İnsanın doğasından kaynaklanan, yine insani duygular vardır. Bunlardan birisi de, "AİDİYET DUYGUSUDUR". Her ne kadar, bir yere, bir şeye, bir kimseye bağlı olma, ondan kopamayacağını tanımlayan duygu olarak tanımlanırsa da, sanırım bende bu duygu, APTALLIK olarak ve aptallık boyutunda nüksetmiş!..
Başlangıçta solcu, hatta sosyalist, zaman ile de demokrat, sosyal demokrat; parti olarak da, Atatürk'ün Partisi CHP'li olmuştuk ya, kanımız aksa, yüzümüz başkasına dönmez, kanımız aksa her hücresi chp, chp chp diye diye akardı.
Zor bir siyasi dönem idi 1999, 2000'li yıllar.
Hükümetler kurulamıyor, siyasiler birbirine girmiş durumda. ANAP genel Başkanı ve dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'dan sonra çözümsüzlük, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i önce yaklaşık beş aylık, ardından da MHP ve ANAP ile birlikte üç buçuk yıllık bir hükümete zorlamıştı.
Her iki hükümet döneminde de, çalıştığım bakanlıkta DSP kanadından arkadaşlar, dostlar ve tanıdıklar, "bu aralar kızak görevdesin (Araştırma ve Planlama Dairesi biraz da kızak göreve çekilenlerin bekleme yeridir), gel seni bir göreve atayalım" diye teklifler getiriyorlardı.
Ben oyumu CHP'ye vermiştim, o yüzden bu samimiyetsizlik ve sadakatsizlik olur diye, tekliflere uzak durdum. Nasıl olsa bizimkiler de (CHP) bir gün yönetimlere gelir, ben de o kadar bürokratik deneyim ve ilişkim ile bir yerlere gelirim diye düşünmüştüm.
Sonra, 2000'li yıllar gelmiş, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in görev süresi dolmuş, yerine de Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, TC'nin 10'uncu Cumhurbaşkanı olmuştu.
Bir gün, "İbrahim Bey, sizin ile Cumhurbaşkanlığında çalışmak istiyoruz" diye bir telefon geldi. Yeni dönem ile Çankaya Köşkü'ne giden tanıdıklarım olmuştu, onların önerileri ile Personel Dairesinden gelen bu teklife, ben de sazan gibi, "olur ama, bakanlıktan muvafakat yazısı almanız gerek" deyince, telefonunda ki Başkan gülerek bana;
"İbrahim Bey, burası Cumhurbaşkanlığı, biz atamayı yapar, kuruma tebliğ ederiz" deyince, bende jeton düşmüştü.
Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ve yakın çalışma ekibi olarak, Çankaya Köşkü'nde yedi güzel yılımız geçti.
Bazen zaman su gibi akar gider. 22 Temmuz 2007, 23. dönem Milletvekili seçimleri yapılacaktı.
Yıllardır Ankarada Antalyalılar Derneği Başkanlığı yapıyorum; dönemin Belediye Başkanı Bekir Kumbul ve arkadaşım İş insanı Cevat Zeybek'in destekleri ile Ankara İzmir Caddesinde Antalyalılar Evi'ni açmışız. Öğrencilerin ve burada yaşayan hemşerilerimizin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz. Portakal Geceleri gibi her gün bir etkinlik.
Bu arada da, "Yedinci Ok" adında bir düşünce topluluğu kurmuşuz, başkanı/koordinatörü de benim. Bir çok kesimden arkadaşlarım ile birlikte CHP'ye projeler hazırlıyoruz, bazen tek başıma bazen hep birlikte hemşerimiz Genel Başkana sunuyoruz.
Ankara'da bürokratik yönetim deneyimi ve ilişkilerim yerinde. Ankara ve Antalya'da da sivil toplum ve parti(CHP) ile ilişkiler de iyi. Antalya'dan Ankara'ya gelip, sorunu olanın, sorununu da çözüyoruz.
Benim için bütün bunlar bir görev ve sorumluluktan öte, bir yaşam biçimi olmuş. Etraftan da "yürü joe" modunda, "hadi bakalım bu dönem artık Antalya'dan Milletvekili Adayı" ol diye "gaz" veriliyor.
Derken, 2007 Mayıs ayı başında, kendisine projeler sunduğum, bürokratik bir çok konuda yanında olduğum Antalyalı CHP Genel Başkanından randevu alıp, kendisine, "Sayın Cumhurbaşkanım Ahmet Necdet Sezer'den de izin(muvafakat) aldım, siz de uygun bulursanız, Antalya'dan Milletvekili Adayı olmak istiyorum" dedim.
Bana, o güne kadar duyduğum en uzun övgü sözcükleri ile "parti için de, Antalya için de çok iyi olur" deyince, ben de memurların seçim için istifa etmeleri için son gün olan "4 Mayıs" günü, Orhan Veli gibi, evkaftan, Cumhurbaşkanlığında ki görevimden istifa ettim.
Hatta sayın Cumhurbaşkanımız Sezer, "İbrahim Beyden başka adayımız çıkmadı" diyerek de, yakın çevresine de esprisini yapmış.
Antalya için, CHP için bürokratik yaşamda da, siyasi yaşamda da yanında olmadığım, o dönem ne bir belediye başkanı, ne de bir milletvekili vardı. Her birisi de, ayrı ayrı övgüleri düzüyorlardı.
Yüksek Seçim Kuruluna partiler, 4 mayıs pazartesi mesai bitiminde milletvekili aday listelerini verdiler. Antalya CHP listesi başta Deniz Baykal, ikinci sıra Hüsnü Çöllü, üç Osman Kaptan diye sıralanıyordu.
Özellikle 24 Ocak 1980 kararlarından sonra, ülke siyaseti ve yönetimi çok enteresan bir yol ayrımına giriyordu.
Ülke yönetimi için yapılan seçimlerin, ülkenin sorunları ve çözüm yolları, halkın öncelikleri, deneyim, liyakat gibi unsurlar yerine, "adamını, yoksa madamını seç" döngüsüne giriyordu.
O kadar yerel ve genel konsensus, istek ve gereklilik, ülkenin, partinin değil, genel başkanların ve çok dar bir kadronun ikballeri ile ilgili olduğunu anlamak için böyle bir "hiçlik" yaşamak gerekiyormuş
İyilik, yardım ve yararlılık, kişilere o gün için gerekli olurmuş. Yıllar sonra da o ünlü söz, kulağınızda küpe olup kalıyor.
"Dün, dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek gerek!"
Siyaset, halkın mutluluk ve refahı, ülkenin gelişmesi ve kalkınması için yapıldığını sanırken, birilerinin değirmenine su taşımak olduğunu anlamak, "hiç sayıldığınızı" görmek, yaşamak gerekiyormuş!..
Siz, bir şeylere "aidiyet" duygusu ile bağlı olurken, herkesin bir yerlere ve bir şeylere "aidiyeti" olduğunu, aynı aidiyet içinde olmadığınızı, yaşayıp görünce öğreniyorsunuz!..
O türkü sözleri: "Acılar beni tez büyüttü/ Genç olmuşum şu dünyada ne fayda" mıydı?