YANLIŞ NEREDE?
İlkokulda bile çocuklara bir iki paragraflık bir yazı yazması istendiği zaman, onlara yazının bir başlığı olsun, sonra yazının bir giriş, gelişme ve sonuç bölümü olsun ama daha da önemlisi, yazının bir teması /ana konusu/fikri olsun diye öğretilir.
Eğitimin daha ilk aşamasında bile bunlar öğretilirken, dahası her alanda bir eğitim alanı ve kulvarı varken; çok geniş toplumsal kesimler günümüzde öyle ya da böyle bir sebeple SİYASET ile ilgilenirken, neden siyasetin de bir yolu, yönetimi öğretilmez ki?
Siyaset, orta malı; herkes bir kenar ve köşesinden bodoslamasına dalıyor ve ortalık darmadağınık, allak bullak.
Ağzı olan konuşuyor, "kes kopyala yapıştır"ı bilenler kesiyor, kopyalıyor ve yapıştırıyor ve al sana bir iki kelamlık bir yazı, makale ve siyasi söylem, nutuk. Ne işe yarıyor? HİÇ!..
Konuşmak, bir şekilde anlaşmaktır. Konuşarak, anlaşmamada da anlaşılabilir. En azından neden analaşmadığınızı bilirsiniz.
Güzel Türkçemize bir yerlerden gelen ve bu durumu özetleyen bir sözcük vardır, "KAKAFONİ" diye. Her ne kadar sözcüğün kükü "kaka" olarak alınsa da, yabancı bir dilden alındığı için anlam aşılması ve ayrılma yaşanıyor. "Kakafoni", ses uyumsuzluğu ya da boş, gürültü kalabalığı anlamında kullanılır ve bu da yerinde bir kullanımdır.
Ülkede siyasi söylemler öylesine çığırından çıktı ki, dilediğiniz anlamda da anlayabilirsiniz, siyasi söylemlerde tam bir kakafoni yaşanılıyor. Ne acı.
Yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde o kadar deneyimlere karşın.
Cumhuriyet çağdaş devrimler ile başladı. Sonra, birileri bu halkın çok ileri gittiğini düşündü ve ülke yönetimini "ağalara" teslim etti, Demokrat Parti (DP) iktidar oldu.
O da, iktidarı alınca elinde ve aklından ne var ise Cumhuriyet dönemi kazanım ve yapılanları ile savaşmak için elinden geleni olmasa da, elinden geldiğince savaştı.
İdamaları dışında, hele hele yaptığı Anayasası ile alkışladığım bir 27 Mayıs süreci vardır ki, ülke demokrasi tarihi ve Anayasa yapma süreclerinin en aydınlık, parlak ve özgürlükçü dönemi olmuştur.
Biraz da Dünya konjonktürü ile de uyumlu olsa da, bu süreci "12 Mart" süreci denilen darbe süreci kesintiye uğratmış ve ülke tarihi açısından çağdaşlaşma sürecine darbe vurularak, ülke bağımsızlıktan uzaklaşan bir süreç içerisine girmiştir.
"12 Eylül" ise, ülkenin uluslararası sermaye ve piyasalara peşkeş çekme süreci olan 24 Ocak 1980 kararlarını güvenceye alıp, ülkenin aydınlık geleceği üzerine bir perde çekmiştir.
2000'li yıllarda ise, cehalet ile uluslararası sermaye ile kol kola girilerek, bir takım "yetmez ama evetçi" aydınımsı kesimler ile de anlaşılarak; bugün onların bile şikayet ettikleri bir sürece girilmiş ve sürecin zirvelerine doğru tırmanılmaktadır.
Hele hele "ikinci milenyum" denilen 2000'li yılların ilk çeyreği ise, dünya konjonktürüne de paralel bir sosyal ve ekonomik çöküntü içine hızla süreklenilmeye başlanılmıştır.
"Devlet don mu diker" aşağılayıcı söylemi ile başlayan sürece, "her mahallede bir zengin yaratacağız" hayalleri de ışık tutmuştur.
