Gelişmiş toplumlar, Kurumsallaşmış yapılar-şirketler, yaşamını gözden geçirebilecek kadar entelektüel ve sosyal kişiler genellikle yaşanan yıla şöyle bir göz atarlar.
--Neler yapıldı, neler yapılmadı/yapılamadı, eksikler, fazlalıklar, başarılar, başarısızlıklar, özetle bir bilanço koyarlar önlerine.
--Önceki yıllarda sadece planlamalr yapıp uyguluyordum. Ama son bir kaç yıldır, hesaplar pek tutmayınca, şöyle bir kişisel ve toplumsal olarak yaptığım planlamalara, bir de sonuçlara baktım.
--Kişisel olarak, söylenecek pek bir şey bulamadım. Ya da ben kişisel olarak yapmam gerekenleri yapmışım.
--Peki sonuçlar.
--Sonuçlar pek içi açıcı değil. Bu başarısızlık anlamına da gelmiyor tabi.
--Hani Anadolu'nun, deneyim kokan güzel sözleri vardır.
--"Gittiğin yerde, herkes kör ise, sen de bir gözünü yum."
--"Kör satıcının, şaşı alıcısı olur"
--"El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar"
--"El ile gelen gelen düğün bayram", çok şey sıralayabiliriz.
--İnsan, belli bir deneyim ve yaşa gelince, olanlara ve olacaklara pek öyle sıradan bakamıyor. Peki, baksa ne olur, kişisel bir sorun yok ise iyi olur da; başta arızalı başlamış isen sonunda da öyle "yetti be!.." diyemiyorsun. Desen ne olur. Tadından yenmez de. Ama bir de, "kişinin kendine olan saygısı" diye bir şey vardır.
--Türkiye'de, Dünya gibi bir "68 kuşağı" serüveni yaşadı. İkinci Dünya/Paylaşım savaşı bitmiş, Kapitalizm üretimi arttırmış ama tüketimin de arttırılması gerekmektedir. İşte o yıllar, kapitalizm "özgürlükçüdür" Çünkü, tüketim toplumu yaratılması gerekmektedir. Tabi bu yapılır iken de "yol kazaları" olmaz mı?
--Hem de ne çok. İşte, 68 Gençliği özgürlükçü olduğu kadar mücadelecidir de. Aydınlama ve siyasi mücadeleye biraz da "aşk" katmışlar ve doğu kültürünün mistik havası, budizm'den de etkilenerek, doğa, çevre, özgürlük, aşk, ... çıkış yolları olmuştu.
--68'lilerin yarattığı bu özgürlük ortamı, dünyayı daha da siyasallaştırmış ve bu mücadelenin içine ideoloji de katılmıştır.
--Ve yıllar 78'lere gelmiş, hatlar keskinleşmiştir. Artık insanlar aşk, romatizm falan diyorlar ama, bir de "emek-sermya" çelişkisi çıkartıyorlar ve toplumda sınıf bilinci yaygınlaşıyor. Sendikalar, üylerine sınıf bilinci aşılıyor ve ona göre davranıyor, mücadele ediyorlar.
--Tabi o dönemin Lise-Üniversite gençliği de bundan etkileniyor; fabrikalar, işletmeler gibi Üniversiteler de hareketleniyordu.
--Bazen, "şans mı, şanssızlık mı?" da dediğim ama iyi ki o dönemleri görmüş ve yaşamışım da diyor ve mutlu oluyorum.
--Her ne kadar kaşımızda dört jandarma dipçiği dikişi, adli sicilimizde "sakıncalı" yazıp, 16 aylık askerliği bile İzmir'den başlayıp, Ankara ve Ağrı dolaylarında tamamlasam da, iyi ki onları bile yaşamışım diyorum. Mazoşist miyim neyim?
--Şaka bir yana insan, ailesi, okulu ve çevresinden etkileniyor. Hani şu aralar bir popüler TV kanalında bir dizi reklamı gördüm. Belki de başlamıştır. "İNSANIN KADERİNİ, DOĞDOĞU EV BELİRLER" gibi bir şeydi.
--Genel için maalesef diyeceğim ama, kişisel olarak da "iyi ki" diyeceğim. Evet, iyi ki doğduğum ev ve onun sağladığı özgürlük ve kişlilik ortamı bana yaşamı farklı yaşamamı öğretti.
--Yıl sonu değerlendirmesinde bu kadar lafa ne gerek var?
--Evet var. Çünkü, bazen kendime kızıyorum ama, sık sık görüştüğümüz bir zamanların Türkçe/Edebiyat Öğretmenim de olan, Av Mahmut Akıncı'ya da takılırım, "hocam, bu kişilikli ve dik tavrı bize öğrettiniz ama, dönem yamulmuş" diye. O da "ne diyeyim, evladım haklısın" der de, güleriz.
--Evet biz, bizim dışındakileri de düşünerek büyüdük. Her şey, herkes için iyi ve güzel olsun istedik. Hani, "herkes, kendi evinin önünü süpürür ise, sokaklar ve mahalle tertemiz olmuş ya!.."
--Ama maalesef, 68'in aşk, 78'in mücadele kokan kişilikli yılları geçmiş, 2000'lerin "BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRKANIZ ETSİNLER"; topumsallığın değil, kişiselliğin önde olduğu dönemler başlamıştı.
--Biz, "kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birmiz" derken, yeni dönem "gemisini kurtaran kaptan" diyordu ama.
--2020'lere gelindiğinde ise, gemi su alıyor. Kaptan Oğlu olduğu ile övünen kaptan, boğazın sularında yalpalayıp duruyordu.
--Haydi kaptan'ın işi buydu, her denk getirdiği liman da "malı götürmek" idi ama, öteki gemilerin kaptanlarına ne demeli ya!..
--Anadolu'nun o güzel sözü gibi, "EL, ELİ YIKAR, EL DA YÜZÜ YIKAR" diye. Herkesin biri birini yücelttiği, öncelediği, kurtuluşun tek başında değil, hep birlikte olduğu dönemler bitmişmiş. Hani o şarkı söz gibi:
--"Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş/......Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil
Eski radyolar gibi, çatıya saklanmış aşk
Öyle sanmışız canım, artık ölümsüz değil
Leyla ile Mecnun gibi, çoktan masal olmuş aşk"
--Oysa şimdi, her şey rekabete dönmüş. Hem de öyle adam gibi, mertçe değil, "düello" değil, "pus"u kurarak", haince. "Her koyunu, kendi bacağından asa, asa"
--O yüzden Ülkeler, toplumlar, kişiler olarak da gibe vuruyoruz. "Sarı öküzü vererek, kendimizi kurtaracağımızı sandık" ama, sıranın bize geldiğini görmeye ramak kaldı.
--Ama, buna izin yok. Miskinliğe ve iki yüzlüğe izin yok kurtuluş ve güzel günler için.
--Hadi bakalım, sen de duy bu sesi!..