İnsanız, canımız sıkılır, bir sorunumuz olur vs, vs üzülürüz, doğamız gereği. Bu kez üzüntüm bu değil. Bas bas bağırıyorum, hala "güneydeyim" ve Ankara'da kaloriferler yanarken, güneyde soğuk, ıklimlendirme çalıştırıyorum.
Anlayacağınız, canımı sıkmam gereken kişisel bir durum yok.
Ama CANIM SIKKIN!..
ÜZGÜNÜM!...
KIZGINIM!..
DEB DUALIYIM!..
Kimlere mi?
Başta sorumlulara;
Sonra da sorumluları seçen ve hala orada tutan SİZLERE!..
Yahu, ağzımız açıldığı zaman asaletten, bilgiden, görgüden, terbiyeden söz eder, sayar gideriz.
Peki bu ne işe yarar ki?
Bu Ülkede, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü duymayanın kalmadığını sanmıyorum da, bilmeyen çok olduğunu düşünüyorum.
Türk boylarının Orta Asya bozkırlarından, göç nedenlerini, özellikle polemik yapacakların kaynaklarından alarak yapacağım.
Sabah Gazetesinin 27 Nisan 2021 günlü yazısı başlığı, "Türklerin Orta Asya'dan göç etme nedenleri nelerdir?".
Ve bir çok nedeni yazıyor ama ben en önemlisini ve yazı ile ilgili olan kısmını alacağım.
"Siyasi nedenler: Türklerin her zaman başka topraklar ele geçirme, geniş coğrafyalara yayılma düşünceleri olmuştur. Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya göçünün en önemli nedenlerinden biri de özellikle Çinliler, Kitanlar ve Moğollar tarafından Türk boylarına yapılan baskılardır. Özgürlüklerine çok düşkün olan Türkler tüm bu nedenlerin sonucunda başka coğrafyalara göç etmiş ve uygarlıklarını diğer coğrafyalarda güçlendirip büyütmeye çalışmışlardır." denilmektedir.
Burada her ne kadar sadece Çinliler, Kitanlar(Hitaylar, Hıtaylar, Kitanlar (4. yüzyıldan itibaren modern Moğolistan, Kuzeydoğu Çin ve Rusya'nın Uzak Doğu bölgelerine yerleşen ve bu bölgede Moğol göçebe halkının bir kısmı) ve Moğollar denilse de; Müslüman Arap Akıncıların, Perslerin saldırılarını göz ardı edemeyiz.
O yüzden, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularının yaşadıklarını bilen Bilge insan Şeyh Edebali, Osmanlı Beyliğinin kurucusu (bu arada kendini "Osmanlının torunu sayanlara anımsatayım, Osmanlı Beyliğinden önce ilk aşamada Anadolu'da 10, daha sonra Osmanlı ile birlikte aynı dönemde, 22 Beylik kurulmuştur. Dedelerini orada arasalar daha doğru olur) Osman Bey'e, en önemli öğüdü;
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”dır!..
Hem böyle bir öğüdün torunuyum diyeceksiniz, hem de insanı yok sayacaksınız. İnanılmaz.
Hem böyle bir öğüt ile kurulmuş bir devletin, milletinin unsurlarından olacaksınız, hem de insanı yok sayıp, "adamını yoksa madamını" koruyup, kollayacaksınız.
Benim için "Devlet" çok değerli ve önemlidir.
Öğrenciliğimde, bir ispiyuncu/muhbirin yalanı ile bir hafta masun masum, bugün yerinde yeller esen Güllükteki Antalya Kapalı Ceza Evinde üç gün tutuklanıp, sonra da bir şey yokmuş gibi salıverilsem de, dosyama koydukları "sağ görüşlü öğrencileri darp" suçlamasını bir ömür boyu boynumda bir yafta olarak taşıtmalarına;
Beytepe(Hacettepe) sırtlarında, Sadettin Yüzbaşının keyfi yerine gelsin diye yemekhaneye giderken, yediğim dipçik ile dört dikişi kaşımda taşımama;
Yedek Subay olarak gittiğim Gaziemirden sonra kura çektiğim Ankara Mamak'a sığdırmayıp, Ağrı'ya sürmelerine;
Bürokraside, "bir yanlışın olursa, tırnaklarını sökeriz" uyarılarına rağmen,
BEN DEVLETİMİ ÇOK SEVERİM.
Çünkü, bana bunları yapan devlet değil, devletin bir iki çapulcusudur. Yıllar sonra yaptıklarını bildikleri için, yüzüme bakamayanlardır.
Güzelim Ankaramda, "bir eğlence mekanında, şarkıda isteyip, şarkıyı bilmediğini söyleyen müzisyeni öldürdü" haberine.
Gidilen yer, eğlence yeri.
Gidenler, eğlenmeye giden kişiler.
Buraya kadar her şey olağan. Olağan olmayan ise, yapılan istek şarkısını, sanatçı Onur Şener'in bilmediğini söylemesi ile başlıyor.
Masada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişi İlker K. (35), aynı kurumda meslektaşı Ali G. (36), TAİ’de elektrik mühendisi Semih S. (36) ve kadın arkadaşları J.E. (36) ile G.G. (36) var.
