Cemal Süreya neden dizdi bu dizleri bilemiyorum ama ben gerçekten ".... ....Dalıp dalıp gidiyorum bu ara,/ Neyi nereye koyduğumu unutuyorum./ Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu ara,/ İnsanlar o kadar acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum." !...
Kendi kendime bu kadar da olunmaz ki, olma diyorum ama olmuyor. Keşke, kendimi bir bohçaya koyup, eski bir çeyiz sandığı bulup, bir köşesine koysam;
Üstüne de kat kat yorganlar, yastıklar yığsam da sandık bir daha açılmasa, bohça da orada unutulup kalsa, güvelense, diyorum.
Bam bam başka birisi olsam.
Cebinde aç kalmayacak kadar parası, altında arabası, gidilecek ne çok yeri olan birisi olarak, alıp başımı gitsem;
Hatta arabanın radyosunu açsam, hele hele Cem Karaca'dan "Yarım Porsiyon Aydınlık ", denk gelse, ne hoş olur.
O(Cem), kendi kendine hahredip, "Bu yaz yine güneydeydiniz/ Bol rakı güneş ve deniz/ Her şey bir harikaydı ancak/ Yerli halkı beğenmediniz. ...." dese de, ben yoluma gitsem, vardığım ilk sahil lokantasında, balığın yanında iki yudum da zıkkımlansam.
Ya da mevsim kış.
Birkaç yıl önce bir arkadaşım ile aldığı dağcı giysilerimi giysem, kendimi vursan karlı dağlara, ekmek kırıntıları atsam kuşlara, tilkilere yiyecek versem ve sonsuz beyazlığın içinde gölge olup kaybolsam.
Ama olmaz. Yapabilecekken, salaklığımdan yapamam.
Tıpkı, 12 Eylül öncesi rap rap gelen emir erlerinin diğçiğinden kaçmayıp, hâlâ dört dikişli yaralı kaş ile yaşadığım gibi.
Görmezlikten, bilmezlikten gelmeyip, saf ve salağa yatmayıp, "doğrucu davut" olmak bana kalmış, ben de devletin, milletin malını korumaya kalkıp, bürokrasinin çirkin ördek yavrusu olarak, kendimi hırpalatığım günler gelir geliyor aklıma.
Sonra da, sağından solundan bütün çevrelere bakıyorum, "alemin keyfi yerinde , yine maşallah". Günler, gün ediliyor.
Akıl, bilgi ve vicdan bambaşka bir şey.
Adam kalkmış gelmiş Yugoslavya'dan, devletinden daha eski tarihi olan bir takıma, Beşiktaş'a teknik direktör (Slaven Bilic) olmuş ve bu sözleri söylüyor yürekli bir insan olarak:
"Türkiye'de temel problem şu: bilgili olanların yetkisi yok, yetkisi olanların da bilgisi yok." İnsanın nasıl içi sızlamaz.
Deprem oldu ama sanıyorum bir süre daha olacak gibi.
Daha neyi nasıl yapacağımızın bir bilgisi ve sistemi yok.
Hoş, "SİSTEMSİZLİK DE BİR SİSTEMDİR". (!?)
İktidar işine geldiği gibi çalıyor ve söylüyor. İşi olmasa da, yönetimini, işine geldiği gibi nasıl yapacağını bilerek, profesyonelce yapıyor. Hem de her minareye göre de kılıflar hazır olarak.
Muhalefet ise bir alem. Muhalefetin yöneticilerinin de keyfi yerinde bakmayın saza, söze, bir gün imzalar hazır, ikinci gün mızrak çuvala sığmayınca, mızrağı kırıyorlar, çuval yine orada.
Muhalefetin, muhalefetteki kimsiz ve kimsesizleri ise çaresiz, çıkışsız.
Oğulları, kızları yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel şirketlerde CEO olduğu ile övünenler, ülke yönetiminde aynı duygu ve kaygıyı taşımıyor, görmezlikten geliyor.
Ülkeler profesyonelce ve yurttaşın, halkın çıkarları doğrultusunda yönetilirse her şey yolunda ve başarılı olur.
Herkes şunu iyi bilsin, yönetim bir savaştır. Çünkü, iktidarda güç, para, sınırsız yetki vardır. Bunu, kimin çıkarına kullanacağı, iktidarı elinde bulunduranların insafına kalmıştır.
Yirminci yüzyılın sonu ile yirmibirinci yüzyılda, yani günümüzde devletleri, seçimlerle iş başına gelen İKTİDARLAR yönetirler.
İktidarlar ise, farklı sınıf ve kesimlerin ittifakı ile oluşur. Yönetim, güç ve olanaklar paylaşılır. buna da OLİGARŞİ deniliyor.
Bütün bunların farkında olmayan, "goygoyculuk "ile gününü gün eden, eline sıkıştırılanlar ile "şakşakçılık" yapan insanların çok olduğu bir dönemde, benim iyi ve güzel şeyler beklemem kadar salakça bir şeyin olmadığını öğrenmem gerek.
Ben en iyisi kışlık dağcılık giysilerimi giyip, alıp başımı gideyim Elmadağı dolaylarına Ankara'da.
Yoksa, Neşet Ertaş'ın "Vay bana vaylar bana/ Su vermez çaylar bana" deyip duracağıma;
"Dağlar dağladı beni (seni)/ Gören ağladı beni (seni)" dedirtmeyeyim ya.
Sanki dertlenecek, ağlanacak halim varmış gibi.