Evvelâ, herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermemek adına şu hususun altını çizerek mevzuya girelim; sevgili okur, İslamcılık demek islam demek değildir! İslam bir dinin, peygamberi Hz. Muhammed olan ve ben de dahil bu topraklarda yaşayan milyonlarca insanın inandığı dinin adıdır. Kutsal kitabı Kur’an’dır. Ancak “İslamcılık”, tarihi geçmişi henüz 150 yıl olan modern bir politik ideolojidir. Solculuk, Milliyetçilik gibi bir de “İslamcılık” adında bir modern zamanlar ideolojisi vardır. Menşei Batı’dır, orada neşet etmiş, orada teorize edilip ete kemiğe büründürülmüştür. Ve ayrıca, bir insan Müslüman ise İslamdır, ama bir insan Müslüman olmasa bile pekâlâ İslamcı olabilir, hiçbir mahsuru yoktur ve bu durumda olan aktörler de vardır.
Şimdi gelelim mevzunun esasına. Youtube mecrasında bir kanal var, adı Fikir Coğrafyası. (Adında fikir var, dolayısıyla çok az izleniyor olmalıdır ve gerçekten de çok az izleniyor). İki sağ/muhafazakar aydın sunuyor programı ve genellikle bir fikri olan entelektüel isimleri davet ediyorlar. İki hafta önce İslamcılığın Türkiye’deki yaşayan en etkili fikir adamlarından birisi olan Ali Bulaç’ı konuk etmişlerdi ve o programda Ali Bulaç, özetle, İslamcılığın, yani İslamcı siyasetin fikri alt yapısının güçlü olduğundan, bir geleneği olduğundan ve sağlam bir toplumsal tabanı olması hasebiyle ölmediğini ve ölmeyeceğini altını çize çize dile getirdi.
Ve bu programdan bir süre sonra da, belki de Ali Bulaç’a cevap olsun diye, Mustafa Everdi adlı bir muhafazakar yazarı davet ettiler programlarına. Ali Bulaç’ı elbette uzun yıllardır biliyor ve izliyordum, ama Mustafa Everdi Beyefendi’yi ilk kez bu programda gördüm. Belli ki siyasetin islami kulvarında epey koşmuş, dirsek çürütmüş, kafa patlatmış, pabuç eskitmiş. Ve belki de bu nedenle, Türkiye’de (ve aslında tüm dünyada) İslamcılığın, yani siyasal İslamcı ideolojinin, niçin ve nasıl iflas ettiğini, çok net ifadelerle dile getiriyor. Merak eden okurlarımız internetten her iki söyleşiyi de bulup izleyebilirler, tavsiye ederim.
Ve İslamcılık. Hiç kuşkusuz Doğu/Müslüman coğrafyanın son bir buçuk asırda en çok ses getiren, etkili olan, İslam coğrafyasının geçen 150 senelik serüveninde başrol oynamış siyasi akımlardan birisi, muhtemelen birincisi. Mısır’da, İran’da ve Pakistan’da çok güçlü ve etkili entelektüeller çıktı bu siyasi cereyandan. Bizde de öyle… Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Tunuslu Hayrettin Paşa, Said Halim Paşa, Said Nursi, Mehmet Akif temellerini atan büyük fikir adamları. Sonrasında ve 20. yüzyılda da ciddi adamlar yetişmedi değil, Prof. Mahmud Esad Coşan, Abdurrahman Dilipak, Ali Bulaç, Necip Fazıl, İsmet Özel, Osman Yüksel Serdengeçti, İsmail Kara ve daha başkaları. Az değil, bir buçuk asırlık bir siyasi cereyandan söz ediyoruz burada.
Ve geldiğimiz noktada, yani 21. Yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmak üzere olduğumuz bu zamanlarda, görüyoruz ki, yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım etkin bir ideoloji olarak siyasal İslamcılık, hem teorik hem de pratik olarak iflas etmiş gibi görünmektedir. Bu noktada sorulması gereken soru şudur; peki ettiyse niçin iflas etti? Sadece Ak Parti’nin yarattığı ahlaki travmanın etkisiyle mi? Yoksa başka nedenleri de var mı? Kuşkusuz bu ve benzeri sorular önümüzdeki on yıllarda çok sorulacak, çok tartışılacak. Benim bu soruya cevabım çok kısa olarak şudur; sığ ve hamaset üzere bir Batı karşıtlığı olarak inşâ edilen ve daima lanetlediği Batı karşısında hiçbir varlık gösteremeyen, Batı ile rekabet edemeyen bir anti-batı ideoloji olarak İslamcılığın bu çağlarda daha fazla yoluna devam etmesi gerçekten çok zordu. O kadar acz içinde kaldı ki, ne M. Akif’in “Batı’nın kültürünü değil ama ilmini alalım” nasihatını gerçekleştirebildi, ne dilinden düşürmediği daimi düşmanları siyonizm ve İsrail karşısında kendisine bir alan açabildi, ne ekonomik, sosyal ve siyasi anlamda bir örnek proje ortaya koyabildi. Nereden baksan yenilgi, nereden baksan başarısızlık.
Aslında gerçekte olan buydu. Ama yirmi yıllık Ak Parti tecrübesi bardağı taşıran son damla oldu. Çünkü Ak Parti, başından beri çok iddialı bir siyasal İslamcı hareket olarak ortaya çıktı. Ama günün sonunda bu hareket; ahlaken çökmüş, adaleti ve hukuku tarümar olmuş, ekonomisi mahvolmuş, sosyal barışı bozulmuş, milyonlarca mülteci tarafında sanki işgal edilmiş, gelir adaleti altüst olmuş, milyonlarca insanı açlığa ve yoksulluğa mahkum olmuş bir ülke bırakıyor arkasında. Tabi bu vahim tabloya bir başka siyasal İslamcı cemaat olarak Gülen hareketinin “marifetlerini”, sınavlarda çalınan soruları, ülkede toplanan servetin yurt dışına aktarılmasını ve en son bir askeri darbe girişiminde bulunmuş olmasını da eklemeyi unutmayalım.
Ak Parti ve Türkiye İslamcı siyaseti, toplumun geniş kesimlerinde ve bilhassa dindar/muhafazakar genç nesillerde çok büyük bir hayal kırıklığı ve travmalar yaratarak tarih sahnesinden çekilmektedir. Öyle sanıyorum ki bu topraklarda İslamcılık siyaseti çok uzun yıllar yapılamayacak, yapmak isteyenler olsa bile taraftar bulamayacaktır. Yüz elli yılı aşkın hikayesi, birikimi, mücadelesi ve iddiası olan bir siyasi cereyanın büyük bir gürültüyle iflas ettiğine şahit oluyoruz.