Sanatçı Haluk Levent, sosyal medya hesabında, "katil zanlılarının", “Onur'un yüzünü bardaklarla parçaladıklarını" paylaşıyordu.
Katil zanlılarının, adli sicil durumlarında da bazı konulardan söz ediliyor. Daha önce de bazı vukuatları olmuş.
Konuyu dağıtmadan gelelim asıl meseleye.
1-Olay yeri bir eğlence mekanı, doğal olarak müzik ve alkol vardır.
2-Buraya gelenler iki kadeh atmaya ve müzik dinlemeye gelirler.
3-Genellikle bu tarz yerlerde, sanatçıların bir programı olur; gazino, pavyon ve meyhane gibi istek almazlar.
Bunlar mekana ilişkin notlar olsun.
Peki eğlenmeye gelenler, kimlerdir?
Bunlar da, haftanın yorgunluğunu çıkarmak için bir az müzik dinleyip, biraz alkol alıp arkadaşları ile sohbet etmek isteyenlerdir. Olayın olduğu semt ve eğlence yeri de Ankara'nın seçkin bir yerinden.
Gelelim sanatçıya:
ONUR ŞENER, kimdir.
1977 Ankara doğumludur. Öğretmen bir Annenin oğlu olarak, Ankara TED Koleji'nden 1995 yılında mezun olur ve yaşamına profesyonel müzisyen olarak devam edip, evli ve iki çocukludur.
Sanatçı Onur'u tanıyanların, "zarif ve uygar bir kişiydi, kimse ile husumeti olmazdı" sözlerini de bir kenara not edeyim.
Gelelim "katil zanlılarına"!..
Yolun yarısını geçmiş 3 DEVLET MEMURU/ KAMU GÖREVLİSİ/ BAKANLIK ÇALIŞANI MÜFETTİŞ/ EN YÜKSEK MAAŞ ÖDEYEN BİR DEVLET ŞİRKETİNİN MÜHENDİSİ.
Ve olaylı gecede, üç erkeğin yanında, iki "Hanımefendi"!..
O zaman sormak gerek, hafta sonu dolu olacak bir mekanda, sanatçıdan "şarkı istemek ayrıcalığına" nasıl ve hangi güven ile karar veriyorlar ve sanatçıdan kendilerine özel, şarkı söylemesini istiyorlar?
Eğlence mekanı kapanıp, sanatçı evine , çoluğuna, çocuğuna giderken, hangi güven ile ellerinde kırdıkları şişe ve bardaklar il saldırıyorlar? Özellikle de, boyun kısmını hedef alıyorlar. Bunlar adli makamların soracağı ve bileceği işler.
Ben benim için asıl konuya geleyim.
Bu kişiler, "Çalışma Bakanlığı, İş Müfettişi" olduklarına ve gidilen mekan da dahil, tüm işyerlerini denetleme hakkına sahip olduğuna göre, şarkı da isteme dahil, saldırı pervasızlığının sebebi, "Kamu görevlisi/ Müfetttiş" olmalarından mı, kaynaklanmaktadır?
Yaşları ortalama 35 dolayı olan bu kişiler, 25 yaşında işe başlasalar, çalıştıkları kuruma 10 yıl önce, yani bu iktidar (milliyetçi ve muhafazakar) döneminde başlamışlardır.
Bu da çalıştıkları kurumların sembolik hale getirilen "teftiş kurumları"nın sorunudur.
Peki, siz sade yurttaşın hiç mi suçu yok.
Yok öyle yağma. Yağmur yağıyor ise, şemsiyesi olan az ıslanır, o kadar. Yağmur herkesi ıslatır, ister paçasından, ister kafasından.
İktidar ve yandaşlarına sözüm yok. Onlar işlerini, Diyanet İşleri Başkanına, Şirin çocuk "maliye bakanı"na havale etmiler, yemeleri ve içmeleri iyi, geleni gideni de tanıyorlar.
Belki bilmezler, ben söyleyeyim"Mahkeme, kadıya mülk değildir".
Bir de torosların çobanlarının bir sözü vardır, "bayramda, köpek canlanmaz" diye!..
Gelelim muhaliflere.
Eyyyy muhalf geçinenler. Genel iktidar taraftarları, kamunun olanakları kullanıp, yiyip, içip ses çıkarmazken, siz de yerel yönetimleri masaya koymuşsunuz. Yarasın!..
Toplumun eğitimi bozuldu. Üniversite hoca ve yöneticisi bile "cahil seviyor, hatta hiç okul yüzü görmemişini"!..
Siz, ortalık aydınlansın denilmesi gereken bir dönemde, bu "başörtüsünü" de nerden çıkardınız? Konu mu kalmadı.
Ben hep türbanın yasaklanmasına karşı çıktım. Ama bu gün, başını bir şekilde "aç günahtır" diye örtüp, sokaklarda iç çamaşırlarını gördüklerimden sonra, gördüğümden utanıyorum.
Toplum olarak artık aklımızı başımıza alsak,
İşi, adamımıza ya da madamımıza değil de hak edene, nitelikli olana versek de, huzur içinde yaşasak olmaz mı?
Bengisu Erenus'un şarkı sözü gibi,
"..... Şefle iyi geçinsen de/ Bugun için sevilsen de/ Çıkmaz bu yol bir yere/ Nereye payidar nereye? .... ...."