Bir süre önce bu gazetede, “31 Mart Muhafazakarlar ve Sol” serlevhalı (başlıklı) bir yazı kaleme almıştım. Merak eden okurlarımız yazı arşivimizden okuyabilirler. Çok saygıdeğer bir dostum, evvela gazeteden yazının altına yorum yapmak istemiş, ama bunu başaramayınca da özelden bana mesaj yazmayı tercih etmiş. Eleştirisi tam olarak şöyle; “Eşref Bey, tüm değişimlerinize rağmen maalesef siz de statükocusunuz. Hem de Kemalizm’den yanasınız!”.
Bu tek cümleden ibaret eleştiriyi okuyunca, ister istemez kendimi, bütün yaşamımı, yaşam sürecimde geçirdiğim siyasi evreleri, bu kısa ömrümdeki fikrî serüvenimi gözden geçirdim, hatırlamaya çalıştım. Ve bundan sonra da ortaya bu yazı çıktı, arz ederim efendim.
Çocukluğumdan beri “siyaset” denilen maceranın içinde buldum kendimi. Nasıl bulaştım, kim bulaştırdı, niçin bulaştım, hiç bilmiyorum. İlkokul yıllarımda esaslı bir “Ecevitçi” idim, demek ki sosyal demokrat oluyorum. 12 Eylül darbesi olduğu günlerde ben ortaokula başladım. Evren Paşa’nın öfkesi bile beni sosyal demokrat olmaktan alıkoyamadı. Lisede biraz vites yükselttim ve benim bütün kuşağımın tam bir devlet kararıyla İslamcı/milliyetçi motivasyon üzere şekillendirildiği zamanlarda ben sosyalist olmayı tercih ettim.
1987’de, üstelik hâlâ 12 Eylül’ün gölgesi ülkenin üzerindeyken, son derece muhafazakar bir Anadolu şehrinde fakülteye başladım ve orada, yaklaşık altı sene, aktif bir sosyalist devrimci olarak sistemle mücadele ettim. YÖK’e, insan hakları ihlallerine, düşünce özgürlüğüne getirilen her türlü kısıtlamaya karşı eylemlere katıldım, öncülük ettim, karakollara düştüm, iki ayrı davada DGM hakimlerinin huzuruna çıktım, kısa süreli de olsa mahpus damlarına kapatıldım.
Sonra fakülte serüvenim bir şekilde bitti, o kaotik ve karanlık 1990’lı yıllardan nasıl sağ çıktığıma şaşarak Antalya’ya geldim. Tabi bu arada, fakülteden mezun olan bütün yoldaşlarım gibi, bendeniz de vites düşürdüm ve CHP saflarına katıldım. Hiç kuşku yok ki o yıllarda CHP, devrimciler için “korunaklı bir limandı”. Ben de mecburen o limana sığındım.
Tam olarak yirmi sene CHP’de siyaset yaptım, bazı parti temsil görevlerinde bulundum, belediye meclis üyeliği yaptım. Ve bu süreçte bir kere olsun şahsi bir talep için belediye başkanının odasına girmedim, hiçbir yakınımı belediyede daimi bir işte çalıştırmadım, bir kuruşluk akçeli işe meyletmedim ve gerektiğinde belediye başkanı ile ters düşmekten de çekinmedim.
Daha sonra CHP Genel Merkezi’nin bazı stratejik politikalarına ve tutumuna ters düştüm, muhalefet ettim ve doğal olarak oradan istifa ettim. Kırgındım, kızgındım, öfkeliydim. Ak Parti’de sosyal demokrat-sol kimliğimi muhafaza ederek siyaset yapabileceğimi düşündüm. (Yababileceğimi sandım da diyebilirdim). Maalesef orada bu imkanı bulamadım. Ve fakat yine de hiçbir yakınımı devlette=belediyede bir işe katmadım, kimseye şahsi bir talepte bulunmadım, kimseye eyvallah etmedim, hiçbir akçeli işe bulaşmadım. En nihayetinde birkaç sene sonra bu mahalleden de göçüp gittim.
Bu arada, eleştiri yazan bu değerli dostum, benim statükocu olmakla beraber Kemalist olduğumu da vurgulamak ihtiyacı duymuş, buna da kısaca cevap vermeliyim. Hayatım boyunca hiç kendime “Kemalist” demedim, böyle bir sıfat kullanmadım, hep genel anlamda “solcu” olduğumu düşündüm. Evet, bizim geleneksel Sol’dan farklı olarak ben, sol değerlerin ve kavramların Anadolu’ya uygun olarak yorumlanması ve üretilmesi gerektiğini düşünüyordum, örneğin Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir, Atilla İlhan ve Cemil Meriç gibi. Ama her halükarda Mustafa Kemal Paşa’ya büyük bir sevgi ve saygı duyduğum kesindir. Bir ülkeyi uçurumdan yuvarlanırken çekip çıkartan ve bağımsız bir ülkeye kavuşturan bir devlet adamına da sevgi duymayıp kime duyacağız, doğrusu bunu da anlayabilmiş değilim. Mustafa Kemal Paşa 1908 yılından 1938’e kadar, yani tam 30 sene, bizim tarihimizin çok etkili bir aktörüdür. Bu uzun otuz senelik süreçte hiç mi hatası, eksiği, kusuru olmamıştır? Ne münasebet! Elbette olmuştur ve oldu da! Ama bu hataları, O’nun büyük bir enkazdan modern bir bağımsız cumhuriyet çıkartmış olmasının yanında nedir ki?
Hülâsâ; hayatım boyunca bulunduğum her yerde yanlış olan, haksız olan; çürük, çirkin, adaletsiz, liyakatsız, samimiyetsiz, arsız ve namussuz olan her şeye, herkese, her davranışa, her politikaya ve politikacıya sesli ya da sessiz itiraz ettim, isyan ettim, tepki gösterdim. Hiçbir şey yapamazsam da oradan çekip gittim. Peki ben şu halde nasıl statükocu oluyorum, lütfen biri bana anlatsın!