Hani Orhan Veli'nin bir İstanbul aşkı vardır herkesin bildiği. Uğruna şiirler dizdiği. Düşleri, düşünceleri bile istanbul ve istanbul'lu olan.
--"..İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;/ Serin serin Kapalıçarşı,/ Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa,/ Güvercin dolu avlular,/ Çekiç sesleri geliyor doklardan,/ Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları,
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. ..." Ve bir bahar günü de ben Antalya'yı düşüyorum gözleri açık.
--Tarih Baba mı desek , dede mi desek bilmiyorum ama, onun bu kadar mağrur ve sakin sakin yukarıdan bize bakmasına öyle gıcık oluyorum ki; hele şu COVID-19(Koronavirüs)'li günlerde ki bizim onca teleşımıza karşın tebessüm ederek bakmasına kıl oluyorum.
--Ama koskoca tarih. Elden ne gelir.
--Dönüyorum bu topraklara, Anadolu'ya. Ona iki kelam edeyim diyorum, ne haddime. Ahmet Arif'in dizeleri geliyor aklıma. ".. Beşikler vermişim Nuh'a/ Salıncaklar, hamaklar,/ Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,/ Anadoluyum ben,/ Tanıyor musun? ........"
--He valla seni de çok iyi tanıyorum.
--Ama tanıyamadığım bir şey var, bu günün insanı. Antalya'da, Antalya'lı olması ya da olmaması önemli değil, Ankara'da Ankaralı olması ya da olmaması gibi.
--İnsan yaşadığı, doğduğu, doyduğu şehre bir gönül borcu olmalı. O olmazsa hiç bir şey, sen, ben, biz neyiz ki; hiç birimiz olmayız.
--Gerci "Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar" sözünü kaç kişi anımsar ya da bilir bilemem ama, artık Paris'in "yanıp- yıkılmak gibi bir sorunu yok ama, Bağdat Parisliler, New York'lularca yakıldı, yok edildi.
--Ahmet Kaya'nın feryatlarını, Ahmed Arif'in isyanını dinlemiştik: "Haberin var mı taşduvar?/ Demir kapı, kör pencere/ Yastığım ranzam zincirim/ Uğruna ölümlere gelip gittim/ Zulamda ki mahzun resmin/ Görüşmecim yeşil soğan göndermiş/ Karanfil kokuyor sigram benim/ Dağlarına Bahar gelmiş memleketimin." diye diye.
--Evet, artık Antalyama bahar gelmiştir artık. Karaloğlu parkı içinde ki manolyalardan kaç kişinin haberi vardır, arslanların arasından geçerken bilemem ama, ben gönlümden, gözünden geçiyorum, mermerliye doğru yürürken.
--Ya sahil kasabalarım. Turizm yörelerim. Tarlalar. Emekleri bile artık kazanç etmeyen, karın tokluğuna eken-biçen Çiftçiler.
--Umutlarını, hayallerini Avrupa'nın, Rusya'nın sarışınları ile süsleyen turizm emekçileri. Üç beş kuruşunu bu yıl için geçen yıllarda ayırmış, yerler kiralamış dükkan sahiplari.
--Beş yıldızlı otellerde hayaller de yıldız yıldızdır. Patronun yıldızı sarı sarı, çalışamların ise renk renk. Allı morlu, pembe pembe, krımızıya kadar gök yüzüne saçılır gider.
--Ama bu yıl, bir kara bulut çöktü hepsinin üstüne. İçlerinden hala küçücük umutlar, "bir an önce bitsin bu kâbus" diye.
--Biz toplum olarak, millet olarak, kişiler olarak hatta yöneticiler olarak neden ise "yumurta kapıya dayanınca" aklımız başımıza geler. Önceden, sonrası için hayal kurarız da, düşünüp plan yapmayız.
--O yüzden de kendimiz seçmeyiz, seçtirilenlere biyat ederiz.
