Hani Cahit Sıtkı Tarancı der ya, " ..... Hangi resmime baksam ben değilim./ ..... Yalandır kaygısız olduğum yalan" diye otuz beş şiirinde.
İşte bu aralar ülkede yaşananlar ve ülkede bazı şeyler hiç de göründüğü, bilindiği ve algılatıldığı gibi değil.
Çok üzgünüm ki bir orta oyunu sergileniyor, oyuncularından, senaristlerden tutun da, ışıkçısına, ulaştırmacısına kadar herkesin keyfi yerinde!..
Bilet alıp, oyuna gelenler ise ne oynanan oyunun ne de bu organizasyonun sponsorunun, giderlerinin karşılayıcısının kendisi olduğunun farkında.
Bir reklam vardı ya "eğitim şart" diyen, tıpkı ona dönmüşüz de kimsenin umurunda değil. Ama nereye kadar.
Yıllar önce izlemiştim tiyatroda, dönem denem de şarkısını dinler gülerim, "Nereye payidar nereye/ Yokuş bayır demesen de/ Dere tepe düz gitsen de/ Çıkmaz bu yolu bir yere. .... ..." diye başlayan.
Tam da o şarkı/şiir dizelerine dönmüşüz de çoğumuzun haberi yok. Altına ateş yakılan kazana atılmış kurbağalar gibiyiz. Altta ateş yanıyor ama çoğumuz için su daha soğuk, atlayıp, zıplayıp duruyoruz. Bir süre sonra kazanda ki suyun kaynayacağından ve hepimizin haşlanıp öleceğimizden haberimiz yok.
Herkes mi, evet herkes. Hani "aynı gemideyiz" deniliyor ya. İşte onun için. Gemi batarken baştan ya da kıçtan batmanının bir önemi olmaz ki. Sadece birileri daha sonra suya gömülür, ölür, o kadar!..
O şarkının bir başka dizlerindeki gibi, "Şefle iyi geçinsen de/ Bugün için sevilsen de/ Çıkmaz bu yolu bir yere. ...."!... Ama kimin umurunda ki. Afyon yutmuş dana gibi dolaşılıyor ortalıkta.
Kimse olanları bu boyutu ile sorgulamıyor ama hani halk arasında derler ya "Allahtan Mustafa kemal Atatürk" sağlam bir Cumhuriyet Devleti kurmuş da, "Lozan 100 yıllık" diyenlerin de, "Yunan galip gelseydi" diyenlerin de gücü yetmiyor.
"Gücü yetmiyor" ama bu gücünün yetmeyeceğinin ya da yonta yonta bir gün duvarın çökmeyeceği anlamına da gelmiyor.
"Kale içerden fethedilir" derler ya. Bu da işte öyle.
Devleti yönetmek için, devlete yakın olmak, devlete dokunmak, devletin içinde olmak gerekir. Devlet gibi kurumlar, kale gibidir, öyle iki taş, bir gülle atılarak alınmaz, iki aklı evelin bıçak darbeleri ile de devletler yok olmazlar, yıkılmazlar.
Devleti, iyi niyetli ya da kötü niyetli iktidarlar yok eder, yıkarlar.
Kurumlarda "aidiyet" diye bir kavram vardır. O kurumun üyesi olmak, üyesi olduğunu hissetmek, sahiplenmek anlamında.
"Kurum aidiyeti".
Hiç olacak şey değil ama bu topraklarda, bu ülkede ise olmaz denilen her şey oluyor. Adam kurumsal "Devlete" demediğini bırakmıyor, saldırıyor ama devlet tarafından kapısında karşılanıyor, en mahrem yerlerinde ağırlanıyor.
Daha öncede söz ettim ya, "kurum aidiyeti" denen olay çok önemlidir. Ne yazık ki bu yıllardır yok ediliyor.
Osmanlı'dan sonra bu ülkede yaşayan herkes neden bu devlete sahip çıktı, sahiplendi. O kadar acılara neden katlandı. İşte bu ülkenin YURTTAŞI" olmak; kimlik, kişilik bulmak için.
Peki, Devlet bunun için neler yaptı. Şaka gibi olsa da, "hiç bir şey yapılmadı" diyen "cahiller(?!)" olsa da, bu Devlet, Yurttaşlarına çok şey yaptı. Acı da çektirdi, işkenceler de yaptı ama yurttaşları bunu bile sineye çekti ve bu devleti ayakta tuttular.
Evet, Devlet yurttaşlarına "DON" da dikti, tiren yolu, vagonu, lokomotifi de yaptı, yol kenarlarında bekletse de dumanını sala sala, düdüğünü çala çala o ıssız "kuş uçmaz, kervan geçmez" Anadolu bozkırlarından, yurttaşlarını taşıdı.
