Bugün 14 Ocak 2020, belki sırdan bir gün geçecek, bilmiyorum. Ama yarına neler yazılacağını, nelerin kalacağını bilmiyorum. Neden mi, artık hafızası olmayan bir Millet, toplum ve gürüh olduk da ondan!..
--Çağdaş dünya, kayıtları, belgeleri ile dünü bu güne, bu günü yarına devrede devrede gidiyor.
--Bu gün bırakın sokakta sormayı en eğitimli kesim diye akademik camiada bile birine sorsam, en temel ülke, tarih ve ecdat konularda verilecek yanıtlar herkesi şaşırtabilir.
--Bunu kişileri suçlamak için yazmadım, tam tersine, sosyal, toplumsal, siyasal ve tarihi olaylarda kişilerin önemi yoktur, kurumların kayıtları vardır. Çünkü toplumun hazfızasına güvenerek yarınlara yol alınmaz.
--Atatürk daha sağlığında 1931 yılında "Türklerin dünya tarihindeki yerini ve medeniyete katkılarını araştımak ve tüm dünyaya duyurmak amacıyla" Türk Tarih Kurumu'nun kurulmasını ister ve bağımsız çalışması için de, kuruluş sermayesine katkı koyduğu İş Bankası'nın gelirlerinden elde edilecek paayın önemli bir bölümünü de her yıl Dil ve Tarih Cemiyeti/Derneği/Kurumuna bağışlamıştır.
--Elbette ki koskoca Kurumların, hem Ülkenin, hem de kurumlarının kurucu ile ilgili hiç bir şey yapmadıklarını söylemek akla ve vicdana sığmaz. Ama Atatürk ile ilgili gerkenlerin yapılıp yapılmadığı konusunu da sizlerin insafına bırkıyorum.
--Atatürk'ün Annesi Zübeyde Hanımın ölüm yıldönümünde böyle bir giriş yapmak da ne oluyor. Bu gün bile hala birleri Atatürk ve Annesi hakkında, iki hakaretami söz edecek ve bu kurumlar sus-pus olacak ve yerlerinde oturacaklar.
--Örneğin, Atatürk'ün ailesinin ya da osmanlı döneminde, Torosların kuzey yamaçlarına yerleşmiş Türkmenlerin neden Balkanlara gönderildiği konunda ajitatif, hamaset kokan yayınların dışında çok nadir yayın vardır, gerçekleri olduğu gibi anlatan.
--Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra kurulan Beylikler, bu beyliklerin biri birleri ilişkileri, yine bu beyliklerin kendi soylarından gelen bölgedeki devletler ve milletler ile ilişkileri tarafsız olarak yeteri kadar maalesef araştırılmış ve yazılmış değildidir.
--Türkmenler, Karamanoğulları ve dediğim gibi torosların bütün yamaçlarına yerleşenler hakkında yeteri kadar yayın ve kurumsal araştırmadan söz etmek maalsef mümkün değildir.
--Aslında Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra gelişen süreç entersandır. Atatürk ve bir avuç yurtsever insan, ulusal kurtuluş savaşını vermiş ve zafer kazanılmıştır ama, asıl 20. yy.'ın Milli/Ulusal devlet yapılanması dilendiği gibi gerçekleştirilmesi için bir uluslaşma sürecine ihtiyaç duyulmuştur.
--Osmanlıcıların her ne kadar bu cumhuriyetin bütün nimetlerinden yararlanıp, bu cumhuriyete ve Türklere hakaretlerinin, "ETRAK-İ BÎ-İDRAK"-"akilsiz, göçebe Turkler demelerinin sebebini anlamak pek kolay değildir.
--İşte Atatürk'ün "Milliyetçilik" ilkesi ve uluslaşma süreci, T:C'nin temel kurucu unusuru TÜRKLERİ de bu uluslaşma süreci, Osmanlı'nın dışladığı Türklerinde bu yapının içinde şekillenmelerini sağlamıştır. Bu tanım içinde herkes "Ne mutlu Türküm Diyene" diyerek yerlerini almışlardır.
--Bazı Osmanlı özentiçilerinin ve kalıntılarının Atatürk ve Annesi Zübeyde Hanım'a saldırmalarının temel nedenleri, Laiklik, hilafet, Cumhuriyet gibi değerler olsa da, Osmanlı sarayının Türk ve Türkmenlere olan nefretinin bir sebebi de aynı etnik yapı içinde gelmemeleridir.
--Bu konuda araştırmalar yapan Prof Dr Erok Göka ise, hürrüyet gaztesinde 2007 yılında çıkan bir makalesinde, "Anadolu'ya gelen Türk göçebelerin, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde iskan edilmeye çalışıldıklarını anlatıyorduk. Göçebelerin iskanı, hiç de kolay olmuyordu, yüzyıllar almış, 18. yüzyıla kadar bitirilememişti. Bu arada Selçuklu ve Osmanlı'nın göçebe Türkmenlerden hoşlanmadıklarından ve aralarında sık sık sorunlar, çatışmalar çıktığından bahsediyorduk.
18. yüzyıldan itibaren Yörük ve Türkmenler tekrar devlet katında itibar kazanmaya başlayacaklardı. Zira II. Viyana Kuşatması'nda, Avusturya ve müttefikleri ile yapılan mücadelelerde ağır kayıplara uğrayan devlet, bu kayıplarını telafi hususunda Anadolu'daki aşiretlerden de istifadeye karar vermişti. Tıpkı Büyük Selçukluların çökmeye yüz tuttuklarında kendi akrabalarına ve atalarına dönme çabası içinde, Sancar, Tuğrul gibi adlar alması gibi Osmanlı'da Türk kökenlerini anımsamış ve zorunlu Türkmen sevgisini ve ilgisini ortaya çıkarmıştı."
--Balkan Savaşından sonra göç eden bir çok Türk aile gibi Atatürk'de (ki o zaman Mustafa Kemal) Annesi'de Kızkardeşi Makbule'yi İstanbul'a göçürmüş ve en yakın arkadaşlarına emanet ederek, 1919'da samsuna gitmiştir.
--Zübeyde Hanım Oğlu Mustafa Kemal'i 1919'da Anadolu’ya çıktığından beri hiç görmemiştir. Üstelik Osmanlı Padişahı/ Sarayı'da hakkında idam emri verilmiştir.
--Uzun bir aradan sonra ancak Oğlu ile 14 Haziran 1922'de Adapazarı'nda görüşebilmiştir.
----Mustafa Kemal, bu buluşmadan sonra, Annesini de yanına alarak Ankara'ya gelir. Selanik ve İzmir'den sonra Ankara'nın soğukları da Zübeyde Hanım'ın sağlığını olumsuz etkileyince tedavi amacıyla yeniden İzmir'e geri gönderir.
--14 Ocak 1923 günü 66 yaşında yaşama veda eder.
--Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin içinde bulunduğu şartlar nedeniyle Annesinin mezarına 27 Ocak 1923 günü gidebilmiştir.
---Zübeyde Hanım, İzmir-Karşıyaka'da, 1940 yılında yaptırılan anıt mezarda yatmaktadır.