Malum, 3 Haziran Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü. Ve bunca zamandır adet olduğu üzere, pek çok solcu arkadaşımız bu tarihte Nazım Hikmet’i şiirleriyle anarlar. Bu Haziran’da da böyle oldu, gazeteci dostumuz Mehmet Talay, facebook hesabında Nazım Hikmet’i sitayişle andığı bir paylaşım yaptı. Altında da bazı yorumlar gözüme ilişti. Yorumlardan birisi de A.K.A isimli bir sosyal medya kullanıcısına aitti ve bu şahıs özetle, Nazım’ın kendi yaşadığı ülkenin ezilen halklarıyla ilgilenmediğini, dolayısıyla sosyalist kabul edilemeyeceğini falan söylüyor. Ben de, Mehmet Talay ile hukukuma güvenerek, bu kullanıcının yorumunun altına, “Nazım Hikmet’in bu konularda konuşmamış olması onun sosyalist kimliğine halel mi getirir?” mealinde bir şeyler yazdım.
Vay! Sen misin bunu yazan?! Aynen şu tepki ile karşılaştım; “haydi yürü işine okuduğunu anlayamayan, UKKTA’yı bilmeyen boş birisin. Tanımadığın insanlara yorum yapma, muhatap olma!” Hoppala! Tam da “buyur buradan yak” durumu yani. Adama bir soru sorduk, ama anında “devrimci şiddet” durumu ile karşılaştık! Elbette fakülte yıllarımda da bazı sol içi tartışmalardan sonra “devrimci şiddete” maruz kalmışlığımız vardı evelallah, ama bu yaşta devrimci şiddete maruz kalacağım hiç aklıma gelmezdi. Lakin aklıma gelmeyen başıma geldi. İşin ilginç yanı, bu sosyal medya kullanıcısı devrimci abi’nin UKKTA dediği siyasi kavramın açılımını da biliyordum, “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” olarak formüle edilen bir 20. yüzyıl sloganıydı bu. 20. yüzyıl başlarında hem ABD’nin (Başkan Wilson prensipleri) hem de Sovyet Rusya’nın dilinden hiç düşürmediği bir dönemsel slogandı. Yani Marksist/sosyalist bir argüman değil, o dönem dünya konjonktürünün bir siyasi sloganından ibaretti, zaten bir sürre sonra da unutulup gitti.
Fakülte yıllarımızda da söz ne vakit Nazım Hikmet’te gelse, Kürt siyasetinden arkadaşlarımız hemen şu kartı açarlardı önümüze; “Dersim katliamı hakkında tek satır yazmamış bir şaire sosyalist denebilir mi? Kendi ülkesinin acılarına gözlerini kapayan bir şair Japonya’daki kıza ağıt yazsa ne olur?” Bizler de manalı manalı başımızı sallardık bu tez karşısında. Öyle ya! Kendi burnunun dibinde yaşanan acıları görmeyen adamdan sosyalist mi olur?!
Olur kardeşim, olur, hem de bal gibi olur. Nazım Hikmet delikanlılık dönemlerinden başlayıp öldüğü güne kadar sosyalist bir yurtsever olarak yaşadı. Üstelik bunu, ömrünün en güzel yıllarını asla işlemediği bir suçtan dolayı cezaevlerinde geçirdi, tam 12 sene! Bir nevi “gönüllü sürgün” olarak yaşadığı 12 yıllık Sovyet Rusya günlerini de bu rakama eklersek, eder 24 sene! Yani 61 yıllık ömrün 24 yılı mahpus ve sürgün, geri kalanı da polis takibi ve soruşturmalarla geçmiş.
Üstelik iyi eğitimli bir ailenin çocuğuydu. Dedeleri Osmanlı Paşası, dayıları Cumhuriyet paşası, (Ali Fuat Cebesoy Nazım’ın öz dayısıdır) ailenin ekonomik sorunu da yok, istese Paris’te de yaşayabilirdi, Berlin’de de, Londra’da da. Üstelik seküler bir aile ortamında büyümüş, dolayısıyla yeni kurulan Cumhuriyet rejimi ile ideolojik anlamda hiçbir sorunu olamaz falan filan.
Amma ve lakin bu pek yakışıklı ve iyi eğitim almış genç adam, bütün dünyevi imkan kapılarını elinin tersiyle itiyor ve çok genç yaşta sosyalist Türkiye mücadelesine katılıyor. Yeni kurulan Cumhuriyet rejiminin sosyalist fikirlere olan tepkisinden o da nasibini fazlasıyla alıyor, yukarıda da belirttiğim gibi, yıllarca polis tarafından takip ediliyor, şiirleri yasaklanıyor, hiç haberdar olmadığı bir meseleye dahil edilerek mahpus damlarına atılıyor… Uzun ve acıklı bir hikaye.
Ama bütün bunlara rağmen Anadolu yoksullarının sözcüsü olmaya devam ediyor. Nasıl ki 1930’lu yıllarda yeni Cumhuriyet’in bazı yönlerine ve yönetim anlayışına muhalefet etti ise, 1950’den sonra da aynı şekilde Menderes hükümetine de muhalefet ediyor ve çok sert yazılar yazıyor. Hatta ve hatta, sürgünde bulunduğu Sovyetler Birliği’nde, aşırı baskıcı bir rejim olmasına karşın, sosyalizme uygun düşmeyen politikaları nedeniyle onlara bile muhalefet etmekten çekinmiyor.
Bu dünyaya erkenden veda etmiş olmasında hiç kuşkusuz yaşadığı bu çileli ömrün etkisi çok yüksektir. Ve biz, böyle zorlu ömür sürmüş bir adama, “sen sosyalist olamazsın” diyerek had bildirmeye çalışıyoruz. Pes!