Evet, devlet don dikmeyi bırakmış, SÜMERBANKLAR kapatılmış, çağın yönetsel ve teknolojik gelişmelerine uygun güncellenmeyen işletmeler ile devletin "Kamu İktisadi Teşebbüsleri" (KİT) birer birer atıl hale getirilip, "işlevsel " hale getireceğiz deyip deyip, birer birer yok edilmiş ve yerlerine kat be kat rezidanslar dikilmiştir.
Halk da, muhalefet partileri de uymuş, "suya tirit" söylemler ile süreç geçiştirilmiştir. Özellikle 1989 seçimleri ile umutlanan muhalefet ve partileri, 1994 seçim sürecine plansız, programsız ve öngörüsüz girince, hezimet ile karşılaşılmıştır.
Bu yetmemiş, 2000'lerde ise bambaşka umutlar pompalanmış, muhalefet bırakın dünyayı okumayı, burnunun önünü bile göremez olmuştur. Sonucunda da, bu günlere gelinmiştir.
İşin garip tarafı, ülkede aydınlık geleceği savunan ve yaratması beklenen aydın kesim ve siyasi partileri ise, bilimsellikten ve yönetsel süreç okuma ve planlamadan uzaklaşmış, hamaset kokan bir siyaset erbabı üretmiştir.
Özellikle sosyal medyayı kullanarak, sanal rol modelleri yaratılmış, karşındaki gerici, dinci diye adlandırılan kesim ise, özellikle yurtdışı ve yabancı kaynakları ile ilişkilerinden dolayı, projelerini daha rasyonel yöntemler kullanarak uygulamaya sokmuş ve bu günlere gelinmiştir.
İKTİDAR, BİR SAVAŞ ALANIDIR.
Yirmi yıllık iktidar süreci içerisinde çıkan anlaşmazlıklar, siyasi, ekonomik ve benzeri ayrışmalara kadar varmış; karşımıza, yaşanan olumsuz süreçleri yaratanlar ile bu sürece çözüm üretme noktasına gelinmiştir.
Elbette ki "yanlışın neresinden dönülürse kardır" ama bu "kâr" ancak yanlışın ne olduğunun farkındalığı ile olur.
Halkın büyük bir çoğunluğu elbette ki bu "iktidar gitmeli" diyor ama umut ettikleri ise, gerek beslendikleri siyasi kökleri sebebiyle, gerekse ideolojik temelleri nedeni ile, mevcu siyasi iktidardan farklı bir söylem içerisine girememektedir.
Hele muhalefetin, 2000'li yıllar özlemli söylemleri ise anlaşılır gibi değildir. Genel merkezler, 2000'li yılların akıl hocaları ile doludur.
Sorunun kaynağı olanların, çözümün sebebi olması beklenmez. Beklenmemelidir. Hele hele yönetimin her türlü olanağı elinde, yönetimin her türlü oyunları konusunda profesyonel takımlar iş başında iken, kulaklara fısıldananlar ile bir yere varılamaz.
İktidar, taraftarlarını iktidarın nimetleri ile ödüllendirir, yanında tutarken; muhalefet ise, söylemleri ile bir o yana, bir bu yana savrulmaktadır.
Bu muhalefete bir eleştiri değildir. Eğer olanlar ve yapılanlar doğru ise, bu halk saf ve salak mı da, yüzde yirmibeşlerde bir aydın kesim "kararsız seçmen" konumundadır.
Muhalefetin en azından tepe yönetimi bunu görüp, milletvekilleri de dahil yakın çevrelerini, gözden geçirmelilerdir.
Yoksa, altı yedi ay sonra, seçmen "elim kırılsaydı", mevcut muhalefet yetkilileri de siyasi koltuklarından istifa edip ayrılıp, rahat milletvekili koltuklarına kuruduklarında, halkın acıları katlanarak sürecektir.
Bu söylem siyasilere değil, eli kırılacak sıradan seçmene, çoluğunun çocuğunun geleceğini bir heves uğruna, harcamış sıradan yurttaşa.
Dinlerler mi? Kendileri bilir, şimdilik "millete dar gelen bize bol gelir". Dahası mı, eee "el ile gelen düğün bayram". Başa gelen, sayenizde çekilecek!...
Daha ne diyeyim ya.