KİTABIN ORTASINDAN

TÜRKİYE’DE SOL VAR MI, VARSA NEREDE?

aldığım bu soru, bu yılın yaz aylarında gazeteci Ruşen Çakır’ın koordinatörü olduğu medyascop kanalında yapılan bir tartışmanın başlığıdır. Ben oradan (ç)aldım! Tartışmaya Antalya milletvekili Saruhan Oruç , ÖDP eski genel başkanı Alper Taş ve birkaç isim daha katıldı, kendi zaviyelerinden Türkiye solu’nun meselelerini konuştular. Programın linkini buraya bırakıyorum, merak edenler açıp izleyebilirler.

https://www.youtube.com/results?search_query=t%C3%BCrkiyede+sol+var+m%C4%B1+medyascop

19. yüzylın ortalalarında Avrupa’da sosyalizm fikriyatı en prestijli ideoloji olarak sahneye çıkmış görünüyordu. Çünkü gerçekten de kapitalist burjuva sınıfı gemi azıya almış, kâr hırsı gözlerini bürümüş vaziyette milyonlarca Avrupalı yoksulu fabrikalara, madenlere, demiryolu hatlarına doldurmuş bulunuyordu. Günlük çalışma saati ortalama 16 saatti ve dahası, çok ağır işlerde 8-10 yaşlarında çocuklar çalıştırılıyordu, çalışanların hiçbir sosyal güvencesi yoktu ve kazandıkları para da sadece hayatta kalmalarına yetecek kadardı.

Ve böyle bir iklimde sosyalizm fikriyatı bu tabloya bir isyan, bir çığlık olarak sahneye çıktı ve gerçekten de Avrupa kıtasında sosyal, siyasal ve ekonomik gidişata yön verdi, süreci tayin etti. İşçiler ve yoksullar nihayet örgütlü bir şekilde siyaset sahnesine çıkıyorlardı bu süreçte. Türk münevveri, o dönem için Genç Osmanlılar, yani Namık Kemal nesli, elbette Avrupa’daki bu gelişmelerden, milliyetçilik ve sonrasında sosyalizm gibi akımlardan haberdardılar. Ancak, millet, sınıf, işçi sınıfı, burjuvazi gibi kavramlara pek yabancı oldukları için bu tartışmalara kelimenin tam anlamıyla “fransız kaldılar”, yani hiç ilgilenmediler. Elbette başka nedenleri de var; nihayetinde bu nesil “hasta adam” olarak tanımlansa da, bir imparatorluk aydını idiler. Hiç şüphesiz esaslı dindar ve Müslümandılar. Ve ayrıca, geçim kaynakları da devletin kendilerine bağladığı maaştan ibaretti. Bu şartlarda Avrupa’yı kasıp kavuran sosyal ve siyasal gelişmelerden haberdar olmakla birlikte, ilgisiz kalmaları anlaşılırdır.

Ne var ki yine de sosyalizm cereyanı, 20. yüzyılın ilk yıllarında bizim topraklarımıza da girmekte gecikmedi. 1910 yılında Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu. Bunu daha sonraki yıllarda Türkiye Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ve Türkiye Komünist Partisi gibi partiler izledi. 1960’lara kadar illegal olan ve pek bir varlık gösteremeyen sosyalist sol, 1960’ların başında Türkiye İşçi Partisi ile sahneye çıktı. 1965 seçimlerinde 15 milletvekili kazanmayı başardılar. Genel başkanları Mehmet Ali Aybar ve sonrasında Behice Boran idi. Dönemin CHP lideri İsmet İnönü, TİP’in toplumda çok fazla karşılığı olduğunu gördü, böyle giderse CHP’nin bütün halk tabanı oraya kayacaktı. İnönü, siyasi tablonun aleyhine dönebileceğini hissetti ve CHP için “ortanın solu” tanımlamasını ilan etti. Ve o meşhur sözünü yine o günlerde ve bu nedenle söyledi; “ben kırk yıllık solcuyum!”

Avrupa’da başlayan 68 gençlik hareketleri çok kısa sürede bize de yansıdı. Sol görüşlü üniversite öğrencileri Devrimci Gençlik çatısı altında örgütlendiler. Ama kısa sürede öğrenci gençlik hareketleri TİP’in yasal mücadele zemininden koparak Che Guavera çizgisine evrildi. Türkiye devriminin yolunun silahlı mücadeleden geçtiğini düşünen bazı gençlik önderleri gerillacılık faaliyetlerine kalkıştılar. Devletin bu konuda tavrı beklenenden ve umulandan sert oldu. Devrimci gençler 1971 yılından itibaren cezaevlerine dolduruldular, bir kısmı çatışmalarda öldürüldü, Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildi, Mahir Çayan ve arkadaşları da infaz edildiler.

1970’lerin ortasından itibaren Türkiye çok hızlı bir şekilde sol-sağ çatışmasına sürüklendi ve bu nedenle sol, bu kaotik süreçte esaslı bir teorik çerçeve çizmeye zemin ve zaman bulamadı. Nihayet 12 Eylül 1980 darbesi, filmi bitiren gün olarak tarihe geçti. Bu süreçte olanlar malum, tekrara lüzum yok.

Türkiye’de 1980’lerin sonlarına doğru sosyalist sol cereyanın yeniden hareketlendiğini görüyoruz. Bilhassa 1991 DYP-SHP koalisyonuyla beraber üniversitelerde ve işçi - memur sendikal örgütlenmelerinde ciddi bir hareketlenme göze çarpıyordu. Ancak bu sürecin asıl etkili faktörü PKK oldu. Türk solunun önemli bir kesimi PKK’nin siyasi faaliyetlerini “ezilen Kürt halkının anti-emperyalist sosyalizm mücadelesi” olarak değerlendirdi. Ve bu süreç, solda derin bir ayrışmaya sebep oldu. Sol, bu ayrışmaya paralel olarak hızla marjinalleşti. Artık 1990’ların sonlarına geldiğimizde Türkiye’de kayda değer, kurumsal anlamda bir sol hareket yoktu. Solun kadroları da büyük oranda CHP’nin gölgesine sığınmış vaziyetteydiler. Doğrusuyla yanlışıyla 100 yılı aşkın bir geleneği olan Türkiye Sosyalist Hareketinin düştüğü nokta çok kısa bir özet olarak burasıdır.

Bu tablo halen de devam ediyor. CHP hâlâ sosyalizmden umudunu kesmiş solcular için güvenli bir sığınaktır. İşin gerçeği, dikkatle bakıldığında Türkiye’nin ufuklarında ve ufuklarının ötesinde bile, sol-sosyalist bir ışığın geleceğine dair hiçbir işaret görülmemektedir.

Yayın Tarihi
10.10.2024
Bu makale 148 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!