Her şeye bu kadar şaşıp kalacağım, hiç aklıma gelmemişti. Aman Allah'ım nasıl bir dönemden geçiyoruz ya. Ekonomi bir o duvara tosluyor bir bu duvara. Sorun değil, hemen "işi bilenler" bir çözüm üretiyor geçiyorlar bir başka dalgaya.
İstanbul'da dahil, bütün şehirlerden bir başkaymış bu Ankara.
Hep de öyle olmuş.
Nereden mi çıkardım.
Bu günden mi başlayayım, yoksa dünden mi?
Bugünler, bendeniz ara sıra Angaraya uğruyorum. Hoşunuza gider, gitmez ama tıpkı Cem Karaca'nın "Entel Demokrat" şarkısı kahramanlarından birisi olmanın bir sakıncası yok bence.
Bu memlekette kimler neler olmuşken, gelmişi belli, geçmişi belli, neler yaptığı belli birisi olarak, azıcık da memleketim olmasından dolayı, "bu yaz da yine güneydeydiniz" denilmesinin bir sakıncası yok. Evet, bu yaz yine güneydeydim, ailemin, arkadaşlarımın yanında, evimin barkımın içinde.
Sorun ben değil, benim sorunum, benim gördüklerim, benim bu gördüklerimden duyduğum kaygılarım, endişelerim.
En kötüsü de, ağa ile maraba öyküsünde ki gibi, olay ise her seferinde, "bir niye yedik bu herzeleri", seçim ise bir yıl sonra "elim kırılsaydı" nakaratları.
Dedim ya, artık Ankara'da yaşamak beni sıkmıyor. Yazın da, güneyde olmaktan. Eeee bir insan daha ne ister ki.
"Aklı evvel" birisi iseniz, sizi "huzur teper"!.. Şimdilik beni de. Az kaldın, ya huzur beni tepecek ya da ben huzursuzluğu tepeceğim.
Mersin sahillerinden, Antalya; Antalya sahillerinden Muğla, İzmir; anlayacağınız Ak Denizden Ege'ye kadar hep aynı; sahillerin plajları açık hava oteli olmuş, ülkenin dört bir yanından gelenler yetmiyormuş gibi, bir de Ortadoğu'dan, Afrika'dan, Asya'dan sonra Kuzeyden.
İpini sağlam kazık ile koparanlar, altlarında son model arabalar ile hallerince otel, pansiyonlarda, onları ona yirmiye katlayan sayılarda, bir dönem Amerika'ya "altın peşinde" gidenler gibi çulsuz, ipsiz, sapsız kim var ise gelmişler Anadolu'ya.
Artık buralar da kimin eli, kimin cebinde belli değil.
Geçenlerde ünlü bir dönerciden, döner almak için merdivenlerinden çıkıp sıraya girecektim ki, kara kuru bir adam önüme atlayıverdi.
Tepem atmış, yakasından tutup arkaya savurdum. Arkasından da bana yakışır, yakışmaz umurumda değil, bir küfür savurdum.
Benim küfürümü anlayan sadece, kasadaki kasiyer ve dönerci ustası oldu. Ne müşteriler, ne de çalışanların çoğu anlamdı; henüz küfür düzeyinde TÜRKÇE BİLMİYORLARDI. Gerisini siz anlayın!..
Hele bir de iyice anlamışlar ki, bu ülkede yaşayanların gittikçe yoksullaşıp, kendilerinin de ceplerinde Dolar ve Euro'ları olduğu için varsıllaştıklarını, ceplerinde üç kuruş kendi paraları ile bu ülkede alamayacakları hiçbir şeyin kalmadığını görüp, öğrendikçe, nasıl da şımardıklarını görmek ne acı.
Haklarını yemeyeyim sokaklarda, ailelerinden, ülkelerinden iyi eğitim ve terbiye almış gençleri, insanları görünce de, için sızlıyor, ülkem insanının bu anlamda ki sefilliğine.
Bürokrasiden gelen birisi olarak, bu ülkenin 1923'lerden sonraki en kritik yılları, 2023'ler olacak.
Neden mi?
O yıllar, bu günkü gibi devletin her yerde yaygın kurumları yoktu. Feodalizm, kendi kuralları ile durumu idare ediyordu. Mustafa Kemal Atatürk de, arkadaşları ve o dönemin devrimcileri ile, yepyeni bir Cumhuriyet ilan edip, kurumlarını da tek tek kendi elleri ile kurdular.
