suyu nereden geliyor/gelecek" diye. Siz bu sürecin nasıl geçeceğini sanıyorsunuz?
Bu yara sıradan bir çizik ya da yırtık değil, beyler kol kırıldı, kafa yarıldı, bel büküldü. Çöktü millet ve milletin beli, kaç ilde.
Hali vakti yerinde olan topladı pılını pırtısını toplayıp göçtü başka yerlere. Göçük altında bir yavrusu, canı, tavuğu, horozu, koyunu keçisi olan bir umutla bekliyor ve bakıyor hala molozların altına.
"Mal canın yongasıdır". Canı yanarak, emek harcayarak elde edilen her şey değerlidir, yok öyle bırakıp gitmek.
Her gün yardım eden sayısı azalacak, giden yardımlar azalacak, yokluk ve yoksulluk artacak. Başka yerlere gidenler ise, elinde avucunda ne var ise harcayacak, bitince de, ucuz iş gücü olacak.
Ben yerel ya da genel iktidarı elinde bulunduranlara hiç bir şey demiyorum. Altlarında makam arabaları, şoförleri ve dolgun maaşları vardır, başka neleri olduğunu bilen söylesin. "Allah ziyade etsin!.."
Sana ne oluyor ya, "ey yoksun halkım!.." Bunları "ağa" yapan da, "beğ" yapanda sensin. Tepene ettiren de.
SEN NE ZAMAN AKILLANACAKSIN.
Depremin üstünden artık haftalar geçmeye başladı. Her gün yeni bir acı ortaya çıkacak ve her gün birinin bir başka yeri kanayacak. Sabır denilen şeyin her gün biraz daha taşacağını göreceksiniz.
Devletin en hayati kurumları bile "kamu görevini", kamu çalışanları aracılığı ile yapacağına, özel sektörden "hizmet satın alarak" görev yaptığını sanıyor.
Nasıl özel sektörde bir ihtisaslaşma var ise, kamuda da bir ihtisaslaşma olmalıdır. Böyle günü idare ederek süreç yürütülmez.
Her yaşanan milletin "canına tak etmeye başladı mı", olacakların gerisini düşünmeyin bile.
Bu millet yıllardır zor ve dar gününde devleti yanında olsun diye vergisini veriyor, askerlik dahil tüm yurttaşlık görevlerini yapıyor.
Yurttaşın zor ve dar gününde ise, devlet her seferinde yurttaşa İBAN numarası vererek günü geçiştirmeye çalışıyor.
Bu defa "mızrak çuvala sığacak gibi değil". Öyle tv'lerde ve sanal ortamda üç beş çapulcu ile durumu idare edeceklerini sananlar yanılıyor. Bu kez acı herkesin teninde. Canında. Yanında, yanı başında. Göyneğine yapışan pıtırak gibi her hareketinde canını acıtacak, canını yakacak.
Cumhuriyetin kazanımları fabrikalar gitti. Yok.
Cumhuriyetin değerleri gitti; devlet iki dernek üç vakfa kurban edildi. Bu iş öyle bol keseden atılarak yapılmış olsa da, "deniz tükendi". Sıra, yurttaşın maaşında, yevmiyesinde, aldığı bir somundan gelecek vergiden gelecek parada.
Devletin olanaklarını elinde bulunduranların keyfi yerindedir. Geçilmeyen yollara, uçulmayan hava alanlarına garanti ödemeleri yapılmaya devam edilecektir. Yeni yeni vergiler icat edilecek ve beslenen basın ve sanal ortak ile de her şey legalleştirilecektir.
Kazana atılan kurbağa gibi halk, bu duruma alıştırılmaya çalışılacaktır. Yalnız burada atlanılan bir şey var, gençliğin çalışacağı ne işi olacak ne de ağa gibi ana babalarının onlara vereceği bol paraları; uyanın artık, "deniz tükendi!.."
O yüzden, bir an önce herkes DEVLET diye bir kurumun olduğunu anımsamalı. "Devletin malı deniz, yemeyen domuz" demenin sonu geldi. Domuzlara da, yiyecek bir şey kalmadı.
Özellikle sıradan insanlara seslenmek isterim.
Ey halkım, sana oy verdiğin, yalakalık yaptığın iktidarlar değil, sana sahip çıkacak devletindir. DEVLET!..
Yıllardan 1913 ve aylarda 14 Marttır, Mehmet Akif "YE'S" şiiri ile isyanını şöyle haykırır:
"...Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır...."
Tevfik Fikret, daha ne desin ki:
"Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!/ Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!/ Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,/ Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!"
Evet, yiyenlere de yedirenlere bir sözüm yok. Herkesin keyfi yerinde. Benim bu işte ve süreçte hiç bir günahı olmayan yavrucaklara canım yanıyor. Onlara üzülüyorum. Günahsız yavrular, hoyrat ve sorumsuz ana babalarının günahını çekecekler de, ona yanıyorum.
O yüzden bir an önce herkes aklını başına alsa ve biran önce yalnızca DEVLETE değil, ivedilikle SOSYAL DEVLETE dönülmesinde yarar var. Yoksa, "devlet don mu yapar" diyenlerin çoluğunun , çocuğunu kıçında don bile olmayacak bu gidişle!..