Kasımın ilk haftası da gitmemiştim Ankara'ya. Nedense, sahil kasabalarının sıcaklığı beni de ısıtmış, oradan oraya iş toplantısı, çalıştaylar, sohbetler, konuşmalar arasında bir bahar esintisi gibi savrulup gidiyorum.
Yaşam ortada bir şeydir. Ne iyidir ne de kötü. Hani "kötü insan yoktur, kötü durumlar vardır" derler ya, ben de öyle olduğunu düşünür ve öyle olduğuna inanırım. Yaşıyorum da!..
Ankara'ya demir atmış bir Antalyalı olarak, bu aralar yine güneyde, Marmaristeyim.
Şair, yazar, edebiyatçı ve araştırmacı Arif Hikmet Par'ın oğlu, İstanbul Hukuk Fakültesini yarıda bırakarak, "Uğur Film"de Memduh Ün'ün asistanlığı ile sinema serüvenine başlayan, değerli dostum Zafer Par'ın, "aman ha, mutlaka tanış" dediği;
Kalimerhaba Kültür Ve Sanat Derneğinin kurucusu, olmazsa olmazı, Senarist Fuat Özlüer'in oğlu, 1968-1974 yılları arasında yaklaşık 30 filmde kamera asistanlığı yaparken, bir reklam şirketinin ortaklığına soyunan ve 1989'da Marmaris'e yerleşen değerli dostum Umur Özlüer ile sahilde volta almak üzere buluştuk.
Teklif benden gelince, baya da yürüdüğümüz için ben de bir kahve molası için denizi içimize çekecek bir yere oturalım ve kahvemizi içelim deyince, Umur bey espriyi patlattı, "ben burada kahvecide kahve içmem, dostta içerim". Sustum ve yürüdük.
Marmaris'in en güzel yanı şehir, insan, deniz, konfor ve dostlar ile iç içe olunabilmesi. Tek kişinin girebildiği ara sokaklarda birisinden içeri girdik sanat, kitap, sanatçı ve çay-kahvenin olduğu dükkana bir selam verip, yan tarafında ki bir turizm şirketine çıktık.
Kahvelerimizi içip, laf da lafı açarken, gördüklerim, duyduklarım ve olanlar beni şoktan şoka sokuyordu.
Ki, ben yaşamda yeterince iyi ya da kötü dersleri alan birisiydim. Ona karşın içimde ki şaşkınlığı zor gizliyordum.
Çalışma masasında gözleri kıvılcımlar saçan bir adam, oturduğu yerden içten selamı ile buyur etmişti kahveye ve sohbete geldik dedikten sonra bizi.
Kahveler içilirken sohbet sanat, edebiyat, iş yaşamı derken kitaplara geldi. Ev/büro sahibimiz yanındaki arkadaşına bana verilmek üzere dolaptan kitaplarını isteyince, bir şok daha yaşıyor ve aklım bir köşeden bir köşeye savruluyordu.
Benzerliğini en sonra yazacağım bir olay için gözlerimin önüne, Paris'de Avni Arbaş, Güzin-Abidin Dino, Vera Tulyakova- Nazım Hikmet geliverdi.
Her biri varlıklı ailelerden gelmelerinin dışında ülkenin ve dünyanın sayılı şairi Nazım Hikmet Ran ve diğeri de ülkenin en iyi ressamı Abidin Dino'yu Paris'de buluşturan kader, her iki sanatçının da, işçi sınıfının, yoksul halk kitlelerinin durumunu kendilerine dert edinip, ülkelerine sığamayıp, buralara sığınmalarıydı.
Ve o günlerin Paris'inde soruyordu Nazım Abidin'e, Sen nehrine bakan otel odasının penceresinden, Sen "Mutluluğun Resmini yapabilir misin Abidin?" diye.
Ortada ne Nazım, ne de Abidin vardı ama, Nazım'ın sorduğu soruya, “Buna da ne tual yeterdi; ne boya…” dizeleri yanıt veren Abidin Dino'nun tablosu gibi muhteşem bir tablo vardı.
Sonbaharın serinliği sokaklara dökülmeye başlamıştı ama yine de oda sımsıcaktı. Karşımda sandalyesinde gulet İşletmecisi turizmci, iş insanı, şair, roman, deneme yazarı edebiyatçı, sosyal formların aktivisti küçük bir dev adam, Çetin Korkut oturuyordu.
Kendisini "1969'un Ocağında, bir yağmur, bir fırtına…
Babam dışarıda üşümekli ve ıslak, kız evlat beklerken ben;
Fethiye yolunda hastaneye giderken 60 model bir Ford’un ciğer kırmızısı koltuklarında, çiftçi bir ailenin dördüncü erkek çocuğu olarak dünyaya gelmişim." diye tanıtıyordu.
İlk okula başlaması, ilk şiirleri, Kıbrıs harekatı, 12 Eylül darbesi ve izleyen yılda Atatürk'ün 100'üncü doğum yılı kutlamaları, 1987'lerdeki “brek brek arkadaş arıyorum, arkadaş!” çığlıkları, İngiltere'ye eğitim için gidiş, ticarette yükselişler, batışlar ve yaşamının en önemli olayı 2 Ağustos 198'de, bir yat gezisinde denize balıklama dalma sonucu boynunun kırılarak felç olması.
Bir insanın kendini "Aslında felç olan bedenim değil, amaçlarım, hedeflerim, hayallerimdi…" diye tanımlaması ise benim içimi acıttı.
Kendini işine olduğu kadar yazın dünyasında da vermişti ve “Sen Hiç Deniz Gördün Mü?" şiir kitabı ona başka bir pencere açıyordu.
2016 yılında düzenlenen Uluslararası Kadın ve Sanat Festivalinde KaliMerhaba Derneğinden aldığı "Yılın Engel Tanımayan Sanatçısı Ödülü" biraz içini burksa da, yine ona umut ve onur vermişti.
Bir omurilik felçli olarak uluslararası ticaret başarısının yanı sıra edebiyat dünyasına da, Sen Hiç Deniz Gördün Mü? -Şiir,
Yalınayak- Deneme, Sol Yanım Aşk- Roman , Rengi Yok Yalnızlığın- Deneme, Külrengi Kareler-Şiir, Perizat-romanlarıyla renk katan, enerjisi beni de ateşleyen iş insanı, yazar, şair, sivil toplum aktivisti ve güzel bir dost olarak Çetin Korkut'u yaşamımıza katan her şeye ne desek ki!..