Örnek aldıkları kurumlar, çağdaş ülkelerin kurumları ve yasaları idi.
Bugün mü, "Arapça resmi dil", "Şeriat" yönetim şekli olsun diyenler iş başında. Kurumların ne hale geldiklerini, öyle sıradan göz ile görmek hiç de kolay değildir.
Bu yüzden, yaşadığımız bu dönem ve süreç çok önemlidir. Hele seçeceklerimiz ile seçimlerimiz ise, tünelden önceki son çıkıştır.
Devletin kapısından yıllardır geçmemiş ya da mevcut iktidarın yıllardır değirmenine su taşımış kadrolar ile bu işler olmaz.
"At, sahibine göre kişner" derler. Atların sahipleri belli, ne bekleyeceksiniz ki. Hem seçen, hem seçilen, hem de seçtirenlerin yüzünden, geleceğe bakıyorum, içim sızlıyor ÜLKEM ADINA!..
Yahya Kemal Beyatlı, balkan göçmeni, devletin önemli kademelerinde görev almış bir ailenin, yine Avrupa'da iyi eğitim almış oğludur. Bursa'da, 19 Eylül 1922’de Darülfünûn Edebiyat Medresesi'nin müderrisler toplantısında Mustafa Kemal ile tanışır ve Mustafa Kemal Atatürk de onu Ankara'ya davet eder.
O yıl (1922), Lozan görüşmelerinde İsmet İnönü Başkanlığında ki Türk heyetine danışmanlık; 1923'te Lozan’dan döndükten sonra da, 2'inci dönem Urfa Milletvekilliği yapar.
Ankara bürokrasisini pek sevmez. Bunu bilen arkadaşları bir gün Yahya Kemal’e sorarlar:
"Ankara'nın nesini seviyorsunuz?" yanıtı ise ilginç olur, "İstanbul'a dönüşünü." der. Daha sonra da Varşova ve Madrid elçisi olur.
Her ne kadar Ankara'ya alışamasa da, ona gereksinim vardır, onu çağırırlar ve bu kez de TBMM'de, Yozgat, Tokat ve İstanbul Milletvekilliği yapar.
Yaşadığımı günler artık seçin sürecidir. Yaşananları gördükçe için sızlıyor. Yanlışların içinde süreç yönetimini çok iyi bilen ve deneyimli bir iktidar ve halkın yaşadığı ekonomik, sosyal sorunlardan kaynaklı bıkkınlığını arkasına almayı düşünen bir muhalefet bulunmakta.
Bir başka üzgünlüğüm ise, 1995'li yıllardan bu yana CHP'ye verdiğimiz projeler CHP tarafından yeni yeni fark edilirken; iktidar, iktidar olmanın olanaklarını kullanarak, bunları liberal devlet anlayışına uygun projeler haline getirip uygulamaktadır.
Bu aralar, gençler çok gündemde, çünkü beş, altı milyon yeni seçmen genç geliyor.
Dönemin CHP Genel Sekreteri İstanbul Milletvekili sayın Bihlun Tamaylıgil'in de içinin sızladığını düşünürüm, bizim kendisinin başkanlığında 2000 yılında hazırladığımız "PROJE +18, Cumhuriyet Projesi"nin, iktidar tarafından parça parça uygulamaya sokulurken, projenin sahibi olsun diye yırtındığımız CHP'nin hala utangaç tavırlar içinde olmasını anlamak çok zor.
Oysa proje CHP Genel Başkanlarının masasında yirmi yıldır beklemekteydi. Sizin de kulaklarınız çınlasın sayın Tunçay Özkan. Haberleri izlerken ne düşünürsünüz acaba. Bizim gibi içinizin yandığını, sayın Kılıçdaroğlu'nun talimatına karşın, nasıl da bazı yakınlarınca, kendisinin bilgisi dışında dışlandığımızı gördüğünüz için kahrolduğunuzu düşünüyorum.
Eeee dedim ya, insan güneyde olsa da, Ankarasız edemiyor.
Belki de, bu yaz da güneyde olmanın en güzel yanı, Sonbahar bitiminde Ankara'da olmak mı nedir, bilemiyorum!..