Masama oturup, bilgisayarın karşısına geçip, "klavye efendisi olup", neye kelam döktüreceğimi düşünmeye başlayınca, bütün bildiklerim gözlerimin önünden bir bir geçiyor.
Tanıdık sözler, fikirler ve söylemler beni rahatsız ediyor. Yeni, yepyeni şeyler yazmak, söylemek istiyorum. Kitaplarıma, internet sitelerine, arkadaşlarımın paylaşımlarına bakıyorum ve bir kez daha dağılıyorum. O kadar içten, güzel çabalar var ki; ülkesi, insanlar için öyle güzel şeyler yapmak için çalışıyor, çırpınıyor ki, inanılmaz.
Sonra, televizyon programlarına bakıyorum, gazete köşelerine yeniden göz atıyorum ve hepsini bir kenara koyup, kendimi sakin bir köşeye atıyorum ve düşünüyorum.
Tam Cemal Süreya'lık bir durum.
"Dalgınım;/ Dalıp dalıp gidiyorum bu ara,/ Neyi nereye koyduğumu unutuyorum./Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu ara,/ İnsanlar o kadar acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum..."
Bülent Ecevit'in o kadar uzak görüşlülüğüne karşın, kader onu Devlet Bahçeli'ye muhtaç etmişti. Yanılmadığını, Bahçeli'nin anketlerde koalisyon ortakları DSP ve ANAP’ın, hatta MHP’nin diplerde olduğunu görüldüğü, bildiği halde, 15 Temmuz 2002’de sürpriz bir erken seçim çağrısı yaptığında bir kez daha anlamıştı.
O günlerde de her ne kadar bu günkü kadar olmasa da, gazetelerde, televizyonlarda ve sosyal medyada süreç analizleri yapanlar, Nihat Genç ve Levent Gültekin gibi "hayranlıkla izlenen" başkaları vardı, ama sonuç, bilenler!..
Az çok siyasi süreçleri okuyacak siyasi bilinç ve altyapım var. Üstüne bir de, Bürokraside "sakıncalı" ve "çirkin ördek yavrusu" olarak orta ve üst dönem yöneticilik deneyimleri de olunca, üzgünüm ki, ben süreçleri ve olayları bazılarından biraz farklı görüyorum.
Yeni geldiğim kurumda, imza atacağım belgelerin nasıl yanlış, eksik imzaya getirildiğini, dosyaların nasıl saklandığını yaşayarak öğrendim. Bu işler öyle sağdan, soldan emanet adam toplayarak olmaz. Yönetim ciddi bir iş ve acılı bir savaştır.
Çünkü, ortada alınacak, paylaşılacak ve yararlanılacak bir şey vardır, bunu kimin yararına kullanırsanız, (halk, partililer, hemşeriler ya da aklınıza ne ve kim gelirse) karşınızda umduklarını bulamayanlar size bir cephe açıp, yanınızda sandığınız adamlarını geri çağıracaklardır.
Siz, bunu ancak iktidar, yönetimden düştükten sonra "ah keşke" diyerek anlar ve anlatırsınız.
İktidar, muhteşem bir duygudur. Arabalar, adamlar, önünüze serilen halılar, maddi ve manevi olanaklar. Bunlar iyidir ama, akılcı kullanmazsanız, bir sabah bütün gemilerin battığını, sizin de karşı sahile yüzerek çıkmanız gerektiğini anlarsınız. Yüzme biliyor isenız sorun yok, bilmiyor iseniz ise ya birlerinin teknesine binip tayfa olursunuz ya da boğulursunuz. Etrafınızdaki eski siyasilere bir bakın.
Evet, bu aralar dalgınım, dağınığım ve kaygılıyım ama kendim ile ilgili değil, yaşanan siyasi süreçler ve yönetenleri bildiğim için.
Fikret Şeneş'in sözlerini yazdığı, Ajda Pekkan'ın da seslendirdiği "Kaderimin Oyunu/Kimler Geldi Kimler Geçti" 45'lik plağının B-yüzünde yer alan "Kimler Geldi Kimler Geçti" şarkısın dilime dolandı.
"Bilmem ki bu akşam sen de bir hoş musun/ İçmeden hatıralardan sarhoş musun/ Ellerin sanki bak hala ellerimde/ Yanıyor duyuyor musun
Dostlar seni söylüyor sahi mutsuz musun/ Bu yolda dönüş yok sen bilmiyor musun/ Her şey gönlünce olmaz demiştim sana/ Kaderden kaçılmaz görüyorsun
Kimler geldi hayatımdan kimler geçti/ Hiçbirisi hasretini gidermedi/ En güzeli senin kadar sevilmedi/ Kimler geldi kimler geçti", evet ya kimler, neler geldi geçti gözlerimin önünden.
Kimine göre çocuk romanı, kimine masal, kimine debi saçmalık olarak tanımlanan, bence çok güzel bir yönetim ve felsefi kitap olan "Alice Harikalar Diyarında"nın bir bölümü aklıma geldi.
Alice, ormanda dolaşırken yolunu kaybeder ve yol ararken bir yol ayrımında tavşana rastlar ve sorar, "hangi yoldan gideyim?", tavşan da, "Nereye gideceksin?" der, Alice de, "bilmiyorum" der.
Tavşan gayet bilge bir tavır ile, "Nereye gideceğini biliyor isen, hangi yoldan gideceğinin ne önemi olur ki" der.
Hoş bunu söyleyince, aman ortalığı bulandırmayalım deniliyor ama şu anda bir iktidar ve muhalefet bloğu oluştu. İktidar o kadar sorunlara karşın sürecini bir şekilde açık, gizli yollardan yönetiyor. Hem de, 20 yıllık yönetim bilgisi, deneyimi ve ilişkileri ile.
Muhalefet ise, "beş benzemezli poker masası" gibi. Açıktan olmasa da, her partinin kendine uygun bir planı ve yönettiği bir süreci var.
Hepsinin tek ortak istek ve dileği ise, haklı olarak mevcut iktidar ve yöneticilerinin indirilmesi. Ama "nasıl" ve "kimler" ile konusuna gelince herkesin cebinde başka bir planı var.
Bu da çok doğal. Yalnız buradaki sorun, çözüm önerilerinde bulunulacak öncelikle kesimler kimler ve neler olacak?
Bir iktidar gidince, doğal olarak ortada büyük bir enkaz kalır. Enkazın temizlenmesi resmi olarak işe giriş belgeleri hazırlanan, sigorta primleri ve vergileri yatırılacak Yurttaş çocuk işçiler ile mi yapılacak yoksa, (bakanların bile açıktan itiraf ettikleri gibi) Suriye'den, Afganistan'dan, Afrika'dan, Türk Cumhuriyetlerinden gelen soydaş çocuklar ile mi yapılacak, karar vermek çok zor.
Çünkü, her partinin bir "ard ülkesi" var.
Bu yüzden henüz vakit varken, sorunlar kaşınmaya başlanmadan, "mış gibi davranmayı" bırakıp, olayları açık açık en ince ayrıntılarına kadar analiz edilip, stratejik bir planın yapılması gerekmektedir.
Bu planlar da, sağdan soldan aşırma, kendilerini tanımlamayan yerel yönetim "stratejik planları" gibi olmasın, yoksa karşılarında sanılanın aksine 20 yılın eneyim ve ilişki ağına sahip "kurt bir ekip" var.
Ya "hocam bir rapor hazırlasana" ile çözülecek konu değil bu işler. Eli taşın altında kalmış, tırnakları kopmuş olmadıkça, havanda su dövmeye devam edilir.
Dost acı söyler!..