--Düşünmeyiz, sadece düşünmemiz istenene alkış tutarız.
--Eski Kral'ı görmeyiz, yeni Krallara çekmediğimiz yağlar yoktur. Neden ise?
--Siz hiç, yurttaş olarak Devlet, Devletin Kurumları neden vardır diye düşündünüz mü?
--Hiç bunların varlığını ve yönetenlerini sorguladınız mı?
--Alkışladığınızı bilirim de, ötekileri "Tövbe!.."
--Ama artık, kıtlık kapınızda sevgili hemşehrilerim. Hem de bolluk içinde.
--Ben ne yapabilirim ki? Evet, bir elin nesi var ki, doğrudur, "bir elin nesi, ama iki elin sesi vardır". Artık ses olmanın, ses vermenin vakti
--Bakanımıza, Valimize, Başkanımıza ses vermenin vakti.
--Bu güne kadar hep onlar istedi, biz verdik. Ama gün o gün ki, oturum kayıt yerimizde kayıtlı değil isek, bir "maskemiz" bile yok.
--Ben açıkcası Devletimizin Hükümet kanadının böyle ufak tefek işler ile ilgileneceğini sanmıyorum. Kanal açıp, Dünya'ya kendi ihtiyacımızı görmezlikten gelip, mal malzeme gönderek ağalık yapmakla meşgüller.
--Eeee ne demiş atalar, "Borç, bini geçince baklama börek ye!.."
--Sahillerde seralar dikildi, tarlalar tohumlandı. Yavaş yavaş yaylalara doğru tohumlar, fideler toprak ile buluşur bundan sonra.
--Gece demeden, gündüz demeden, emekler verilecek ve yavaş yavaş sahilden yaylaya hasat başlayacak.
--Şimdi ne desem, "zaten biz yapıyorduk, planlamıştık" diyecekler olacaktır ama, artık önemli adam olmanın vakti değil.
--Yerel yönetimi elinde bulunduranlar, bir kez daha oturup, iki ay sonrasını planlamaları gerek.
--Çoğu dükkanlar açılmayacak, turistler evlerine çakılı kalacaklar ve dükkan sahibinden, ev kirlayanından, kiracısından, işçisine kadar herkes darda kalacak.
--İşte bu günden, öyle yapılar oluşturulmalı ki, sahil yerel yönetimleri, hem kendi komşuları için, hem de yurdun dörtbir yanında ki yurttaşları için, yönetimler olarak işbirliği yapmalı. Yokluk ve kıtlık günlerini planlamalı.
--Yoksa, A'dan say bin bir, B'den say bin in, bir de bakarsınız ki, şok olmuşsunuz olanlardan. "El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar" da.
--Ey halkım, ne muhteşemsindir sen ya. Kendi işine avukat tutar, elin işine avukatlık yapasın ama, ben yine de köyün delisi olayım da, şimdiden şu yerel yöneticileri bir uyarın.
--Boş durmadıklarını bilirim ama, artık sorun kendi sınırları ile sınırlı değil. Genel yönetim mi, ben oralara bir şey diyemem. Siz zaten seçimler de yine yüzde atmışlar , yetmişler ile ödüllendiririsiniz ama ben yerel için söyleyeyim, şimdiden Genel Mrkezlerinin kapılarını çalıp birlik içinde bir organizasyon oluştursunlar.
--Haydi domatesler, biberler bir şekilde salça olur da, Hıyar'ı herkes turşu kurmak zorunda kalmasın.
--Üretimin ve tüketimin planlanmasının vakti. İş tüccarlara kalınca, haklı olarak Napolyo olurlar. "Para, Para, Para!.."
--Siz eğer, kendiniz ve komşularınız ile iki ay sonra işssiz kalıp "cep delik, çepken delik" diye feveran etmek istemiyor iseniz, şimdiden birlerini uyarın.
--Benden bu kadar. Gerisini sordular da söylemedik mi?