Ulusal bir gazetede haberi okuyunca, aslında "şok olmam" gerekirken, güldüm geçtim. Ve önce aklıma, sonra da dilime, Mehmet Erdem'in sözlerini yazdığı şu dizeler geldi.
"Şikâyetim var cümle yasaktan/ Dillerimi hâkim bey bağlasan durmaz/ Gelsin jandarma, polis karakoldan/ Fikrim firarda, mahpusa sığmaz eyvah/ Söz uçar yazı iki cihanda eyvah/ İki cihanda eyvah"
Bir "eyvah" da ben çektim.
Bazen köşeli yazılar yazıyorum, ahkam kesiyorum, kimin umurunda ise; ben de artık kimseyi hiçbir şeyi umursamıyor, yazıp, geçiyorum.
Dileyen dilediği gibi anlar, anlamayan da anlamaz.
Hani ozan diyordu da, söz uçar gider, yazı iki cihanda kalır diye. Ben de yazıp geçiyorum, belki birileri görür de, "ya aklı evvel de ne demiş" der diye.
Haber, her dönemin bir şekilde gündemde "siyasisi" ile, her dönemin bir şekilde "yatırımcısı, iş insanı"nın, bir güney komşumuza, devlet ve, millet, gelecek adına görüşmeye gittikleri yönündeydi.
Eğer üç kuruşluk aklım, bir de iki günlük kıytırık bir devlet yönetimi deneyimim olmasa, ben "salla gitsin", derdim.
Dedim de, yine aklıma "Kağızman'a ısmarladım Nar Gele./ Bu akılda bu kafaya az gele" deyip, kafamı bir yerlere çarpa, çarpa iki kelam yazayım dedim.
Bir kere güney komşumuza giden bu büyük "diplomasi dehası" kişilerin hem cepleri dolu, hem de arkaları sağlam. Ben de neyime güveniyor ise, onlara iki laf etmeye. Neyse!..
Bir kere, doğanın yasaları gereği, her şeyin bir merkezi vardır ve bu merkez kendisi etrafında ördüğü koza, yapı ile sürekliliğini sürdürür. Aile, Sülale, Topluluk, Toplum, Millet ve de Devlet olarak.
İlkel köleci toplumdan, feodal topluma, oradan da kapitalist toplum ve sisteme geçiş, kapitalist sistemin gereklilikleri ile örtüşünce; kapitalist sistem, 1700'lü yılların sonuna doğru Milliyetçilik üzerine inşa edilen Milli Devletlerin oluşmasına sebep oldu.
Bizim devletimizin geçmişinde ise bu süreç, BEY ve BEYLİK üzerine inşa edilmiştir, günümüze kadar evrile evrile gelmiştir.
Bilindiği gibi Karl Marks, "alt yapı, üst yapıyı belirler, üst yapı da alt yapıyı etkiler " der, kuramında.
Günümüz dünyasında olduğu gibi ülkemizde de, ekonomik sistemin yarattığı hakim sınıflar, ekonomiden siyasete, inançtan günlük yaşama kadar her şeyi belirler hale gelmişlerdir.
Günümüz dünyasının hakim sınıf ve devletlerinin iletişim ve yönetim anlayışlarında ve sistemlerinde bir yol ve yöntemleri vardır, o yüzden önce PR denilen "kamuoyu yapma" süreci için bir laf, söz, bilgi ortaya atılır ve ne tür tepkilerin geleceğine bakılır.
Ülke tarihinin 2000'li yıllarında, Büyük Ortadoğu ile ilgili bir Projeden söz edilip, bir "etkili" ve "yetkiliye" de, sen eş başkanısın denildi. Bazen açıktan, bazen gizliden gizliye sürüp gitti. Gidiyor!..
Belki birilerine anımsatmakta yarar olur.
Hani ağızları açılınca, TC'den önce Osmanlıcı olanlara bilgi olsun:
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi'ye, hocası Şeyh Edebali, "Ey oğul, insanı yaşat ki, devlet yaşasın" sözünü boşuna dememiştir!
Henüz günümüz dünyasında, Yurttaşlar, Devlet için olmazsa olmaz, Devlet de Yurttaşlar için olmazsa olmazdır.
O yüzden yüzyılların deneyim ve birikimleri çok önemlidir.
Hani görmemişin oğlu olmuş cinsinden, önemli bir iş/görev üstlenenlerden bazılarına, "ne oldum delisi" oldu derler.
Kurumsal yapılarda, yazılı olan ve olmayan kurallar vardır. Yazılı kurallar, yasalar ve yönetmelikler ile belirlenir de, yazılı olmayan kurallar ise, deneyimlerdir.
Bunu en güzel tanımlayan sözlerden birisi de, "Taç giyen baş akıllanır" dır. Evet, aynen öyle olması gerekir.
Bunu tam tersi, "ne oldum delisi" olanlar için de, "ağır ol da, molla desinler" derler.
Ağızlar açılınca, Mete Han'ın M:Ö 209'da kurduğu ordu ile kurumsal tarihi tanımlayanlar, binlerce yıllık devlet geleneğinden söz edenler, her nedense, devletin bu geleneksel taraflarını görmezlikten gelerek, akıllarınca kendi kural ve yöntemlerini uygulamak isterler.
Oysa, devlet denilen yapılar her şeyi aleni açık yapılar değildir. Mahremleri de vardır. Herkesin bilmesi gerekenler olduğu gibi, bilmemesi gerekenler de vardır.
Devlette ilk işe başladığımız zaman "KETUM" olmayı öğütlemişler ve öğretmişlerdi. Bu konuda da az sıkıntılar çekmemiştik.
O yüzden devletin kendi çalışanları ve kadroları olur.
KURUMSAL YAPI ve AİDİYET DUYGUSU denilen şey de bunun için gereklidir.
Diplomasinin geçmişi, Yunan şehir devletlerinde olduğu gibi bizim tarihimizde de çok önceleri başlamıştır. Modern Diplomasi ise Atatürk Cumhuriyetinin temeli ile başlar. O yüzden devletin, diplomasiye ve diplomatlara verdiği önem, buradan kaynaklanır.
Her "hıyarım var diyene, tuzu alıp koşmak" ne kadar doğru değil ise, devletin açık ya da gizliden diplomasi görevini yürütecek kurumları vardır, bunlar yılların deneyimi ile de grevlerini yürütmektedirler.
Devletin bürokrasisinden gizlenecek ne vardır ki, kişisel diplomasiye gerek duyulmuştur.
Devlet, her geçen gün ciddiyetini sorgular hale gelmektedir.
Devlet, "onu mu yapar, bunu mu satar" derken, devleti seyyar manav tezgahı açar duruma düşürüldüğü, unutulmamalıdır.
Devleti diplomasisi, bürokrasisi ve diplomatları ile yönetilir
Her dönemin adamları ile değil.
Sıradan bir inşaatın duvarında bile, "ÖNCE GÜVENLİK" yazar da!..