Öyle bir döneme geldik ki, köşe başında bir yalan söyle, öteki köşe başına varınca duyduğunda sen de inanıyorsun. Bu iletişim çağında gelinen nokta. Ne doğru, kim doğru belli değil.
Eskilerin deyimi ile "at izi, it izine karışmış!.."
Peki burada doğru soruyu sormak gerek, doğruyu ne belirler. Doğruyu, gerçekler belirler. Peki o zaman "gerçek" nedir?
Sözlükler, "el ile tutulup gözle görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan." diye tanımlıyor.
Burada bir başka sorun daha ortaya çıkıyor. Neye, kime göre gerçek. Çünkü gerçeğin bir de konumu vardır. Hani ünlü bir karikatür vardır. "6"yı yatırmışlar, baş kısmına bir kişiyi, karın kısmına da bir kişiyi koymuşlar, "bu nedir" diye sorulunca, haklı olarak birisi "6" diğeri de "9" demişler.
Oysa bun yapan, 6 olarak yapmış ve "6" olarak da kullanacaktı.
Kişi bilgisini asıl alarak bir değerlendirme yapmak çok doğru olmaz. Ancak, bilginin asırlardan bu yana süzüle süzüle, denene denene, sınana sınana geldiğini görüyoruz ve biliyoruz.
Kişilerin bilgisi deneyim olurken, yazılı kaynaklar bunu bilgiye dönüştürüyor ve insanlığın kullanımına sunuyor ve evrensel oluyor.
İnsanların toplu olarak yaşamaya başlamaları ile birlikte; her toplumda liderlik, önderlik, akillik gibi kişisel kavramlar ortaya çıkarken, bir de kalıcı bilgilerin, doğruların nesilden nesile devamını sağlayacak yazılı ve sözlü bilgi kaynakların olduğunu görüyoruz.
Eskiler bunu "İnsan, nisyan ile maluldür” diyerek tanımlarlar. Yani, insan denilen canlının unutkan olabileceğini vurgulamak için.
O halde kişisel, toplumsal ve yaşamsal olarak gereksinim duyulan her şeyin bir başkası ya da geniş kitlelerce, insanlıkça yararlanılması, bir ileri aşama olarak da daha evrensel olması için yazılı kaynaklara gereksinim duyulmuştur.
İlk başta duvar yazıları, kilden tabletler, parşömen kağıtlar, selüloz kağıtlar, derken kaset, CD, cip ve en sonunda da dijital hafızaya geldik dayandık.
Bütün bunlar birer olay ve sonuç.
Kişi ise donanımını, kaynak ise içeriğini nasıl dolduracağız?
İşte asıl soru ve sorun bu. Örnek olay sağlık ise, deneyler ve veriler kişileri ve insanlığı bir noktaya götürüyor ve herkes için kullanılıyor. Tanı, ilaç ve tedavi yöntemi olarak.
Olayı ve konuyu çok farklı şekilde tanımlamak ve açıklamak olası, ama sosyal ve siyasi süreçler için bunu pek de böyle yapmak mümkün değil. Çünkü, insan sadece kendisi için yaşamıyor. İnsanlık için de yaşıyor. Bu da geliyor dayanıyor, önceliklere ve neyin nereden nasıl dayandığına.
J.J. Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi dediği süreç, ilk çitin çekilmesi ile bozulduğuna göre, insan ve insanlık için de bir düzen gerekli olduğuna göre bu süreçler nasıl yönetilmiştir.
İşte asıl soru bu. Bilimsel yaklaşımlarda bu toplum düzeninin, yönetim süreçlerinin, ekonomisinin analizi ile mümkün iken, yönetsel olarak konuya yaklaşınca sorun başlıyor.
O zaman da "her doğru, her yerde aynı doğru olmuyor". Kişilerin ve durumların ötesinde sosyal ve siyasal olaylarda doğrular da, her durum ve koşula göre farklı olabiliyor.
Bu da "Ülkülem" ya da "ideoloji" diyoruz ve "siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir siyasi partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren siyasi, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, erdemsel, estetik düşünceler bütünü" diye tanımlanır.
Konuya yaklaşırken, bir ayrıntıya dikkat etmek gerekmektedir. İdeoloji ile ideolojilerin birbirine karıştırılmaması gereği. İdeoloji, ayrımda belli bir düşünce formunu, bilinç biçimini gösterir; İdeolojiler ise, belirli bir anlamda bir araya toplanmış ve çeşitli toplumsal grupların kendilerini ifade etmek için oluşturdukları fikirler/değerler kümesini tanımlar. Ayrımı netleştirmek için ilkini ideoloji, ikincisini ise politik ideoloji olarak tanımlamak en doğru yöntemdir.
Aslında ideoloji, belli bir toplumsal, sosyal sınıfın ekonomik, sosyal, siyasal, inançsal özellik ve beklentilerini tanımlar.
Örnek, Kapitalist ideoloji, Sosyalist İdeoloji, İslamcı İdeoloji, Liberal İdeoloji gibi tanımlar ile.
Kişileri temel alarak, "dün dündür, bugün bugündür". Sosyal bir devlette "benim memurum işini bilir", "bir kereden bir şey olmaz" gibi kişilerin bulundukları konumlardan dolayı ettikleri sözler, yaklaşımlarını gösterir. Bu geneli yadsımaz ama geneli de kapsamaz, o yüzden kişiseldir.
Bir toplum ve ülke için genel, geçer seçenek, en geniş sosyal toplumsal kesimlerin beklentilerini, tanımlanmış siyasal ideolojiler ile tanımlamak ve siyasi çerçevesinde bir söyleme dönüştürmektir.
Günümüzde "ideolojiler" bu yüzden "tu kaka" yapılmakta, sıradanmış gibi gösterilse de, toplum kesimlerin uyutulması, sorunlarından uzaklaştırılması, sorunlarının dışına odaklanması da bir ideoloji çerçevesinde bilinçli olarak yapılmaktadır.
Seçimler, siyasi partiler de bu yönde dizayn edilip, seçmen denilen toplum kesimlerine ve bireylere sunulmaktadır.
İnsanlığın binlerce yıllık tarihinde ulaştığı en erdemli aşama olan Demokrasi bile, basit bir "seçim" oyununa dönüştürülüp, ideolojik süreçler göz ardı edilip, kişiler bireysel olarak öne çıkartılarak adeta "putlaştırılarak" seçmene sunulmaktadır.
Oysa atalar, "Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür" derler.
O yüzden, kişilerin, toplumsal kesimlerin güvencesi değil, olmamalıdır da; güvenceleri sosyal, siyasal, ekonomik çıkarlarını tanımlayan ve cevap veren siyasal ideolojiler olmalıdır.
Olmadı, anlaşılmadı mı? O zaman ensenizi gösterin, Şaplak için!..