Mevlana ve Yunus üstüne...

Afganistan’ın Belh kentinde yaşayan din bilgini Bahaeddin Veled, adının karıştığı bir saray dedikodusu üzerine ailesiyle birlikte ülkesinden ayrıldı... Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat’ın(öl.1237) davetiyle önce Larende’ye (Karaman) ardından, 1225 yılında Konya’ya geldi... Keykubat, aileyi Konya’nın dışında karşıladı... Kafile yaklaşırken atından inen Sultan, Bahaeddin Veled’e elini öpmek üzere saygıyla yaklaştı; ancak Bahaeddin atından inmediği gibi, eli yerine asasını uzattı... Rus Türkolog Radi Fiş, Keykubat’ın uzatılan asayı öptüğünü yazar... Bahaeddin’in kafilesinde, ileride efendimiz anlamına gelen Mevlana lakabıyla alınacak olan 18 yaşındaki oğlu Celaleddin(öl.1273) de vardı...

Zaman, dinin; üretimden siyasete, iktidardan adalete; yaşamın her alanını düzenlediği; erkek/kadın herkesin, birilerini şeyh/mürşit(yol gösterici) edindiği; şeyhi olmayan birinin, “şeytanı şeyh edindiğine” inanılan zamandı...

Konya’ya yerleşen Bahaeddin, saltanat, medrese, askeri çevre ve toprak feodallerince mürşit/şeyh bellendi... Saltanatlar değişti; Moğollar, Karamanoğulları, Timurlular, Osmanlılar geldi, geçti; ama Bahaeddin’in Dergâhı, yerini her devirde korudu; egemenlerin mürşidi oldu... Şimdi Cumhuriyet’tir; Dergâh yine irşattadır...

Bahaeddin’in ölümünden sonra yerine oğlu Celaleddin geçti... Kaynaklar, babasındaki kibirli tabiatın oğluna aynen geçtiğini yazar... Mevlevi Ocağı’nın ilk yetmiş yılını yaşayan/yazan Eflaki’ye göre Mevlana, Peygamber’in bile söylemediği bir şey söylemişti, “Vallahi, vallahi” demişti, “benim yüzümü gören cennete gider...”

Farsça yazıp/söyleyen Mevlana’nın yedi göbek sülalesinin kaydı tutulmuştur... Konya’daki muhteşem türbede baba/evlat, torun/tokat birlikte yatarlar...

Egemenler katında hal böyle, ya halk katında?

13.yüzyılda, işgaller, isyanlar, taht kavgalarıyla süren, giderek devletin çöküşüyle sonuçlanan süreçte, toprağa tutunmaya çalışan fakir fukara Türkmen’in korkusunu, kuşkusunu, umudunu dilince; Türkçe söyleyen Yunus Emre(öl.1321) hakkında bilinenler efsaneden ibarettir ve de mezar yeri belli değildir...

Şaşaa fışkıran Mevlana ile toprak kokan Yunus arasındaki fark, medrese-tekke; yani kent-kırsal farkıdır ve de elbette sınıfsaldır... Bunun böyle olduğu, salt Mevlana ve Yunus’ta değil; aynı yüzyılda yaşayan, her biri ayrı toplum kesiminin sözcüsü/temsilcisi Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Nasreddin Hoca gibi kültürümüzün yüz akı insanlar için düzenlenen anma törenlerine katılanların kimlik ve giyim kuşamlarıyla da bellidir...   

Yunus’un tanrıya, “cenneti isteyene ver, bana sen gereksin” diyen seslenişinin sansür edilmesi akla, Kanuni’nin Şeyhülislamı Ebu Suud’un, kendisinden ikiyüz yıl önce ölen Yunus Emre hakkında verdiği “katli vaciptir” fetvasını getiriyor...

Yunus, hala Molla Kasımların hışmında...

Yeni yılınız kutlu olsun...

Cumhuriyet Akdeniz/02 Ocak ‘13

Yayın Tarihi
03.01.2013
Bu makale 5361 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Merhaba Giray Bey, sevgili arkadasim Aysel araciligi ile sizinle buradan da olsa tanisabildigimize cok sevindim. Ben de Ingiltere'de yasayan ve memleketim Ermenek'i her an ozleyen biri olarak yazi ve arastirmalariniz icin size cok tesekkur ediyorum.. Calismalarinizda basarilar.. Hilal

Hilal Inkersole 10.01.2013

Baba dostu güzel can, aramıza, gönlümüze yeniden hoşgeldin. Engin birikimin ve güzel yüreğinin ışığından yararlanmak bizler için büyük şans. Hiç birşey yazmasan bile şu kalender bakışını resmeden duruşun yeter. Yolun açık olsun.

Öznur TANAL 04.01.2013

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!