Kent ve insan...

İnsanın biyolojik varlığını ana babası; sosyal (toplumsal) varlığını ise, içinde olduğu üretim ve yaşam ortamı (habitat) biçimlendirir... İnsan, ana/babasından devraldığı biyolojik özelliklerini reddetme olanağına sahip değildir... Ancak varlığını kuşatan doğal ve sosyal çevrenin beğenmediği yönlerini reddetme, yeniden düzenleme, şekil verme hakkına sahiptir...

Her üretim biçimi, özgün bir yaşam (kültür)  ortamı içindedir... Köy insanı, var oluşu tanrı iradesine bağlayan üretim biçiminin gereği olarak mütevekkildir; karar ve eylemlerinde, kişisel irade bir yere kadar geçerlidir; çevre ve insan ilişkilerinde tahammül/katlanma duygusu esastır... Oysa kent insanında, izleme, irdeleme, hesap sorma, el koyma, düzen verme; zamanı geldiğinde değiştirme iradesi vardır... Bu iki üretim ve yaşam biçimi arasındaki en dikkate değer fark yazıya bakıştır... Köyün hafızası ‘söz’ üzerinden yürür; yazıyı sevmez, senedi sözdür... Kent öyle değil, kent yazar; senedi belgedir...

Bir üretim biçiminin yaşam değerlerinden birini, ötekine eklemlemek mümkün değildir; köy ve kent kendi değerleriyle sürer; bundandır ki, köy düğününde piyano çalınmaz... İşte tam da bu yüzden, her üretim-yaşam ortamının kendi insanından beklentisi farklıdır... Örneğin, köyün varsılı tutucu ağadır, kent varsılı -genellikle- ilerlemeci burjuva... Köy, kendi varsılından ağa tavrı; kent, burjuva tavrı bekler...

Burjuva, köyde karaya vurmuş balıktan farksızdır; köyün ağası kentte ‘hacıağa’dır...

Köy de, kent de değerlerini, geleceğe aktarmak için kendi evlatlarına emanet eder... Kimdir bu evlatlar; köyde muhtardır, kentte dernek görevlisi, vakıf yöneticisi, belediye başkanı, meclis üyesidir; ya da benzer kurum ve kuruluşlarda seçilmiş, atanmış yönetici... Birer emanetçi olan bu insanların asli görevi, emanet aldıkları birikime zarar vermeden; çoğaltıp, zenginleştirerek güven içinde geleceğe aktarmaktır...

Bunun sağlıklı olması için aktarıcının kişisel birikimi önemlidir; ancak bunlardan daha önemli olan, yaşadığı yere ve değerlerine karşı beslediği duyguların samimi olup olmadığıdır... Kimi aktarıcı rolünün farkındadır, üstlendiği görevin hakkını verir; kimisi türbine oynar...  Bu gerçek ne yazık ki, tüm yaşam alanları, özellikle de siyaset ve kültür-sanat için geçerlidir... Çünkü siyaset ve kültür/sanat, halkın karar verici ya da izleyici olarak bire bir içinde olduğu; gözlem yaptığı, sonuç çıkardığı giderek değerlendirme hakkını kullandığı alanlardır...

Yanlış ve doğrular, günü geldiğinde cezalanmak ya da ödüllendirilmek üzere halkın tuttuğu hesap defterine yazılır...

Yayın Tarihi
17.01.2013
Bu makale 4733 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!