Sayın Cumhurbaşkanı,
Tarihi ve sosyolojik bir perspektifle devr-i iktidarınızı doğuran sebep ve kök sebeplere temas ederek, bir siyaset okuması yapmak ve bundan sonrasına dair öngörülerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Siz de bu coğrafyada yaşanan tarihi ve sosyolojik süreçlerin ürünü ve parçasısınız.
Dolayısıyla yapacağımız analize konu faktörlerden bağımsız veya bilimsel verilerin dışında, kendinize özgü farklı bir siyasal gerçekliği temsil etmiyorsunuz.
Hepimiz bu coğrafyanın çocukları olarak tarım medeniyetinin son temsilcisi, merkezi ve askeri imparatorluk geleneğine sahibiz.
Doğal olarak bu geleneğin olumlu-olumsuz bütün unsurlarıyla birlikte, bugün temsil ettiğiniz siyaset anlayışı da bu geleneğin ortaya çıkardığı tarihi çelişki ve travmaların sonucudur.
Kök sebepleri yaklaşık 1000 yıla dayanmakla birlikte, esas itibariyle yine yaklaşık 300-400 yıl önce Batıda başlayan tarihi değişim ve rasyonel dönüşüm süreçlerini ıskalayınca, fiziki ve psikolojik üstünlüğünü kaybeden Osmanlı Saraylarında 1800'lü yılların başında devlet eliyle başlatılan "modernleşme projeleri" çok doğal olarak; ahali hariç olmak üzere, statükonun sahibi olan yönetim elitlerini "yenilikçi-gelenekçi" parantezine alacağımız şekilde iki karşıt siyasal kategoriyi doğurdu.
Basite indirgemecilik tuzağına düşmek pahasına bu iki kategoriyi tarihsel bir temsille ifade etmek gerekirse; II. Mahmut'tan başlayarak "Devrimci veya Gavur Padişah"larımız veya liderlerimiz oldu.
Bu kapsamda Sened-i İttifak, Tanzimat, Islahat Fermanı, I. ve II. Meşrutiyet, İttihat Terakki, Cumhuriyet, çok partili demokrasi denemelerimizin tamamı işte bu "yenilikçi-gelenekçi" parantezine alabileceğimiz siyasetin temel eksenini belirledi.
1808 tarihinden başlayarak saydığımız bu dönemlerde ortaya çıkan fikri ve siyasi denemelerin hiç birinin sosyolojik destek ve meşruiyet alanının oransal olarak %5-10'dan daha fazla olduğunu kimse söyleyemez.
Tarihi, ekonomik ve sosyolojik süreçlerin doğallığı dışında, iç ve dış dengelerin zorunlu hale getirdiği "değişim, reform veya muasır medeniyet" arayışlarının devlet eliyle, tepeden inmeci ve jakoben yaklaşımlarla yürütülmesi de kaçınılmazdı.
Bu kaçınılmazlığı bir "olgu" olarak kabul ederek ve kısır tarihi tartışmaların tuzağına düşmeden ifade etmek zorundayız ki, "değişimi" temsil eden "yenilikçilerle" çözümü eskiye özlemde ve geriye dönmekte arayan "gelenekçiler" arasındaki karşıtlıklarda ahaliyi oluşturan geniş kesimlerin gelenekçilerin yanında durması ve devletçi elitler eliyle dönüşüme zorlanan halkta sosyolojik ve travmatik fay hatlarının oluşması, oluşan bu gerilimi temsil edecek gelenekçi siyasal elitlerin ortaya çıkması da kaçınılmazdı.
Devlet eliyle "değişim-reform-çağdaşlaşma" projesi yürütenlerin siyaseten zorunlu olarak otoriter yöntemlere başvurması, başka milletlerin (Büyük Petro, Meiji gibi) benzer modernleşme çabalarını incelediğimizde neredeyse kural gibidir.
Bu otoriter yöntemlere muhatap olan reform çabalarının "makbul vatandaş" saydığı çok sınırlı kesimlere dayanması dışında, geniş halk kitlelerin ise "itilmiş-kakılmış" olması veya kendilerini öyle hissetmeleri de, devlet eliyle modernleşme projelerinin sosyolojik ilk sonuçlarından biridir.