DEVRİM ARABASI da yaptı.
KIZILAY ile yara sardı, zor günlerde aş, ekmek dağıttı. Sıralarda bekletse de, hastasına hastaneler, sağlık ocakları açtı, okullarında öğrenciler eğitti ve yetiştirdi.
Sonra bir gün, o kadar şeyi yapan devlet, tu kaka oluverdi. Yok efendim özel okullar bilmem ne kadar iyi imiş. E be adam, seni kim yetiştirdi, "Ninen çarık giyerdi, bunları unuttun mu?" türküsü boşuna mı çalıyor?
Devlet, SOSYAL DEVLET olursa, YURTTAŞ, Yurttaş olma bilincini taşır. Yoksa, iktidarların, devlet olanakları ile besledikleri, dernek, cemaat, tarikatlar aracılığı ile yurttaşlara, halka yapılan yardımlar, devlete aidiyet duygusunu yok eder.
İktidarların tarikat, cemaat aşkının sebebi de, budur. Onlar aracılığı ile kendi iktidarlarını sürdürmek.
Yurttaş olmak, çok özel bir durumdur. Yurttaş, yurdu için malını, canını hiçe sayan kişi demektir. Gel gör ki, arabesk şarkı gibi olduk. "Bastır paraları Leylaya!.." Gerisi kolay.
Duyarlı Yurttaşlar kaygılı, bir umut bekleyişi içindeler ama bu duyarlılık gittikçe azalıyor, azaltılıyor, yok ediliyor, bilinçli ya da bilinçsiz. Fark etmiyor, sonuçta olan, DEVLET'E oluyor, hem de "devlet" eliyle!..
"Nefes/Vatan Sağolsun" filminde Mete Yüzbaşı'nın sözleri kulaklara küpe olacak sözler, " Uyursan ölürsün! Ölürsünüz! Sen uyursan ölürsün! Sen uyursan, herkes ölür!"
Birileri bilinçli, birleri ise çok üzgünüm ki "çok entel, dantel" ama bilinçsiz ayakta uyuyor; uyuma taklidi yapıyor.
Olan ise, bu ülkeye, devlete ve millete oluyor.
Vedat Türkali (Abdülkadir Pirhasan- yasaklı dönemde kullandı) dizelerinde, "Boşuna çekilmedi bunca acılar/ Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle/ Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla/ Bekle bizi İstanbul, Bekle bizi İstanbul .... ...." demişti.
Devleti, bir avuç yurtsever kanı ile canı ile ve inanmışlıkları ile kurdular ve kurumsallaştırdılar. Yurttaşlar da, yıllarca askerliğine de gitti, vergisini de verdi. Devlet yurttaşlarına, yurttaşları da devletine sahip çıktılar.
Ne zaman ki, vergi cennetleri keşfedildi, parasını veren, askerlikte de, sivilde de düdüğünü çalar oldu, Köroğlu'nun dizeleri gibi, "silah icat oldu mertlik bozuldu".
"Parası olan düdüğü çalar" oldu, parası olanların yurtdışında evleri, yabancı pasaportları ve banka hesapları oldu da, gidilecek bir yeri olmayanlar, ne düşünüyorlar acaba bu olanlara, merak bile etmiyorum. Çünkü, "yurttaşlık bilinci" yok edildi. "Uyur, uyanıklar"
Devletten söz edince, bu devletin tarihindeki 16 Devletten söz ederiz de, bu arada KAÇ İKTİDAR gelip, geçtiğini kimse bilmez.
Devletler kalıcı, iktidarlar "heves" gibidir, geçicidir.
Bilge Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın"ı, hiç akıllardan çıkmaması gereken bir söz değil, öğüttür.
Kim ne kadar, neyin farkındadır bilemem ama İktidarlar, iktidar olma uğruna devleti bu kadar harap etmemeleri gerekir.
Devlet bu kadar "hor görülmeye" layık değildir.
İktidarların oturdukları koltuklar, devleti kuranların altın teri, kanları, canları ile yaptıkları koltuklardır.
İktidarlar, bunu ne kadar farkında olurlar bilemem de; Yurttaşların, seçeceklerinin bu koltuklara oturacakları bilinci ile seçimlerini yapmaları gerekmektedir.
Ernest HEMINGWAY'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor yapıtında, ozan John Donne'ın, 1624'te yayımlanan "Devotions upon Emergent Occasions" kitabından yaptığı alıntı ile yaptığı ironi çok önemlidir:
"Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor."
EVET YA , "ÇANLAR BİZİM İÇİN ÇALIYOR da, duyan var mı?
Huuuu kimse yok mu?