Herkesin bildiği ve eski Mısır'da bir bilgenin söylediği düşünülen bir söz vardır, "Güneşin altında söylenmemiş söz yoktur" diye.
Güneşin altında bütün sözlerin söylenip söylenmediği tartışılsa da, sanıyorum güneşin altında, gölgede ya da karanlıkta her zaman bir çıkar çatışmasının yaşandığına kimsenin itirazı olmaz.
Bunu ilk ben de söylemiyorum, büyük üstat Nazım Hikmet de yıllar önce dizelerinde "Biliyorum benden önce söylenmiş bütün bunlar/ Benden sonra da söylenecek/ Benden önce duyulmuş bu keder/ Benden sonra da duyulacak" demiş zaten.
Peki her şey söylenmiş, her şey yaşanmış ve de bunlar yazılmış ise biz niye uğraşıyoruz, biz neyi arıyoruz ki?
Dünyanın neresinde olunursa olunsun, insanların ve insanlığın lehine olabilecek güzel şeyler varken, neden birlikte olamıyoruz?
Şeyh Bedreddin'in (1359-1420) yıllar önce söylediği şu dizler bile unutulmuş gibi: "Yarin yanağından gayrı her yerde, /her şeyde, hep beraber olabilmek. /Üzümü, inciri, zeytini hep beraber yiyebilmek".
Aradan altı asırdan fazla zaman geçmiş ama "Yarin yanağından gayrı" paylaşımı, üretmeyi bize unutturdular. Bambaşka bir rüyanın içine ittiler, bizler de o rüyada mışıl mışıl uyuyoruz. Uyanamadık hâlâ.
Bir yerde bir sorun var ise, o sorunun kaynağına, sorunu yaratan ve yaşatan sebeplere bakmak gerekir.
Sizi bilmem ama, ben artık olanlara şaşırmıyorum. Her şey ortada. Hatta yıllar önce Ahmet Kaya için yapılan bir anmada, sapla saman birbirine karıştırılarak bir örnek verilmişti,
"Ödül töreninde Ahmet Kaya'ya saldırdılar. Kimler saldırdı. Gezi Parkı'nda bize saldıranlar kimse onlar saldırdı. Şimdi diyorlar ki ben o sırada tuvaletteydim ben o sırada dışarıdaydım ulan hepiniz oradaydınız be. Kamera kayıtlarında hepinizi görüyoruz"
Aslında her ikisine de saldıranlar aynıydı, bu doğru ama, saldıran tanımlaması yanlış. Bugünler herkesin Kürtlere Kürtçe konuşmak için yırtındığına bakmayın, o günler Ahmet Kaya'ya Kürtçe konuştuğu için salonda olanların çoğu çatal bıçak savururken, ekranlarının başında çoğu aşağılık yaratık da küfürler ile eşlik ediyordu.
Gezi parkında o masum çocuklara yapılan hakaretler ve suç yapıştırma çabaları ise bir başka dramdır.
Dünkü Ahmet Kaya'ya yapılanlardan, yapanlar çok üzgün, yıllar sonra da aynı şey, gezi parkı için olacaktır. Belki de eskiler doğru söylemişler, Dünyada, hep söylenenler, yapılanlar tekrarlanıp duruyor.
Ve bizler çoğu şeyin farkına varmadan, "cambaza bak" oyununu izlemekle yetiniyoruz.
O kadar basit şeyler ile eğlenir, mutlu olur olduk ki, hani "Allah sevdiği kuluna, önce eşeğini kaybettirir, sonra da eşeğini buldurur sevindirirmiş" derler ya, onun gibiyiz.
Daha bir yıl bile olmadı. Tarih 15 ŞUBAT 2021'de Amerikan Doları 7,02 TL. Aynı yıl içinde, 15 Aralık 2021'de çarşamba günü de yükselişini sürdürerek 14,79 ile yeni zirveyi gördü denilirken, 16 Aralık'ta milliyet uzmanpara sayfasında bir Dolarını, 15,5026 Tl olarak gördük. 24 Aralık sabahına ise 11.48 TL ile başlıyoruz.
Demek ki dünyada söylenmedik söz kalmadığı gibi, yaşanmamış olay da kalmamıştır.
ABD dolarına bağlı "Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) Hesabı" 1970’lerde de uygulanmış ise de sonu pek hayırlı olmamıştı. DÇM Hesabı uygulamasının yeniden bankacıların çözüm önerisi olarak tozlu raflardan indirilmesine hayırlara vesile olsun demek gerekir ama, yaşanmışlıklardan da ders almadı isek, ne demek gerekir ki?
Yıllar önce, Fırat nehri boyunca gezen bir Avrupalı, memleketine dönünce, gezisi ve ülke hakkında ne düşündüğünü soranlara,
"Fırat akar, Türk bakar" demişti.
Her şey ortada iken, birlerinin cepleri dolarken, birleri iktidarlarını sürdürürken, kimi halkım "dolar düştü" diye halay çekerken, çoğu da "n'olcek bu memleketin hali" diye fal bakıyor.
Olanları bir yaşlıya anlatsam, o da derin bir nefes çekip sanırım "Allah sonumuzu hayır etsin!.." derdi.