Öyle bir dönemi yaşıyoruz ki, insanın kendi kendine sorası geliyor; biz mi yaşıyoruz, yoksa bize sunulan, önümüze konulanlar ile yaşamak mı zorunda kalıyoruz diye.
--Yaşamında dilediği bir çok şeyi yapmış, yaşamış, sosyal tatminlere doymuş birisi olarak, bugün bir şeyler beni kaygılandırıyor, ülkem, çevrem, insanlar için kaygı duyuyor isem, yanlış nerede?
--Ki bu bir kaygı ise, en azından yakın eş, dost, yakın akraba çevremde çok da öyle işin içinde çıkılmaz, çözülmez sorunları olan birileri yok denecek kadar az.
--O zaman bu kaygı ve endişeler neden?
--Henüz "soğanı bile beğenmez" konumdayken, "soğanın cücüğüne bile razı yaşayabilmeyi" kabullenmişken, neden içimde hep bir endişe ve kaygı taşıyorum?
--Geçenlerde iş çıkışı bir psikiyatrist arkadaşım ile sakızlı muhallebi yedik, çaylar içtik. Keyfimiz yerindeydi.
--Bu Koronavirüs uluslararası salgını nedeniyle herkes bir şekilde mekanlar gibi kendi içine kapandı. O yüzden de yüz yüze görüşmek, konuşmak sorun olmaya başlamıştı.
--Karşılıklı nasılsın, neler yapıyorsun, yakın çevrede sorun var mı, muhabbetlerinden sonra, sohbet neler yapıyorsun, "siyaset ne alemde"ye kadar geldi dayandı.
--Artık kişisel olarak siyasetin ne olur, ne olmazı umurumda olmadığını; ama ülkem için kaygılarımı ve bir çok kişi gibi bizim sol ve sosyal demokrat kesimdeki arkadaşımın bilgi birikimleri ve deneyimlerinden "her şeyi bilen yönetici ve yönetimlerce" yararlanılmadığından söz ettik.
--Ki burada açık açık söyleyeyim, memleketimin yerel yönetimlerinden kişisel bir beklentim falan da yok.
--Hatta yeri gelmişken, yerel seçimler sonra, Bakanım sayın Erkan Mumcu lütfedip aradı (ki kendi cenahımdan, aktif bürokratik süreçte benim ile görüşmek için arkadaşlarımı devreye sokan vekil, başkan vb siyasilerden ses soluk yokken) ve "tamam sen soldasın, bizi de biliyorsun, ama sen memleketini seven, bir şeyler yapmak isteyen projeci bir kişisin, biliyorsun tanıdıklarım var, senin için ne yapabilirim" diye sordu.
--Ben de, yerelden bir beklentimin olmadığını söyleyip teşekkür ettim. O da, bazı yöneticiler üzerinde bir hakkı olduğunu söyleyince, ben de "anlıyorum sayın Genel Başkanım, Bakanım da, siz kendini saat sanan adamın öyküsünü biliyor musunuz deyip, öyküyü anlattım çok güldü.
--Yani sorun kişisel değildi. Bizim sol-sosyal demokrat kanat (yerel yönetimler) dışında önceki bürokratik ilişkilerimiz sayesinde kişisel sorunlarımızı çözebilecek kanallarımız ve diyaloglarımız hâlâ vardı.
--Neyse, geçenlerde bir psikiyatrist hekim arkadaşım ile bir yerde buluştuk ve sakızlı muhallebi yedik, çaylar, kahveler içtik.
--Neler yapıyorsun, "siyaset ne alemde"ya kadar her şeyi konuştuk.
--Karşılıklı ülke ve toplum için kaygılarımızı paylaştık.
--Sosyal, siyasal, kültürel konulardan sonra, konu günlük yaşama geldi ve İnsanın yaşlanmasının kaçınılmaz olduğundan, ama "bunun da avantajları vardır", deyince sohbet koyulaştı.
--Elbette ki arada bir endişelenip, hayatınızın en güzel dönemi geçip gidiyor diye kaygı duymamızın doğal olduğunu anlattı.
--Her türlü fiziki gücün olduğu ama bunlara eşlik edecek maddi ve manevi olanakların olmadığı 18 yaşta olmak istemeyen bir hekimin öyküsünü de kaynattık tabi.
--Üniversitede hoca olmanın etkisi ile de, Tıp literatüründen alıntılar yaparak, hafızadan cinselliğe kadar insanın yaşamı boyunca geçirdiği değişimi konuştuğumuz sohbet, tadından yenmiyordu.
--Bazıları için hayatın 40’ında, bazıları için 50’li yaşlarda başladığına ilişkin örnekler örnekler.
--Bir şeyi kabul etmek gerek ki, zihinsel kapasitemiz 20’li yaşlardan sonra yeni bilgileri hafızaya kaydetmek zorlaşıyor.
--Kısa dönemli hafıza 40’lı yaşlara kadar dorukta iken, sonrasında hızlı bir şekilde inişe geçtiğini, yaratıcılık bakımından 30’lu yaşlar en iyi yaşlar olduğunu, geçmişe bağlantıları yapan ve beynin ana yollarını oluşturan beyaz beyin dokusunun da yavaş yavaş inişe geçmeye başlayacağını, beynimizde ki işlem sürelerinin yavaşladığından söz etti.
--Sonunda da, kabaca söylemek gerekirse:
--20’li yaşlarda cinselliğin,
--30’lu yaşlarda fiziksel gücün,
--40’lı ve 50’li yaşlarda zihinsel kapasitemizin,
--60’lı yaşlarda ise mutluluğun doruğuna ulaştığımızı,
--Herkesin kendine özgü bir yaşam çizgisi olduğunu, bu gerçeklerin ortalama insan için var sayılabileceğini,
--Genel olarak yaş ilerledikçe yükselen ve inişe geçen özellikler eşit dağılmış olduğunu, yaşamımızın bir bütün olarak ve her yönüyle dorukta olduğumuz bir dönemin olmadığından söz ederek,
--Genel olarak kaygı duymamın gereksiz olduğunu, her toplumun hak ettiği gibi yönetildiğini, bizim de araya kaynayanlardan olduğumuzu söyleyip, "
--Berbere giden üç tel saçlı adamın fıkrası gibi "bırak dağınık kalsın" dedi.
--Ben de doktorumu dinleyeceğim.