Devlet eliyle ve otoriter yöntemlerle yürütülen çağdaşlaşma projeleri mesafe aldıkça; yani siyasi, ekonomik, sosyolojik dönüşümle birlikte sanayileşme, şehirleşme, iş bölümü ilişkileri, kurumsallaşma düzeyi ve demokratik süreçlerin önünün açılmasıyla birlikte, başlangıçta "makbul vatandaş" kategorisinde olamayan "itilmiş-kakılmışların" merkeze doğru yaklaşması, mevcut siyasal sistemde temsil arayışlarını da kaçınılmaz hale getirir.
Son yüzyılda yaşadıklarımıza bu gözle baktığımızda, Cumhuriyet'imizin başlangıçta sosyolojik meşruiyeti %5-10 civarında iken, geniş kitlelerin vurguladığımız doğal ve sancılı süreçlerle sisteme entegre edilmesi sonucu, gözlemsel tespitlerimize göre demokratik cumhuriyetin sosyolojik tabanı %85-90'lara çıkacak ölçüde genişlemiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı,
İşte siz ve temsil ettiğiniz siyasal hareket bu tarihi, siyasi, ekonomik ve sosyolojik süreçlerin ürünü ve sonucusunuz.
Hatta "itilmiş-kakılmışları" merkeze taşınarak temsil edilmesi talebi kapsamında; kamu kaynaklarından hoyratça pay almak, "makbul vatandaş" kategorisine terfi etmenin ötesinde, siyasal, bürokratik ve toplumsal statülerinizi imtiyaz haline getirecek biçimde ve yüzyıllık rövanş gibi anlaşılacak şekilde, bu hikayenin başlangıcı olan 200 yıl öncesine dönerek otoriter/jakoben bir yaklaşımla yeni bir "itilmiş-kakılmış"lar kategorisi oluşturmak peşindesiniz. Oysa ki tarihin tekerlekleri ileriye doğru dönmekte olduğundan, 200 yıl öncesinin siyaset yapma yöntemlerine geri dönemezsiniz.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Bu mektubu yazmamın asıl gerekçesini oluşturan tespitler kapsamında ifade etmek zorundayım ki, Demokratik Cumhuriyetin gerektirdiği zorunlu unsurlardan olan ekonomik ve sosyolojik süreçlerin sonucu olmak üzere, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ ve geniş kitlelerin EKONOMİK REFAH TALEPLERİYLE beslenen mevcut sistemin siyasal ve sosyolojik tabanı neredeyse %90'lık bir oranla yaygınlık ve kapsayıcılığa ulaşmış bulunduğundan, sizi ve temsil ettiğiniz siyasal hareketin sosyolojik meşruiyetini ortadan kaldıracak şekilde "tekçi/otoriter, siyaset ve toplumsal mühendisliğine" dayalı, sivil alanı bastıran ve demokratik siyaseti rafa kaldıracak siyaset yöntemlerine başvurmamanız gerekmektedir.
Hatta devr-i iktidarınızın hitamı sonrası mahdumunuz eliyle yeni bir dönemi inşa edecek hazırlıklardan uzak durmanız gerekmektedir.
Günahıyla-sevabıyla ve saydığımız sebeplerle yakın tarihimizde hiç bir faniye nasip olmamış uzun iktidar döneminizin barışçıl ve demokratik yöntemlerle el değiştirmesine rıza göstermeniz, sivil siyaset dışında siyaset mühendisliği yöntemleri ve devletin ideolojik aygıtlarına başvurmadan, demokrasinin önünü açmanız tarihe, millete ve geleceğe dair ahlaki yükümlülüğünüzdür.
Okunduğunda anlaşılacağı üzere AÇIK MEKTUBUMUZDA ifade etmeye çalıştığımız görüş ve tezler, partizanlık, ideolojik körlük dışında son derece dikkatli bir üslup ve serinkanlılıkla kaleme alınmıştır.
Faydalı olması ve işe yaraması temennisiyle...