KİTABIN ORTASINDAN

KEMALİST CUMHURİYET ÇÖKTÜ MÜ?

Evvelâ bir not düşerek başlayalım; burada “Kemalist Cumhuriyet” olarak adlandırılan dönem, kabaca 1923-1938 dönemini, yani Cumhuriyetin kuruluş sürecini ve temel felsefesinin inşâ edildiği bu tarihî süreci kapsıyor. Bu yazımızın bu gözle okunmasını bilhassa rica ederim.

önceleri de yazmıştım, Cumhuriyet, Osmanlı’nın 19. yüzyıl başlarından itibaren başlattığı modernleşme ve çağdaşlaşma mücadelesinin son aşamasıdır. Yani Cumhuriyet, aslında 100 yıllık bir mücadelenin eseridir. İlber Ortaylı Hoca’nın o enfes tanımlamasıyla söyleyecek olursam, “İmparatorluğun en uzun yüzyılıdır”. Osmanlı-Türk modernleşmesi, bir anlamda devletin tarihiyle, tebaasıyla ve bizatihi çağın kendisiyle hesaplaşmasıdır. Ve bu uzun ve büyük hesaplaşmadan bu günkü sınırlar içinde bir Türkiye Cumhuriyeti ortaya çıkmış yahut kala kala elde avuçta bu Cumhuriyet kalmıştır.

Peki nedir kuruluşta Cumhuriyet felsefesinin asıl gayesi; Anadolu’daki ümmetçi Türk’ü, vatandaş Türk yapmak! Ona Türk olduğunu öğretmek! Çünkü tarihin bu döneminde imparatorluk(lar) dağılmış, her bir imparatorluktan onlarca ulus-devlet ortaya çıkmıştır. Osmanlı’dan da pek çok toprak kopmuş ve bağımsız birer ulus devlet olmuşlardır 20. yüzyılın başlarında. Kısacası tüm dünyada ulus devlet çılgınlığı yaşanmaktadır. Devletin elinde kala kala gariban Anadolu köylüsü kalmıştır ve o da Türk olduğundan habersizdir, kendisini “ümmet”, “Müslüman” ya da “islam” olarak tanımakta ve tanıtmaktadır. İşte Cumhuriyet’i kuran kadro, bu nedenle, önüne tek hedef olarak yeni bir ulus inşa etmeyi koymuştur. Köy enstitüleri bu ideolojinin en önemli ayağıdır. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sloganı da ırkçı bir slogan olarak değil, tamamen bu ihtiyaçtan doğmuştur, Türk’e Türk olduğunu öğretmek, fark ettirmek için.

Ve her şeye rağmen, yine de, genç Cumhuriyet yeni bir ulus yaratma hususunda ciddi yol katetti. 1960’lara, 70’lere geldiğimizde artık Anadolu’da bir “Türk ulusu” tanımı genel anlamda yapılabiliyordu. Ve fakat bu günlerde Kürtlerin yoğun yaşadığı coğrafyadan bu sürece çok güçlü itiraz sesleri yükselmeye başladı. Kürtler, “hayır, biz Türk değiliz, Kürt’üz” diyerek, Cumhuriyet’in bu büyük projesine esastan itiraz etmeye koyuldular. Bu itiraz zaman içerisinde güçlenerek ve çoğalarak yoluna devam edecekti. Cumhuriyet’in sözcüleri ve aydınları burada “Türk” kavramının bir ırkı tarif etmediğini, vatandaşlık tanımı olarak telaffuz edildiğini ısrarla söylediler, ama Kürtleri ikna etmekte başarılı olamadılar.

Yeni Cumhuriyet’e bir başka esaslı itiraz da, İslami kanattan geldi. Kurucu kadroların jakoben/laik siyasi ekole yatkın olmaları ve dahası, Türkiye’yi dönüştürme hususunda aceleci bir tavır içine girmeleri, henüz kendisine “Türk” demeyi bile başaramamış Müslüman Anadolu köylerinde ve kasabalarında büyük rahatsızlık ve endişe yarattı. Ve bu büyük endişenin de etkisiyle, örneğin tek başına Saidi Kürdi, (Saidi Nursi) neredeyse bütün Ege ve Orta Anadolu köylüsünü kendisine mürit kılmayı başardı. Onun ulaşamadığı yerlere de Süleyman Hilmi Tunahan Hoca ulaşacaktı.

Cumhuriyet ideolojisinin önünde kuruluştan itibaren iki büyük sorun vardı; bunlardan birisi Kürt meselesi, diğeri de İslami sosyoloji. Ve aslında kurucu kadrolar da bunun farkındaydılar, bu nedenle aceleci bir laik/seküler düzen kurmaya ve yine “acilci” bir şekilde misak-i milli sınırlarında bir Türk ulusu inşâ etme yoluna gittiler. Ama günün sonunda, yani bu günlerden geriye baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu iki esaslı meseleyi de çözemediği ve aşamadığı, bu yolda başarısız olduğu görülüyor. Evet, kanaatim odur ki, 1923-1938 sürecinde kurulan ve etkisini 1980’lere kadar düşe kalka sürdüren Kemalist Cumhuriyet artık çözülmüştür. Asıl bilemediğim ve merak ettim husus şudur; peki şimdi onun yerine ne ve nasıl bir sistem konulacak ve bu “yeni Cumhuriyet” hangi felsefe ve motivasyon üzerine oturacaktır? Bu zor suale cevap bulmaya çalışıyorum. Henüz derli toplu bir cevabım yok, ancak tahminim ve endişem odur ki yeni sistem Kemalist Cumhuriyet’in çok gerisine düşebilir. Toprak bütünlüğünü bile korumakta zorluklarla karşılaşan, her türlü iç karışıklığa her an hazır, hukukun ve yasaların kişiye göre farklılıklar gösterdiği, insanların düşüncelerini ve duygularını ifade etmekten ürktüğü, etnik ve dinî kimliklerin tek referans olduğu bir yeni Cumhuriyet’in içine girmiş olabiliriz. Bu tahminime ve endişelerime katılmayan arkadaşlarımın, “Ak Parti gittiği gün her şey eski normaline dönecektir” dediklerini duyar gibi oluyorum. Evet, elbette Ak Parti er geç gidecek. Ama yerine kim gelirse gelsin, artık bu topraklarda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Belki şehir efsanesidir belki de hakikat, zaman zaman tartışılır, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Cruzion Lozan görüşmeleri bittiği günlerde; “İsmet’e 90 yıl müsaade ettim hepsi bu” dedi mi, demedi mi diye. Ve bu günkü Türkiye’ye baktığımızda, o şeytan suratlı İngiliz Lordunun bu cümleyi söylemiş olması ihtimal dahilinde görünüyor.

Yayın Tarihi
12.09.2024
Bu makale 305 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Yazınızı büyük bir zevk ile okudum. Elinize sağlık. Aynı sizin gibi düşündüğümü bilmenizi isterim. Saygılarımla

Ercan Evren 15.09.2024

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!