Yağmurla gelen...

Yağmurun sanata “ilham” verdiğine inanılır... Oysa yağmur olgusunun, salt sanatta değil,  var oluşun -en azından- inanç temelinde açıklanmasında da önemli rolü olmuştur...

Batı kültürünün ana kaynağı Grek Mitolojisi’nde, “yer” (Gaia) dişi, “gök” (Uranos) erkek olarak algılanmış... Üreme ve çoğalma için gerekli olan birleşme sürecinde döl işlevini yağmurun sağladığına inanılmış...

Çölde doğan din olarak İslam inanışında da yağmur, “rahmet”tir... Dölyatağı anlamına gelen “rahim” sözcüğü ile yağmuru ifade eden “rahmet” sözcüklerinin, esirgeme/koruma anlamına gelen “rahm” kökünden gelmesi dikkate değerdir... Yunus Emre’nin, “Benim yüzüm yerde gerek/Bana rahmet yerden yağar” dizeleri, rahmet sözcüğünün halk dilinde içerdiği yüksek anlamı ortaya koymaktadır...

Birçok eski kültürde gök-yer ve yağmur-üreme konularındaki algı benzeşmesi, “yağmurun” birbirinden bağımsız coğrafyalarda yaşayan halklarca, benzer biçimde yorumlanmasına neden olmuş ve yaşam değeri olarak içselleştirilmiştir... İşin, ilginç olduğu kadar güzel yanı, bu algının günümüzde de sürüyor olması...

Bugünlerde, “Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans” adlı kitap[1] var elimde...

Kitap, Baba İlyas’tan, Niyazi Mısri’ye düşün; Baba İshak’tan Pir Sultan Abdal’a eylem adamlarının söylem ve eylemlerinden örnekler vererek anlattığı; Anadolu denen ulu harman yerinde, savrulup toplanmalarla biçimlenmiş devrimci özün, zaman içinde birbirine nasıl eklemlendiğini sermekte gözler önüne...

Anadolu kültürünün yüz akı Şeyh Bedrettin (öl.1416?) Varidat’ta şunları yazar “İnsanlar, cahiliye devrinde görünen putlara tapardı; şimdi, vehmettikleri putlara tapıyorlar; umarım ki, Allah, gerçeği gösterir de geçek olarak Hakk’a taparlar...”

Ne kadar güncel değil mi? Bedrettin’in eskimemesinin sırrı; güncelliğidir...

Elmalı’da yatan Sinan-i Ümmi’nin yanında yetişen; Finike’nin Yuvalılar/Limyra (yeni adı Saklısu)  köyündeki Kafi Baba Tekkesi’nde sembolik mezarı olan Niyazi Mısri(öl. 1694), II. Ahmet’in Avusturya Seferi(1693) öncesinde, Osmanlı ordusunun toplandığı Edirne’ye doğru ikiyüz müridiyle yola çıkar... Şeyh Bedrettin korkusu içindeki padişah, telaşlanır ve “gelmemesi ricasıyla” mektup yazar... Mısri “bu isteğin güneşe, ‘doğma’ demeye benziyor; anlamı yok; geliyorum” yanıtını verir ve tehdit kokan şu sözlerle uyarır padişahı; “öğüdümü tut; adaletle davran, yoksa kendine zarar verirsin...”  

Egemenin buyruğu ile Enderunlu devşirme vakanüvislerce Farsça yazılan Resmi Tarihin ‘yok yerine’ koyduğu Anadolu Halkı’nın tekkelerde kendi dilince yazdığı tarihin ayak izinde yürümek güzel...

Dedik ya, şimdi yağmur zamanı...

 



[1] - “Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans”; Prof. Dr. Onur B. KULA; İş Bankası Yayını.

Yayın Tarihi
31.01.2013
Bu makale 4593 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!