Binlerce yıllık tarihi, kültürü iyi ya da kötü, Devlet ve yönetim deneyini olan bir ülkede ve devlet çatısı altında yaklaşık yüz yıldır yaşıyoruz.
Hepimiz her şeyi biliyor ve konuşuyoruz. Ayrıca, sözümüzün üstüne söz de tanımıyoruz.
Hâlâ bir seçim sonrası bile ortak bir paydada buluşamıyor isek, burada bir sorun var demektir.
Madem binlerce yıllık tarihimiz var dedik, bu tarih nerede başlıyor bakalım.
Orta Asya, Ergenekon, göç, Çin akınları derken Hazar kıyılarına gelip, kimimiz kuzeyinden, kimimiz güneyinden yol alıp, Anadolu içlerine girmişmiyiz.
Evet.
O zaman, bu topraklar bizim asıl Anayurdumuz değil ama bu toprakları, kanla, canla, öyle ya da böyle ANAYURT, Vatan toprağı yapmışız.
Anadolu'da, ülke topraklarında yaşayan hepimiz için, "bu topraklarda yetmiş iki buçuk millet yaşar" derler.
Büyüklerimizin makam masalarının arkasında, bu aralar pek sık görmesek de, on altı bayrak durur ve bu günkü Türkiye Cumhuriyeti (TC) bayrağı da dahil, kurulan Devletleri temsil eder.
Bugüne kadar kurulan tüm devletlerin içinde TC çok önemli bir yere sahiptir.
Dünya hakim ekonomik sistemi Feodalizm, feodal üretim sürecini tamamlamış, makinenin icadı ile sanayi devrimini yapmış ve yavaş yavaş üretim, ticaret ve tarımda yeni bir çağ ve dönemin kapılarını aralamıştır.
Bu döneme de Kapitalist Ekonomik sisteminin hakim olduğu çağ diyoruz.
Kapitalizm, feodalizm gibi öyle "ağa" gibi davranmaz, her şeyi sık dokur ve eler.
O yüzden de, her şeyi denetlemek, kontrolü altına almak ister. İmparatorluklar 18. Yüzyıldan başlayarak teker teker bu sebeple yıkılmış ve yerlerine küçük ulusal devletler kurulmuştur.
Kapitülasyonlar, Duyun-u Umumiye, milliyetçilik akımları derken, Osmanlı adım adım işgal edilir ve parçalanıp yok edilmeye çalışılırken;
Bir Mustafa Kemal çıkar ve önce Mustafa Kemal Paşa olarak arkadaşları ile ülkeyi kurtarır;
Ardından da, Mustafa Kemal Atatürk olarak da Türkiye Cumhuriyetini kurarlar.
Anadolu'da hiç bir söz boşa söylenmez. Hani bu topraklarda "yetmiş iki buçuk millet" yaşıyordu ya, işte bunlardan tek bir millet yaratmak gerekiyordu ve o da, bunu yapar ve kurduğu devletin ve cumhuriyet'in milletini:
"Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına, TÜRK MİLLETİ, denilir" diye tanımlar.
Tamam kurucuların çoğunluğu Türk kökenlidir, diğer etnik unsurların çoğu bu aşamada başka emperyalist ülkeler ile işbirliği yapmışlardır. Sonunda Türkiye Cumhuriyeti kurucu unsuru olmayı ve bu topraklarda "Türkiye Cumhuriyeti Yurtdışı" olarak yaşamayı kabul etmişlerdir.
Eeee yetmiş iki buçuk millet olur da, onca "Din" olmaz mı.
Devlet demek, yaşayanların birlik ve beraberliği, iyi ya da kötü günde bir ve beraber olması demektir.
Milliyet olarak sorun aşıldıktan sonra, din ve inanç konusunda da birlik ve beraberliğin sağlanması ise, "Laiklik" denen sistem ile olacaktır.
Öyle de olmuştur.
Seçimler, gizliden gizliye, açıktan açığa darbeler derken, Cumhuriyetin 100'üncü yılına gelinmiş ama o da boynu bükük kalmıştır.
Üzgünüm ki, son elli yıldır ortak değerler değil, bireysel özellikler ön plana çıkarılmış ve "kişisel özgürlük" adı altında, ülke YURTTAŞLARININ bölünmesi, parçalanması, ayrıştırılması noktasına getirilmiştir.
Cumhuriyetin en şanlı yılı, 100"üncü yılı, davullarla, zurnalarla şenlikler içinde kutlanması gerekirken, nerdeyse insanlarının birbirinin gırtlağına sarılacağı aşamaya getirilmiştir.
Dahası, seçim sürecinde birlik ve beraberlik görünümünde "ittifaklar" yapılmış ise de, bunun da pek fazla olumlu bir sonucunun olmadığı görülmektedir.
Daha özel olarak, Ülkenin Anamuhalefet Partisi, kaos olmasın, birlik ve beraberlik olsun derken hızla bir kaosun içine doğru sürüklenmeye başlamıştır.
O kadar deneyim, bilgi ve söz, ozanın dediği gibi "uçup gitmiştir".
Bu yüzden, kalıcı olan bilgi ve deneyimlerin olduğu yazılanlara, geçmiş tarih ve deneyimlere bir göz atsak iyi olacak gibi.
Gelinen noktada elbette ki, yönetim ve yöneticilerin olumlu ya da olumsuz bir sorumluluğu vardır.
Ancak bunu da değerlendirirken, bilimsel gerçekçilikten uzak, kişisel çıkarları önceleyerek değil, toplumsal, siyasal ve ideolojik ilkeler ışığında ve çerçevesinde yapmak gerekmektedir.
Günübirlik Kendi çıkarını ve geleceğini önceleyerek, böyle siyasal ve toplumsal bir süreç yönetilemez.
Anamuhalefet Partisinin ilkeleri, bu ülkenin de varlık sebebidir.
Tüzüğünde, Devleti'nin Anayasasında yazan "Milliyetçiliği" göz ardı ederek, bir takım popülist yaklaşımların içine girilmesi doğru olmamıştır.
Anamuhalefet Partisinin içinde olan bazı kişilerin söz ve tavırları, Parti'nin kurumsal kimliğini tanımlanmaz ve sizleri de partiyi bağlamaz.
O yüzden, parti adına yapılan "özür dilemeler" de, yerinde olmamıştır.
Orta Asya'da, "dağı eriterek" o çağda, Hannibal'dan önce bir yol bulan bu millet, Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılında da bir çıkış yolu bulacaktır.
Tabi, bu devletin kurucunun "Benim, iki büyük eserim vardır" dediği eserlerine, onun ilkeleri doğrultusunda sahip çıkılarak.
Yoksa, bu ülkenin kurucu partisi yok edilirse, gerisini düşünmek bile istemiyorum.
Anamuhalefet partisi, kapılarını bu ilkeleri ve partiyi savunanlara kapatarak değil, açarsa çıkış yolunu bulacaktır.
Yoksa, Devlet, Hükümet ve bütün olanaklar elinde bir gücün karşısında, 2024 yerel seçim süreci, tatlı bir hayalin ötesine geçemez.
Hâlâ anlamadık mı?