Hani mevsimler üzerine döktürülür ya, yok efendim ilk baharda herkes aşık olurmuş, yaz fukaraların mevsimi imiş; kış, ayazın herkesin içine bir başka işlediği mevsim. Kimine donduran soğuk olarak, kimine sıcacık bir pencereden romantik kar manzaraları olarak görünür, dönermiş. Ne demek ise.
--Sokaklarda üşümüyorum, ilk baharda da aşık olmuyorum artık. Yaz nasıl geçerse geçsin ama, son bahar ressam mı ne? Karma karışık oluyor insan, birden kendini Cahit Sıtkı'nın dizelerinde buluveriyor neden ise.
"Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan." oluveriyorum. Evet, zaman ile insan kaygısız da olamıyor. Umurunda olmasa da, yüreğin, vicdanın var ise, her şey geliyor seni, "can evinden" vuruyor.
--Bazen amaçsız dolaşmayı seviyorum. Bir zamanlar "cehennemin dibi" denilen, aradan kaç yıl geçti ki, artık "şehrin göbeği" sayılan bir AVM'ye gittim. Hem bir kahve içerim, hem de bir şeylere bakarım diye.
--Dilediğim gibi bir yürüyüş ayakkabısı bakarken, hiç beklemedim bir yerde buldum. Aslında pazarlık yapmasını sevmem. Her şey ve herkes ne ise o'dur benim için. Yok öyle üç in, iki çık bu ne ya. Öylesine "şu fiyata olur ise" diye laf attım oradaki kişiye. O da birisine seslendi. Önce bana, sonra alacağıma baktı, "tamam" dedi. "Mal anlayana satılır, ağabeyime, o fiyata olur."
--Gerçekten iyi bir fiyata verdi. Sonra da sohbet başladı. Ülke, Dünya, Ankara'nın semtleri, insanlar üzerine her şeyi konuştuk o kısacık sürede. Benden kahve sözü aldılar, AVM'ye gelince.
--Buraya kadar, eskilerin "girizgâh"/giriş dedikleri ahkâm. Ama asıl anlatmak istediğim şey ise:
--Adamın tuzu kuru belli. Sigarayı ağzına koymuyor ama, tezgahtarı perşembe akşamları hariç, o ise akşamdan akşama kendi yaptığı üç kadeh rakısını içiyor. Emeği ile kazandığı evi, dükkanı, malı, mülkü, rakısı bitince de "eve gelirken depona uğra da iki şişe de rakını getir" diyen eşi, sohbetine bayıldığı bir kızı var.
--Hani Orhan Velinin dediği gibi:"
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!"
--Ama bunların umurlarında idi. Artık günlük işler dönsün, yeter. Ötesinden umudu kesmişler. Ama bir şeye canları sıkkın. O da, akşam evlerine ekmek götüremeyecek olanların, evlerine ekmek götürmelerine engel olanlara şakşakçılık yapmalarıydı.
--Ülke yakında yeşile hasret kalır ise şaşmayın. Binlerce, milyonlarca yıllık doğal denge maden, altın talanına yabancılara peşkeş çekiliyor, parasını verdikleri Vaiz'lere "ses çıkarmayın, Allah isyankârları sevmez" dedirtiyorlar, bunlarda alkışlayıp çanak yalıyorlar diye serzenişleri vardı.
--Keşke Osmanlı'ya tapanlar, "ya bu Osmanlıya ne oldu" DİYE SORGULASALAR. Ama nerede?. Onlar için var ise de yok ise de, hamaset, hamaset. Azıcık tarih okuyanlar görecek, günümüzde yaşananlar Osmanlı'nın son dönemlerini anımsattığını.
--O zaman imparatorluğun toprakları parça parça kopuyordu. Şimdi de, toprağı, kayası maden, mermer diye yüklenip, yüklenip götürülüyor, bize de "çukur"larını bırakarak!..
--Babası ölmüş miras yediler gibi elde, avuçta ne var ise sattık. Halkın gözü gibi koruduğu Devletin malı mülkü ne var ise, yandaşlara peşkeş çekiliyor. Hazine, birilerine "hazine" oldu. Sahiller tapulandı, sular ipotek altına alındı. Borçlar, ahalinin boynuna idam fermanı gibi asıldı, ama ahali onu madalya sanıyor.
--Gerçekten vicdanı olanlar mutsuz bu ülkede. Hem de tuzu kuru olarak. O çöplükten ekmek-yemek artıkları toplayanların seçtikleri, yarattıkları iktidarların, onları mahvettikleri yetmiyormuş gibi, çoluklarını çocuklarını da mahvettiklerini görmemelerinin acısı içinde.
--"Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" de, kıyamet ne zaman kopacak, Nasrettin Hocanın dediği gibi, küçük kıyamet mi, büyük kıyamet mi göreceğiz, bakalım.